“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” Âl-i İmran Sûresi: 134.
Kulağında, kaşlarında, göbeğinde küpe görsek, hemen deyiveririz züppe… Göğüs dekolteli, mini etekli, aşırı makyajlı bir kadını görsek hemen deyiveririz “Bu kötü kadındır!” Uzun saçları, saç sakal birbirine karışmış yüzü, içki içen, esrar çeken bir adamı görsek dinsiz, iblisin teki deriz! Kafasında takke, uzun sarık, molla giyimli birisini adam öldürürken görsek, işle Müslüman böyle katliam yapar deriz, bu görüntüyü esas alır, samimi Müslümanları suçlar dururuz. Biz hep insanları dışarıdan nasıl görünüyorsak o görünüşleri ile değerlendiririz. İçinde nasıl bir insan yaşar, öğüt verirsek anlar mı ya da bizi dinler mi, bu kişi kimdir, konuşup tanış olalım demeyiz… Ön yargılı olduğumuz için hemen bu kişiler hakkında olumsuz hüküm veririz. Ne yazık ki, çevremizde kötü bir olay olsa o yapmıştır diye de kesin fikirliyizdir. Biz sadece damgalarız, koyunları ve inekleri damgalar gibi... Niçin konuşacağız, niçin öğüt vereceğiz, niçin onun için zaman kaybedeceğiz ki… Görünen köy kılavuz istemez deriz.
Sokağında erkeklerle beraber olan kadını doğal olarak istemezler, ona evlerini kiraya vermezler, görünüşte masum bir istek gibi görünsede. O kadın kendini gizler, o sokağa yerleşir. Gel gör ki, foyası ortaya çıkar. Bunu gören birisi, elinde davul olsa, çığırtkan bir şekilde herkese kim olduğunu haykırır. Ama bir fırsatını bulsa, o kadına gider birlikte olabilmek için can atar da, maalesef. Gidip kadına, gel seni evlendirelim, bu kirli işi yapma, paraysa para kazanacağın iş sahibi yapalım, yeter ki bu kirli işten vazgeç… Gibi öğütler vermeyiz. Biz vermedikçe o da almaz. En azından bu öğüdü vermediğimiz için, öğütten sonra bu işe devam edip etmediği sonucunu göremeyiz. Yaptığımız toplumu düzeltmez. Sadece bu kirli kadın bizim sokağımızdan taşınır. Başka sokağın ucubesi olur. O gider başka mahalleye ve işini yapar. Zehrini akıtmaya, yuva dağıtmaya da devam eder. Ne bu pisliği önleriz, ne de topluma samimi bir katkımız olur. Kötülük devam eder. Sonra yaygara yaparız, ahlaki çöküntü aldı başını gidiyor, yağmur ve kar yağmıyor, paramız değer kaybediyor, ekonomi çöküyor… Deriz. Çöktüren biziz farkında değiliz. Eğer o sokakta, bu kötü kadına kimse gitmezse bu kadın nasıl yaşayabilir ki orada! Her şey bizimle başlıyor ve bizimle bitiyor aslında.
Dinimiz, eğer bir kâfir bile olsa ve bu insan can çekişirken kurtarmak mümkünse kurtarmamızı emreder. Kişiye hem iyiliği emredeceğiz, hem de kötülükten vaz geçmesi için de emredeceğiz, vazifemiz bu... Eğer verdiğimiz öğütlere cevap vermiyorsa bu vazifemiz bitecek. Biz insanların amellerini temize çıkarıp cennet müjdesi verebilecek değiliz. Ya da kusurlarını döküp cehennem bileti kesecek de değiliz. Cennet ya da cehennem biletini yalnızca Allah verecek. Kim nasıl yaşamak isterse saygı göstereceğiz, biz saygı gösterdikçe onlarda saygı gösterecektir. Biz, yalnızca kusurlarımızı görüp düzeltmekle ve Allah’ın sevdiği kullar arasında nasıl olabiliriz onun gayreti içinde olacağız. Bir insan işlemiş olduğu geçmiş günahlarına tövbe ettiğinde ve bir daha tövbesindeki günahlarına yaklaşmadığında, tüm geçmiş günahları Allah tarafından affediliyor. Buna en güzel örnek Ebu Cehil'in oğlu İkreme Bin Ebu Cehildir... Tövbe etmiş, Peygamberimizden biat almış, komutan olduğu bir savaşta şehit olmuştur. Nereden nereye değil mi? Ne oldum değil ne olacağım demeliyiz daima. Bu yüzden küfre karşı ilmimizle ve sabrımızla karşılık vereceğiz. Bunun tersi bir ideoloji çok tehlikelidir. En azından aldığım ilim böyle söylüyor. Aman bu konuda dikkat edelim. Eğer İslam’ı yaşamamıza izin vermiyorlarsa, artık tek çare onlarla savaşmaktır. Hoşgörü ve kardeşlik ancak, birbirimizi tanıyarak, dinleyerek, kötünün yaptığı eziyete Bilal-i Habeşi gibi sabır göstererek, duygudaşlık yaparak gerçekleşebilir.
Birlik ve beraberlik lafla olmaz, bana necilikle de olmaz. Buna en güzel örnek, Peygamberimizin Medine’ye hicretidir. Birisi Ensar olacak, diğeri Muhacir ama kardeş olacak, hiç bir şeyi olmayan kardeşiyle her şeyini Allah rızası için paylaşarak… Allah nasıl bize her şeyi veriyor ve ikram ediyorsa, biz de Allah için vereceğiz. Biz verdikçe Allah daha fazlasını verecek ama ancak bunu yaşayan bilir. Çoğunluğumuz, biz kazandık, enayi miyiz ki kazandığımızı başkalarına verip yedireceğiz deriz. Aslında vermedikçe, biriktirdikçe, yastık altına yığdıkça, kaybettiğimizin farkına varamayız… Lütfen unutmayalım veren el alan elden üstündür… Verelim! Selam ve dua ile...
Saffet Kuramaz