Keşke…
Cezaevinin idari kapısından
salıverildiğinde Ali’yi karşılayan karısı oldu. Küçük Ayşe de gelmişti
annesiyle.
“Geçmiş olsun!” dedi karısı. Yanak
yanağa öpüşüp hasretle kucaklaştılar.
Bacaklarının arasından, “Sen benim
babam mısın?” diye sordu küçük kız başını yukarı dikerek.
Karısını bırakıp küçük kıza baktı.
Ben senin babanım, demeye utandı hiç babalık yapmadığı kızına. Kızı kucağına
aldı Kaçamak bir cevap verdi. “Ben Ali babayım.” Meşhur çocuk şarkısını okudu
kıza. “Ali babanın bir çiftliği var. Çiftliğinde horozları var. Ü-ürü-üüüü… diye bağırır, Ali babanın
horozları…” Sonra, “Sen de biliyor musun bu şarkıyı?” diye sordu.
Küçük Ayşe onun sorusuna, “senin
çiftliğin mi var?” sorusuyla karşılık verdi.
Nasıl da isterdi ‘evet’ demeyi. Yine bir şarkı
mırıldanmaya başladı cevaptan kaçmak için, “Bir kedim bile yok, anlıyor musun….
Hadi gülümse…” Sonra, “sen gülümsemeyi biliyor musun?” diye sordu.
“Biliyorum,” dedi küçük kız.
“Hadi gülümse!”
Gülümsedi, yapmacık gülümsemeyi bile
yüzüne çok yakıştırarak.
“Ama sen annemi öptün, beni öpmedin…”
“Yanağını uzatırsan öperim.”
Uzattı yanağını kızı, Ali sindire
sindire öptü onu.
Küçük Ayşe, dört yaşındaydı. Ali,
cezaevine girerken doğmuştu. Bir çocuğun layıkıyla büyütülmesini sağlayacak
imkanları olmadığı için başlarda kaçınmıştı bir çocuk sahibi olmaktan, ama
kucağındaki bu kız ummadığı kadar şirindi ki, iyiki doğmuştu.
Bir çay bahçesinde oturdular.
Gidebilecekleri bir evleri yoktu ve karısı ile küçük kızı kayınpederinin evinde
sığıntıydılar, Kayınpeder; bir an önce alsın sizi üzerimden, diye haber
yollamıştı.
Karısına, “Hemen bir iş bakıp, iki
göz bir ev ayarlayacağım. Az daha sabredin,” dedi.
Küçük Ayşe, “Ali Babanın çiftliğinde
çikolata da var mı?” diye sordu.
Cezaevinden çıkarken kader
arkadaşlarından birisi, “yanında bulunsun,” diyerek bir yüz liralık
sıkıştırmıştı avucuna.
Çaybahçesinin önünden geçen caddenin
karşı tarafındaki bir süpermarketi işaret etti. “Ali amcanın çikolataları şu
karşıdaki süpermarketteymiş, hadi gidip alalım!”
İçtiklerinin hesabını ödeyip caddenin
karşısına geçtiler. Süpermarkete girdiler beraberce.
Küçük Ayşe, raflarda gördüğü cicili
biçili yiyecekler arasında dolaştıkça her şeye saldırıyordu.
“Bu ne?”
“O çikolata kaplı bir gofret…”
“Gofret mi? Güzel mi?”
“Güzel…”
“Alabilir miyim?”
“Tabii ki…”
“Bunun içinde ne var?”
“Sanırım sütle yapılmış kremalı bir
şey...”
“Kremalı şeyi onun içine hapis mi
etmişler?”
“Yok,
o kabuğun içinde kendini taze hissetsin diye koymuşlar.”
“Taze mi hissediyor kendini?”
“Küçük, şirin bir kıza kavuşacağı
için hep taze kalmaya çalışıyor.”
“Sen de o evin içinde taze mi kaldın
hep?”
“Evet…”
“Ama… Ama, bana gelmedin ki, hiç…”
“Geldim ya…”
“Ama gelmedin…”
“Artık hep geleceğim… Hep birlikte
olacağız.”
