İnsan yaşarken, çıkar hayatının tepesindeki burcuna, orada nedense hep kendini görür ve mutsuz olur? Çünkü yanında kendisine yoldaş olacak bir dost arkadaş taşıyamadığı sadece kendisini ve çıkarını koruduğu için olmasın! Aşkın tatlı sözleri dilinde yok ise aşkın tatlılığını dudaklarında hissetmiyorsa, hissedeceği tek şey zehir tadı olacaktır… Bazen insan karşısındaki insanın kendisine gönül kapısını köşkünü sarayını ardına kadar açtığını görür de, gönül kapısını bir santim aralayamaz ise yaşayacağı, yalnızlık ve ıstırap olacaktır…
Karşımızdaki insan bize binlerce sayfalık güzelliklerle dolu romanda
şiirde yazsa, biz bazen onun için bir satır güzel söz yazmayız, kendi gururumuzun
esiri olur onu hor görür, beğenmez kapı dışarı ederiz! Böylesi insanlara
meyvede olsan deva da olsan şifada olsan sen karşısında, anlamsız bir varlık
olarak değersiz'sindir! Asırlardır insanoğlu böylesine yanlış algı içinde kendi
hayatının yolunu yanlış yola doğru, yanlış hecelerle yazıp çizerken ve kendi
yalnızlığını ıstırabını kendisi yazıp çekerken, kendi yazdığını unutarak ya
kaderden ya da insanlardan suçu bulmaktadır ne enteresan bir durum! Unutulmuşluk romanını ölü hecelerle yazarken,
unutulmuşluk senfonisini ölü bir dil ile bestelerken bu romanını okuyamamanın
ve senfonisini dinleyememenin suçunu yine insanlardan bulmakta. Çözülmesi
gereken bulmacanın cevabını yanlış dolduran insan haliyle her şeyi de yanlış
anlayarak yaşamanın çilesini çekecektir.
İnsan hislerinin sözlerinin nasıl
bir duyumla duymamız gerektiğini bilmiyorsa, bizi de duyanların olmayacağı
bilemeyeceği bir anlamsızlık sokağında yaşayacağımız, gerçeğini değiştirmez. Ölü hislerin ve sözlerin hecelerin nasıl bir
anlam taşımadığı gerçeği varsa, bizimde bunlarla yaşıyor olmamızın tek suçlusu
yine kendimiziz, başkası değildir. İnsanın simgesel dünyası algısı hisleri
duyguları kayıpsa eğer ömür boyu, hep kaybetmeyi oynayacak ve kaybedecektir! Algısı
hisleri duyguları anlaşılmayan algısı, anlaşılır gönül diliyle onun sevgisi ile
sarılır da ortaya çıkarılır ise o zaman, anlam mana anlaşılırlık aracı ile
anlaşılır, olacaktır. Anlayıştaki sürekli durağanlık kişiye bir anlam
kazandırmadığı gibi, ömrü boyunca durağı olmayan fakat durağı varmış gibi
anlamsızlık durağanlık ile çepeçevre sarılmış anlamsızlık durağında sokağında
boşa gezerek, sanki orada anlamlı bir durak ve sokak varmış gibi, ömrünü boşa
heba etmiş olacaktır.
Olasılık depremi ile her an
sarsıntıları yaşayarak, karşımızdaki insanları olasılık sarsıntılarımız ile tahlil
ederek, onlardan uzaklaşmamız kendimizden uzaklaşmak olduğu gerçeğini de
unutmayalım. Bu anlamsızlık insanın kendi özüne dönmesine, gönlündeki
güzelliğin kapısın bir ömür boyu açmamasına neden olacaktır. İnsanın kendi özüne dönmesi gönlünün kapısını açması her zaman
kendisini hayal kırıklığına doğru sürükleyecektir.
Hafif hafif adımlarla kimseyi ezmeden anlayışla yürüyenle, önüne geleni
ezerek geçen haliyle bir olmayacaktır. Hafif adımlarla yürüyen her zaman saygı
görecek, ezerek gezen nefretle anılırken her an kaçmanın korkusunu yüreğinde
hissederek, belirli bir yerde hiçbir zaman çadır kurarak yaşayamayacaktır. Doğruya
güzele ulaşma hızımız, yıkma hızımızdan anlayışsız bakışsız hızımızdan geri
kalırsa eğer, ”iyiliğe” doğru ulaşma onunla buluşmamızı haliyle yok edecektir.
Uzun bir konu ve mevzu şimdilik noktamızı koyalım daha sonra devam ederiz.
Selam ve dua ile.
Mehmet Aluç