Önsezilerinin kurbanı
ki havsalası almakta zorlanırken muteber bir yok oluş adeta, kırık bir
sarnıçta, ibresi noksan bir sarkaçta, gömülü bir hezeyan iken sirayet edilesi…
Zamansız ama amansız da
bir sızının yerleşik ikametgâhı: Olmazın oluru bir surette, kaykılmış bir
bedende biraz da nüktedan bir var oluş kaygısı yine de diril bir tümcenin
aymazlığında gönle yerleşik bir surede de dokunulmazlığını ifa eden Tanrı.
Dünsüz kifayetsizlik,
yarından dahi muzdarip, kelaynak kuşları gibi ötelenmişliğin en derin sızısı:
Gel de anlat!
Payidar hem de ezeli ve
ebedi yoksunluğu da katmaksa satır arası düşlere, beyhude bir kelamda da
kaybolmuşluğa nazire eden sıfatsız bir kelamda noktayı koymak adına başımı
yastığa her koyduğumda.
Ölüm… Adı olmayan bir
Tanrı iken mabedinde yalnızlığa mahkûm.
Hüzün… Beyhude bir serzeniş,
her yeni günü kucaklamak adına boşa almışlığı duyguların, boş vermişliği
mutluluğun yine de mutlak bir kaygıyı zimmetine geçirip muteber bir tınıda da
kaybolmuşluk iken verilen hüküm, tayfası addedilen sair duygu ki; duyguların
Tanrısı aşkın da muzdarip o ayyuka çıkmış sefaleti.
Aşka itibar etmeyen
gölgelerle devrik noksanlığın çatı katı hürmetine erişmiş iken hezeyan.
Noktasız bir vuruş, üç noktalı bir hüzün yine de kıyama durmuşluğun kimselerce
üzerine alınmayan yine de kat kat giymek duygu katmanını hele ki işin içinden
çıkılmaz bir cefa iken yüreğin sefa bildiği ve o derin huşu; bilinmezliğin
mihenk taşında saf tutan kaygı cumhuriyeti.
Devre arası bir
mutluluk olsa da saf tutulası, dingin bir mecrada huzura rast gelmekse ya da
yarış atı düzeneği addedilen insan pazarı hegemonyasında duru bir cehalet iken
adına insanlık denen, neye yarar tek taraflı o hulasa varlık denen
kifayetsizliğin bil mukabil, dercesine rast gelmiş iseniz oncasının
öncesizliğine sığınıp da sonraya tekabül eden yarınlar imgesinde sıraya
girdiğiniz bir umut kuyruğu.
Yarına çıkmak en hulasa
tutum yine bir bendin, bir yüreğin pervazında ya an iken takılı kaldığınız
dünden bir milim dahi ilerleyemezken bir de buz tutan bir yürek ise o çatık
kaşlı ısrarında günce bildiğiniz ömrün devrik ve hüzünlü telaşını da yürekten
yaşamak kadar kaygılı bir girdap olsa doyamadığınız yaşama sevinci…
Günlere sığınıyorum
belki günün sözünde yetim bir sancıya konuşlanıyorum, günsüzlüğüme lanet
okuyorum: Ait olmadığım bir evrene sunuyorum beyan ettiğimden ziyade beyan
etmediklerimde ısrarcı iken Tanrı.
Kucaklasam da
kundaklanıyorum. Kundaklanan sadece biçimsiz bir şemailde kıvılcımı eksiksiz
bir yangın. Mabedin kapısında kondurduğum ise basit bir çizelge: Kapıdan
geçenler iken mimlediğim yalnızlığın konuşlu sessizliğine bir buse kondurmak
kaygısı olsa da sevi dilinde kerpeten misali rast geldiğim kayıtsızlık.
Gelip geçenler.
Geçip de geri
dönmeyenler.
Belki de sevgimin geri
dönümü bariz bir öfke iken yanında da savruk bir nota yine tahammülsüzlük kadar
da insana yorgunluk katan.
Soluk benizli bir ömür
törpüsü beyansızlığındansa beyan etmekten geri duramadığım ve anlaşılamamanın
getirdiği bir kırıklık da değil asla bilakis konuşlu o yalan hükümler:
Anlamsızım çoğu zaman ve ansızın galeyana gelip, noktayı koymak istediğim nice
seyri sefer.
Zamansız donatılar,
ölümsüz imgeler, anlık rötuşlar, süregelen hegemonya ve suç unsuru varlığım ki
varlık addedilen topu topu kelamı yitik bir mertebeye konuşlanmak istemediğim
ama yine de kalemden damıttığım muteber bir sunum anbean yönümü tayine etmekte
bir kıyım iken tüm sıkıntı ise mücbir sebeplerin ne olduğunu kestiremediğim.
Kayıt altında olduğum
kadar hangi izlekse tahakkümün biri bin para iken ve devre dışı iken tuttuğum
zaman aralığında kim ise rast gelmeyi ümit ettiğim ama makûs talihimin
ikbalinde yığdığımdansa yağan rahmetten de nemalanmayı aşk bellediğim.
Eyvallah!
Hüzne de aşka da
Eyvallah.
Tek yönlü bir gidişte
bir pul etmez iken varlığım Eyvallah evrene ve tüm kayıtsızlığı da sineye çekip
erip ereceğim hidayetin artçı mihraklarına da Eyvallah.
Dün bir bu gün iki,
demek ise zincirleme kazanın maktulü de zanlısı da tek kişiye tekabül ediyorsa
bu sefer dilediğim affın sunumunda verilen ceza da sanrı yüklü bir girdapta
sonsuzluğu milat bilip, en başa aldığım tüm kuralcı zihniyetlerin kundakladığı
iç sesime de yazıklar olsun hele ki muteber bir tınıyı bağrıma basıp da söz
geçiremediğim, gönülsüz bir rota olmaktansa ölmeyi yeğlediğim, aşkı hidayet
bilip de sonlanmayan beşeri ihtiraslarıma da ayrıca ket vurmak yine varlığımın
döngüsünde bir bir kayıtlı hele ki Allah katında…
Sürgün edildiğim nice
diyar.
Nice mürit yine
yalnızlığın saklı sanıkları.
Devrik ömürlerin
yalıttığı insan suretleri.
Nefret odaklı
mihraklarca saygın bir rezerv belki de konumlandığım ama adlandıramadığım ve
her nasılsa üstlendiğim ama sonlanmayan bir kıyım bir zulüm yine insan
arayışımda insanlığıma lanet okuyan bir cürüm ve tüm kayıtsızlık iken mercek
altında tüm sakıncalar bir bir soluduğum ve devamı gelmekte olan o sancı ki
rüştünü çoktan ispatlamış ama her nasılsa katıksız bir sofrada sunuma geçen günün
menüsü yine gönülden gönle akan bir ırmakta coşku addedilen bir matemi de
kaygıyla rencide edilen bir gölge.