“Tamam…”
Süpermarkette dolaşıp kız ne
istediyse aldılar; gofret, sakız, balon, kalem, oyuncak, çikolata da tabii….
Ödemeyi yaptılar. Kasiyer kız, “güle
güle şirine!” diyerek uğurladı Ayşe’yi. Kıza kibirlenerek yüz vermedi.
Çıktılar.
“Ablaya niye kızdın öyle?” diye sordu
annesi.
“O babamın parasını aldı da ondan,”
dedi.
Bir halk otobüsüne bindiler. Karısını
ve kızını kayınpederinin kapısına kadar geçirdi Ali, oradan dönmerrk istedi.
“Olmaz!” dedi karısı. “İçeri gelip
bir meraba de annemle babama; ayıp olur…”
Kıramadı karısını. Onlarla beraber
içeri girdi.
Kayınpeder, bir karış suratla
karşıladı onu. Elini öpmek istedi, vermedi. “Hangi yüzle geldin buraya,
dolandırıcı herif!” diye söylendi.
Karısı, “baba! Ali’yi ben getirdim.
Böyle yapacağını bilseydim, ne onu getirirdim, ne de ben gelirdim…” diyecek
oldu.
Yaşlı adam, “getirmemeliydin!” diye
bağırarak yanlarından ayrıldı. “Ona nasıl bir öfke duyduğumu bilmiyor musun?”
Küçük Ayşe korktu bu sertlikten,
babasının kucağına çıkıp boynuna sarıldı.
“Ali Baba, dedem niye kızdı?”
“Çünkü o çok mutsuz ve mutsuz
insanlar başkalarına kızarak deşarj olurlar…”
“Niye mutsuz? Herkes birbirine
bağırıyor, herkes mutsuz mu?”
“Evet… Herkes mutsuz…”
“Herkes mi?”
“Arada mutluymuş gibi görünmeye
çalışanlar da var…”
“Niye?”
“Çünkü, mutluymuş gibi yaparak mutlu
olabileceklerini sanıyorlar.”
“Sen de öyle mi yapıyorsun?”
“Yok, hayır, sen benim kızım olduğun
için gerçekten mutluyum.” Karısına döndü. “Boşver üzülme, haklı adam,” diyerek
küçük kızını kucağından indirip ayaklandı. “Ben gideyim.”
“Keşke biz de seninle gelebilseydik…”
“En fazla iki, üç gün daha…. Sonra
gelip alırım sizi.”
“Tamam!”
Karısını, kızını öptü.
“Allahaısmarladık!” Odadan çıktı.
Sokak kapısının hemen içinde
ayakkabılarını giyerken kayınpederi belirdi birden.
“Senin ahlaksızlığın yüzünden hangi
toptancıya gittiysem, senin ortaya saçtığın karşılıksız çeklerin yüzünden, o
dolandırıcının kayınpederine veresiye malımız yok, diyerek geri çevrildim.
Adım, dolandırıcının kayınpederine çıktı. Senin yüzünden bakkalın kapısına
kilit vurdum… Allah belanı versin inşallah! Çık git bu evden, bir daha da geri
gelme! Alçak, namussuz herif!”
Ali’nin yakasına yapıştı, kapıdan
dışarı savurmak istedi.
Bir anda gözü karardı Ali’nin, adamın
yakasını tutan ellerini söküp atmak istedi.
“Eeeee! Yeter be ihtiyar! Uzak dur
hele!”
Yanından uzaklaştırmak için şöyle bir
ittirdi adamı. Yaşlı adamın dengesi bozuldu birden, düştü. Kafasının altından
bir kan aktı dışarı.
*
“Keşke o an ittirmeseydim onu,” dedi
Ali;” Keşke… Keşke küfretseydi dilediği kadar… Keşke, vuraydı hıncını
çıkartasıya… Keşke… Çok pişmanım hakim bey, çok…”
“Yaz kızım…” dedi hakim. “Gereği
düşünüldü…”
(
Keşke… başlıklı yazı
AliKemal tarafından
25.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.