Şifa yüklü dizelerde,
Sefasını sürdüğüm bir hengâmede
Yine kaygıların dibinde
Aşka da nazire eden
nice beyitte
Sürgün tutulduğum
yılların ve yalanların
Soluk renginde bir
günceye sığan satırlardan arda kalan
Bir hezeyanda gönülsüz
olmadığım
Hayat yolculuğunda
Kırılan dirayetimin
sancısı belli ki
Yazmaktan geri
duramadığım
Yaşam savaşımda
Pür-neşe israf edilesi
kelimelere duyduğum şükranda
Minnet dolu
yakarışlarıma asla sırt çevirmezken İlahi Aşkın da
Yüzü suyu hürmetine
Bir kelamda bir de açık
yaramda
Ölmekten korkmadığım
gerçeği ile
Her daim sadece O’nun
hükmünde
Bir zerreyim,
Tutarsızlığımı
görmezden gelen
Ve tövbelerime geçit
veren
Sadece O’nu aşkına
duyduğum minnet ile
Sadece O’na emanetim.
İhlal ettiğim
satırlarda yine sorumlu tuttuğum tüm tahakkümü de yok saymaktan yorgun, kelamı
da sürgün bir deryadayım.
Yanıldığıma nazire eden
yine sevginin beyanı ve asla da is ve pus tutmayana bir öngörü yine gündönümüne
sürüklendiğim geceye ait bir tını da densizliğin raconunu bilenlerce benim de
anlamsızlıklara verdiğim paye.
Sözcükler ufaldıkça ben
büyüyorum ve büyütüyorum gözümde tüm çöp adamları derken serkeş bir tınıda raks
eden gece ile arama nifak sokan ucube bir yoksunluk hâsıl oluyor aslında
olmayandan ürettiğim ve olanla yetinsem bile bir yerlere depoladığım sevgi
kümeleri.
Adı olmayan insanlarda
yüklüyüm belki bir belki bin belki de bilinmedik bir dinginliğe rest çekip de
içsel kaygılarımın hegemonyasından sıdkım sıyrılmış iken dış etkenlere de yüz
çevirdiğim.
Hayli kaygılı mı? Asla.
Sona meyilli bir hikâye
mi peki?
Hiç sanmıyorum hele ki
kendi hikayemi kurgulama gücüm yok iken kurmaca bir hikayeyi de mal edemem asla
kendime…bingo!
Kocaman bir yanılgı
neden derseniz…
Sanırım çok çok başa
almalıyım filmi. Film dedimse ben içsel bir savunma mekanizmasıyla ve Freuden
teorinin de girdabına kapılmışken… ve uyuyan benliğim derken tekabül eden
yıllar…
Yaşım dört var yok
aslında yoksunluğun minvalinde gölgemi bile arkadaş bellediğim neden derseniz cevabı
çok keskin ve belirgin:
İlk çocuk olmanın
ötesinde ailenizin tek çocuk olma şerefine nail olarak bir o kadar üzerinize
titreyen ebeveynler ve sonuç itibariyle oyun arkadaşınız olan evin kalın
perdeleri ve arkasına saklanmış gizil tanıkları yine boyutsuzluğumun ama ruhuma
da en iyi gelen.
Çoluk çocuğa karışmış
bir kadın aslında perdenin arkasında raks ederken kornişlerin gıcırtısı ve
sessizliğe karışan annemin sesi:
‘’Kopacak şimdi
çekiştirdiğin yerden üstelik daha yeni astık onları oraya.’’
Komik.
Yoksa acı mı?
Aslında tek gerçek,
hayal dünyamın uçsuz bucaksız o sürrealist varlığında heba olan oyun
arkadaşlarım yine de kimsenin bilmediği ve asla bilmeyeceği belki zamanı
gelince paylaşmaktan mutlu olacağım tıpkı an itibariyle yolculuğuma sizleri de dâhil
etmişken.
Çok uyduruk bir ismi
olduğunu hatırlasam da net olarak çıkaramıyorum aklımın tozlu sayfalarından ama
net olan yüzlerce çocuğu olan bir kadının benimle geliştirdiği o kurmaca
döngüde yine rast geldiğim bir rüya iken gerçeği ve yalnızlığı çekilir kılan.
Nereden nereye…
Başlangıç noktamda son
denen ritüeli de esirgeyen bir minvalde, akıl öğüttükçe geçmişi ve geleceği de
perdeleme ihtimalini asla ön görememenin verdiği bilinçsizlikle ben sür-git
sevmelerle bozmuşken aklımı ama benliğimi de yok sayıp şeref veren gönül
dostlarımdan damladıkça sevgi zerrecikleri hayata duyduğum aşkın da göreceli
muafiyetinde ve hangi akla hizmetse şarkılardan nemalandığım ve yazma şerefine
nail olacağımı da göz ardı edip çok farklı boyutlarda yine göreceli
yolculuklara çıkacağımın bilincinde olmadan bir içsel tutarsızlık iken yoksun
kılındığım ama asla da yok saymayı beceremediğim insan sevgim ve… Tüm
yıkımlarını belleğimin olmayan bölümünde depoladığım bir katman iken yine
sessizliğime prim verenlerce ve ben de onlara prim verdikçe dur durak bilmeden
sayısız cephede savaşma ihtimalini gerçek kılan.
