Hicvinde saklı bir
kelam,
Matemin seyrinde ya da
meltem kıvamında olmalı:
Önce hüznü gömmeliyim
akabinde
Sırça köşkümün
kıblesine kondurduğum bir buse
Yine merhametin
indinde,
Basit bir tekerleme
yüreğin kanadığı.
Kambersiz düğün misali,
Haylidir yorgunluklar
miras kabrimde:
Gölgelerinde devindiğim
surelerin,
Kerevetine eremediğim hikâyelerin,
Hatta sihri Aslı ile
Kerem’in,
Taşan oluk oluk isyanı
beşerin,
Yetti artık
sınırlarımın ihlali.
Mutluluk ısmarlamıştım,
bilinmedik bir zamanın bilindik bir cümlesine mimlendiğim iken geçmez o reşit
acı ve kaybolmayı unutmuştum yine unutulmuşluğun mizacında yanık bir kelama da
düşmüşken yolum.
Yolsuz kalmışlığın
gümbürtüye giden sefasıydı aslında pervasızlığın da kurgu olduğu gerçeğini
boykot edenlerce artık hangi rahlede sunmuşsam içsel bir rota endamında,
yüklendiğimi pay etmiştim günlere.
Önce günler seyreldi
sonra da zamansız terk edilişlerin acısı çöreklendi: kâh bir yürekte kâh içi
boş kutuları ev yapmış cahil ve göçebe kuşların nidalarında kendimi bulduğum
belki de tamamen kurduğum senaryoların başrolünde yine hüzün yine yalnızlığın
totemi o üç harften oluşmuş en güçlü yoksunluk.
Mimlenen zaafların,
gölgelerin de suru iken yanılsamalarım, ben yana yakıla dönenmiş gidenlere bir
bir okuyordum rahmeti: önce içsel var oluş sancı derken der top olmuş benliğimi
askıya alırken bilinmez bir mekânda ve bu sefer bilindik bir zamanda.
Kontrolsüz çöküşler,
yanlı gülüşler ve kontörü kayıp akıllı cihazlardan ne düşerse payıma hele ki üç
noktalı sessizliğime gölge düşüren şu sefil tınsında kalemin yüreğin de
matemini sürgün ettiğim bir hikâye daha yazma telaşı içerisindeyken.
Sonra ne mi oldu?
Tantanası hayli ayyuka
çıkan çırpınışlarını yok sayan mazlumlara bir kez kol kanat germişti Tanrı ve
uyutulmayı bekleyen insancıklarla kesişti yolum: Ben gibi aykırı, biz gibi
yoksun ve onlar gibi birincil çoğul şahıs olmayı bekleyen nice güruh.
Sonlanan hikâye
kahramanları biliyordu ki asla ek kontenjan açılmayacak ve asla hanelerinde var
olma telaşları mutlu sonla bitmeyecek. Mademki yazmadığım hikâyelerde yer ve
makam savaşı yapan metruk yüreklere rast gelmiştim eksildim bu sefer nizamında
aşk, kursağında sitem ve biteviye sürgün hayatı yaşamaya muktedir garip
yoksunlukların da ucube farkındalığına kol kanat germek kadar kıt kanaat
yaşamaya dair duyulan şükür.
Yoksunluğun kılçığını
ayıklamaktı birincil vazifem ve kınında aşka saklı hutbelerle kesişmeliydi
madem âdemoğlunun bitimsiz ve kuralcı ihtirasları yol olacaktım yolsuzluğun
kitabını yazmaya aday bakir bir cümle kadar da yalın ve saf.
Diz boyu idi diril
gölgeler.
Kayıtsızda iblis.
Kandırıkçı cümlelere
sığınmıştı aşüfte yoksunluğu yine kadınlığın mertebesine toz kondurmayan ama
erkeklere de taş çıkaran.
Kanadıkça evren,
kandıkça yalanlara kanatmalı mıydım da kancık bir imgede yüz görümü mutluluğu
ısmarlamıştım ya da beyhude bir şarkı mıydı tuzağına düştüğüm?
Yolsuz kalan
kahramanlar tüm desturu ile engelli düşlerini de mademki rehin vermişti gaipten
gelen seslere talim ediyordu aklı sıra.
Birbirine inanmayan kim
varsa.
Birbirini kandırmayı
görev bilen kim ise.
Ve çalmasını dilediğim
şarkılar ısmarladım bu kez hele ki Tanrı’ını yolunu düşmesini arzu ettiğim tek
hücrelik yaşama sevincime sonsuz nüktedan sır yükleyip de kıyısından köşesinden
nasiplendiğim birincil derece mutsuzluk.
Torba yasasına giren
engebeli düşlerim.
Yoksunluğa maruzat
varlığımın da bir dirayet simgesi olduğu.
Aşka muktedir bir
evrende kayıtsız şartsız varlığımızın hiçlik sevgilerin de İlahi Aşka dokunan
boyutsuzluğu yine indinde imgelerin sattığım düşlerimin peşine düşüp
istiflerken ölümlü sevdaların acı sonlu mazisine katık yapmışken uçkuru düşük
hangi cümle ise sansürlediğim bir yasa kadar da yas yüklü.
Öykündüğüm hayatlar da
olmadı oysa belki de ödül bildiğim yoksunluğun varlığına duyduğum şükür ile
hangi muktedir duygu ise peşine düştüğüm yine benliğimin tahammül gücünü tarttığım
bir ön yargı belki de düşkünlüğüm öncelikle sevgiye akabinde yok sayılmamın
tetikleyicisi iken sessizlik bu yüzden hem konuştum hem yazdım.
Hep susmuştum.
Susmaların gölgesinde
ince bir çizgi çizdim önce dipçiğini kontrol ettiğim iç sesime sonra da yitip
giden güven duyguma.
Hep susmaktı madem
biçilen ben de yazacaktım.
Hep öldürülmüştü
mademki hayallerim yeniden doğurmalıydım.
Yeni hikâyeler
girmeliydi düşlerime. Yeni insanlarla kesişmeliydi yolum gerçi üzülmeyi
alışkanlık haline getiren bir mevta görevi görsem de sevecek illa ki sebeplere
de rast gelecektim.
Sırlardı gök kubbeye
esir düşen.
Sessizlikti hep egemen
olacak olan.
Yazdım ve yazdım ve…