Şiirin hikayesi...
Günlerden umut diye
açıyoruz gözümüzü ve hangi sağanaksa rahmete yakalandığımız şiir ve özlem
yüklüyoruz güne.
Gün, günsüzlüğün ve
gönülsüzlüğün urganı iken mabet bellediğimiz bir günceye bir bir diziyoruz
dileklerimizi…
Bedelli bedelsiz…
Sıradan ve fazlasıyla
mağdur yine de sıra dışılığına toz kondurmayan…
Geldik gidiyoruz.
Geçtiğimiz yollarda
izini sürüyoruz mutluluğun.
Ve derken gökten elma
da düşmüyor:
Hani o beklediğimiz
iken sancağını diktiğimiz umut ve aşk nidalarının…
Sonra ne mi oluyor?
Öncesizliğin sonrasızlığında
olan ne ise.
Sevgilerimle gönül
dostlarım…
Kırılgan nidaları ümmet
bildiğim,
Gözsüz gök kubbeyi aşk
bellediğim
Biraz da sükûtu yâd
edip
Çetrefilli bir
yükümlülüğü yüreğe gömdüğüm…
Kınında hacizli bir
aşk,
Çeperinde bilinmezin
içinde saklı o hutbe
Ve devrik rotaları
illet bir günceye mal ettiğim
Yetmesi ansız bir
ikrarla sır yüklü gece.
Düş tabelaları var
yarınlar adına:
Gök kubbenin hizasında
acılarım,
Adsız sanrılarım var ve
Tahammülsüz benliklerin
ifrata kaçan boykotları.
Pejmürde iklimlerde
yoldaş imlerin;
Edindiğim izleklere
taşıdığım resimler var,
Bir bir dizdiğim,
Bir bir itildiğim,
Bir bir kanıksadığım
düşüşler.
Esrikli yollarda
tökezleyen,
Mabedimin yongasında
Tefekküre daldığım
Ve toz konduramadığım
gerçeklerim var;
Adsız kıtaların
beyitlerine gömüldüğüm,
Kayıp mısraların
hecelerine bölündüğüm,
Kırık nizamında yüreğin
edindiği
O süt liman
aldırmazlığım var.
Adsızım bu gün,
Yarınsız bildiğim dünün
de öncesinde bir günceyim belki de:
Niyaz bildiğim
hayallerimde kaybolmuşluğum var
Varlıksızlığımın hicap
yüklü varsayımlarına yığdığım,
Yıkımlarından aşkın ve
hayatın sağ çıktığım
Ve kaybolan sol yanım.