Kurgu denen illet yoksa
hezeyan yüklü bir bildirge mi ansızlığı genele taşıyan belki de aslımı yine
bana sunan bir minvalde son sürat tabana kuvvet bir kulvardan diğerine atlayan
ben-merkezli hayallerimi de yok sayan ne çok güruh yine hayatın ırmaklarında
boğulmaktan son anda kurtulduğum ama peşi sıra atladığım o boşluk belki bir
kuyu kadar karanlık ve dipsiz belki de bir kuytu kadar sahiplenmeyi aşk
belleyen ama aşklarına da toz kondurmayan.
Kanayan satırların ansızın
attığı çığlıklara rast gelip sıra dışı tezahür etmeyi akıl karı sayan bir hengâmede
akılsız başın mimarı iken bitimsiz hayallerim…
Kimine göre umut.
Kimine göre hayal.
Kimine göre de hiçlik
ile iştigal ettiğim gerçeği ve yine sırtını dönenlerce emsalsiz bir yalnızlığa
da davetiye çıkaran ama kendimi asla yalnız hissetmediğim.
Çokça da sebebi var ve
az bir kesimde anlaşılma ihtimalime rast gelen bir tümcede ölmek kadar da
meşakkatli bir yolculuk, iç sesimin pompaladığı sözcükler ve aşka nazire eden
hiçlik şarkıma geçirdiğim kılıfta, artık hangi yoksunluk ise kantarın topuzu.
Dediklerim kadar
demediklerim.
Diyecek olup da son
anda geri durduğum ama yine de saniyeler sonra sunuma geçeceğimin garantisini
vermişken Tanrı.
Suretlerde yanılgı mı
da var yoksa seyretmekten kendimi alamadığım bir ayna mı sadece iç dünyamın
tezahüründe bin bir imgeye yolum düşüp de içselleşen bir gövde gösterisi belki
de duygularımın buyur ettiği ve durağan hayatın da kırsalında yüz görümü bir
yaşama katsayısı yine ben cebelleşirken sadece kendimle ve yine evren ek olarak
inanılmaz sorumluluk yüklemişken omuzlarıma hem de...
Sınırsız mı?
Yoksa sırasız mı
demeliydim?
Belki de sıra dışı…
Sırlarla yüklü belki de
ya anlaşılmak denen anlam kaygısı ya da anlamsızlığın kehanet bildiği bir
sonraki gün iken mi depoladıklarımı ifşa etme telaşım?
Sorular hep sorular ve
yalan yanlış ne çok söylem ne de çok sakınca yine insan eti iken hep ağır gelen
ama göremezken bizler aslında ruhlarımızın nasıl da ağır ve dayanılmaz
olduğunu.
Kerelerce beyan edilen.
İspat edilesi ama bir o
kadar da karalanası.
Kanadıkça mı kandıkça
mı?
Karaladıkça mı yoksa
masumiyet her zamankinden fazla hassasiyet gösterip ve sevdikçe sevesim
geliyor, dercesine sebepsizce kundaklanan yürek yangınlarımız…
Sarmalında hidayetin
evet, sarmalında ve vazgeçilmezliğinde yine de geri duramadığımız ne çok yalan
ne çok isyan ne çok günah oysaki hep demez miyim: İnancımın arkasındayım.
Hadi, o zaman ne
duruyorsunuz: sevin sevebildiğiniz kadar hatta kundaklansa da ruhunuz taviz
vermeyin sevmekten…
Sayılar neye mi tekabül
ediyor?
Ya harfler çok mu
çaresiz?
Yoksa addedilen
çaresizlik aslında yüreğin yoksun kılındığı sevdaya düşmemişken yolunuz,
nefreti ve kini daha çok mu benimsemeniz?
Ve insan ırkı…
Sahi ne zamandan beri
eksildik de çoğaldığımıza hükmediyoruz yine de evet, yine de siz sadece
kendiniz olun ve abartın neşenizi hele ki kimselerin gücü yetmezken yaşama
sevincinizi çalmaya sadece sevin sevebildiğinizden de çok bilin ki ne sevgi
tükenir ne de benliğiniz bilakis artan bir huzura denk düşecek tüm sevgi imleri
ve bilin ki; ne sizsiniz çaresiz olan ne de harfler.
Ya o küçük çocuk, hani
içinizde bir yerlerde saklı ve unutmadan ona da selam olsun iç sesimin yorgun
yıllarından çıkıp da gelen o tezahüratı da yüklenmiş iken hele ki sonlanmasına
mahal vermeyeceğim hayat şarkımdan da son bir nakarat belki de tehir etmem
gereken kimine göre ama benliğimin buna geçit vermeyeceği.