“Böylece sizi orta yolu benimseyen bir ümmet yaptık ki, siz insanlara örnek olasınız ve peygamber de size örnek olsun. Biz sırf Peygambere uyanları, bağlı kalanları O'na uymaktan vazgeçenlerden ayırdedelim diye daha önce yöneldiğin kıbleyi tekrar kıble yaptık. Bu değişiklik, Allah'ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı boşa çıkaracak değildir. Hiç şüphesiz, Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.”, Bakara, 143
Bir film senaryosu yap deseler acaba kim ne tür bir senaryo yazardı. Farkında olmadan yaşadığımız çevrede çeşitli yalan ve aldatmalarla yaşadığımız bu gerçekler ışığında acaba yaşanmış aynı senaryolar ortaya atılabilir miydi?
Her filmin konusuna bakınca, aslında içimizde gizlediğimiz canavarlar, aşklar ve yalanlar su yüzüne çıkıyor ve seyreden için bu sanat oluyor. Aslında sanatın bu yansımalarını öylesi olağan şekillerinde ve doğal yaşamaktayız ki… Demek ki, kimse isminin geçtiği bu senaryoyu yazıp, bu şekilde ünlenmek istemiyor. İçimizden bir sivri akıllı çıkıyor ve her ne hikmetse yazıyor, oynuyor ve bizde seyrederken keyif alıyoruz içten içe. Bu yazana da övgüler sıralıyoruz. Elbette övgü onun hakkıdır çünkü kimsenin cesaret edipte kaleme almadığı, istenmeyen kılıklarda oynadığı böylesi bir imajla anılmak istemediği, ben buyum diyebilecek güce sahip olmadığı az rastlanır bir sıradanlığı yapmaktadır.
Sanatın her dalında bu çılgınlık ortaya çıkmaktadır. Bunu yapanlar öylesi az bulunur cinstendir ki, yaşadıkları ve sundukları bu görsellerden sonra iyice yalnızlaşmaktalar ve kendilerini içki, sigara ve afyon âlemlerinde sarhoşluğu ve dolayısıyla kendini unutmayı seçerek, bir nevi sanal âlemde kendilerini mutlu etmektedirler. Bu kişileri toplumun genel örüntüsünde anlayabilir insanların olması oldukça azdır. Bir nevi, bu cesaretleri ile toplum dışına itiliyorlar, şöhretin bedeli olarak!
Bu şöhrete kavuşmuş sanatçının görüntüleri her kişinin isyanı anlamına gelen bir model oluyor. Kimse arabasında hız yapmak istemez yahut çok yüksek fiyatı yüzünden son model bir araba satın alamaz. Onlarca villa, lüks hayat sahibi olamaz. Ama hayal ederler. Bu şöhrete kavuşan kişiler, çoğunluğun kurduğu hayalini gerçekleştirirler, tek başlarına cahil teşebbüsleri ile. Tenlerine dövme yaparlar, burunlarına kaşlarına yüzük takarlar, sanki pişmanlıklarını, yalnızlıklarını, acılarını… Sembolize ederek, topluma mesaj vermek isterler. Ama bu bile yanlış anlaşılır, toplum gayenin ötesine giderek sıra dışı yaşarlar. Yani cahil insanın davranışını, daha da cahilce taklit ederler. Neden yaptıkları değil, sanki çevresinden bıkmış ve yalnızlığı tercih etmek için bu yolu seçerler şöhrete kavuşan kişiler...
Eskiden bir söz vardı “ iki gönül bir olunca samanlık seyran olur!” ne kadar manalı geliyor bana şu anda. Yani eğer madde veya dünya, insanı mutlu etseydi bu sıra dışılığa ve yalnızlığa itilmiş şöhret sarhoşları en mutlu olmaları gerekmez miydi? Madde olmadan mutlu olunmaz diyen kişilerin, maddeye sahip olup da ne kadar mutsuz olduğu herkesin gözü önünde cereyan ediyor. İnsanlar madde ve dünya nimetleri ile mutlu değiller, bunu herkes biliyor. Sıra dışı olmak ve bunu ispat etme yetisi nereye kadar insanı mutlu edebilir ki… İnsan ölüyor, ruhu uçuyor, bedeni toprağa girip çürüyor. Bu üç aşama gibi şöhret çılgınlık yaptırıyor, yaptıkları sonra tat vermiyor, bu yaptıkları ile ruhundaki iyi yönü ölüyor ve kişiliğinde kaybolup gidiyor.
Kayınpederimin güzel bir sözü vardır, “Eğer her gittiğin yerde dostun varsa ve seni sen olduğun için bu kişi seviyorsa dünyanın en zengin insanı sensindir” acı gününde bir telefon gelmiyor yahut bir imdat sesine cevap veren olmuyorsa, bir insan nasıl mutlu olabilir ve hastalıktan kurtulma motivesini güçlü kılabiliriz ki! Hayat ancak sağlıklı ve güçlü hissettiğimiz anda maddeyle bir eğlence alanı bulabilir. Ancak, çok parayla yaşadığımızda, her şeyden israf ettiğimiz için, ne hasta olmamanın nede ölümün bir garantisi de yoktur. Hayat vur patlasın çal oynasın seyrinde de asla gitmiyor.
Gaye içimizdekini ortaya dökecek yanlışları ve yaşanmazları ortaya çıkaracak bir sanatı aramak değil, maddeden sıyrılmış insani duyguları tetikleyen güzellikleri var etmektir. Bunu sağlayan kişilerde, topluma yaşadıklarıyla bir nevi mesaj verirken oldukça mütevazı davranmalı ve içtenliği diğer insanlar tarafından iyice anlaşılmalıdır. Sanki toplumun güzide bir parçası ve halktan biri, Allah dostları gibi…
Yaşamak isteyip de kötülüğü her an vurgulanan ve içimize hapsettiğimiz bu sıra dışılık, edep mahzeninde saklamalı, bu görsel ve asla yaşanılamaz dayatmalara aldanmamalıyız. Sonuçta perde cansızdır ve görüntü uçar gider… Biz ancak kötüye sahiplenirsek bu canlanır. Ne böyle şöhreti ve sanatı nede sıra dışılığı yaşamak uğruna bir hedef seçmeyelim. Bizim için yaşam modeli olarak, aşırılığı benimsemeyen orta yol tercih edilmelidir. Zaten, dinimizde de bu tavsiye edilen de budur. Sağlıklı bir toplum ancak, güzelliği yaşattıkça mutludur. Gülü dalında severse yaşamı lüks olur. Yaşamımızı soldurmayalım, güzeli ve doğallığı olması gereken yerden ayırarak ve ortaya çıkarıp dökecek süslemenin gayreti içinde olalım!
Saffet Kuramaz