Efendim,  bir  kez  mide  ameliyatı,  iki  kez  de  mide  kanaması  geçirmiş  bir  kişi  olarak  kahveyle  oldum olası  aram  yoktur.  Hani  Kadıköy'e  indiğimde  kahvecilerin  önünden  geçerken  o  mis  gibi  koku  beni  cezbetse  de  içmem.  Bizim  evde  de  bir  kutu  kahve  neredeyse  iki  senedir  öylece  durur. Hiç  ' Yahu  kendime  yapayım  şöyle  bir  kahve'  demem. Hoş  çay  da  öyledir  benim  için.  Sabah  kahvaltısında  iki  bardak..Hepsi  o.

İlle  velakin  ülkemizde  oldukça  sevilen  bir  şeydir  kahve.  Şey  diyorum  zira  içecek  desem  pek  o  sınıfa  girmez  minicik  bir  fincanda  içilen  bir  yudumluk  şey.  (  Bana  göre  tabii  ki.)  Bazıları  içinse  bir  fincan  kahve  hayatın  ta  kendisidir.  

Bu  arada  hemen belirteyim: Kahve  derken  bazılarının  ketıl  üzerinde  kaynattıkları  suyu  bir  koca  bardağa  boşaltıp  üzerine  kahverengi  bir  tozu  döküp  karıştırarak  yaptıkları  ve  adına  Amerikan  kahvesi  dedikleri  o  acayip  sıvıyı    kahve  sınıfına  sokmuyorum  bile.  Benim  nazarımda  bir tek  kahve  vardır  o  da  bol  köpüklü  Türk  kahvesi.

Yani  düşünün  bir.   Köpüğü,  telvesi  olmayan,  ağır  ağır mangal  ateşinde  bakır  cezve  içinde  pişmeyen,  kokusu  bile  kahveye  benzemeyen  o  acayip  sıvının  nasıl  kırk  yıl  hatırı  olabilir  ki?

Evet..Kırk  yıl  hatırı  olan  kahve  Türk  Kahvesidir.  

Peki  neden  kırk  yıl  hatırı  vardır?

Çok  çileler çekmiştir  de  ondan.  Yani  o  kırk  yıl  hatırı  olma  payesine  öyle  kolay  erişmemiştir  kahve.  Ne  badireler  atlatmış,  ne yasaklar  görmüş  bir  bilseniz  şaşarsınız.   Kısaca,  bu  günlere  öyle  kolay  gelmemiştir  kahve.


E  o  zaman  başlayalım  kahvenin  hikayesine.

Efendim  her  şeyden  önce  zannedildiği  gibi  kahve  Yemen'den  gelmez.  Yemenden  gelmediği  gibi  bu  gün  kahve  dediğimiz  zaman akla  ilk  gelen  Brezilya'dan  da  gelmez.  Kahvenin  ilk  çıktığı  yer  Habeşistandır.  (  Bu  günkü  adıyla  Etiyopya ) İşin  daha  da  ilginci  kahveyi  ilk  kez  keşfedenler  de  insanlar  değil  keçilerdir.  Evet  bildiğiniz  keçi...Hani  şu  bizim  Abdurrahman  Çelebi  de  dediğimiz  sevimli  hayvancıklar...

 Rivayete göre, keçi ve deve sürülerinin çobanları güttükleri hayvanların garip bir ağacın meyvelerini yedikten sonra, daha canlı, hareketli olduklarını görünce, ”bunda bir hikmet var” diyerek durumu dervişleri Şazili’ye bildirmişler. Bu meyvenin suyunu kaynatıp içen Şazili’nin kendisi de aynı canlılığı duymuş ve kahvenin meziyetleri böylece anlaşılmış. Hatta  ilk  zamanlarda kahveye Şazili  denmiş,  daha  sonra  kahve  ağaçlarının  olduğu  köyün  adı  verilmiş  bu  sıvıya:  Kaffa...Köyün  adı  buymuş.

İlle  velakin  bu  anlattığım  kahvenin  bir  sıvı  olarak  içilmesinin  hikayesi.  Ancak  oldukça  doyurucu  bir  bitki  olması  ve  Habeşistan  gibi  kurak ve  çorak  bir  ülkede  öyle  fazla  tarım  ürünü  yetiştirilememesi  sebebiyle  yaklaşık  beş  asır  ekmek  yapımında  hamurun  içine atılarak  kullanılmış  kahve.  

Kahvenin  Habeşistan'dan  sonraki  ilk  durağı  Yemen  olmuş,  dünyaya  dağılışı  da  Yemen'den  sağlandığı  için  '  kahve  Yemen'den  gelir' olmuştur  zamanla.

(1450-1525) yılları arasında yaşayan Türk asıllı Ebubekir’in Arapça yazdığı tıp kitabında, 1420 yılında kahve kullanıldığını oradan Aden’e gönderildiğini kitabında belirtmektedir.

Paris Milli Kütüphanesi’ndeki eserler arasında bulunan Abd-el-Kadr’ın kitabına göre ise, kahve 1450 yıllarında Yemen’de tanındı ve yetiştirilmeye başlandı.

Kahve  ilk  yasağını  ise  1511 yılında  yemiştir. Bu  tarihte  Mekke'ye  hakim  olan  Memluk  Devletinin  beylerinden  Hayır  Bey,  bazı  ulemanın  tepkisi  yüzünden  kahveyi  Mekke'de  yasaklamıştır.  Ancak  bazı  ulema  ise  içilmesinde  dinen  sakınca  görmedikleri  için  bu  yasak  fazla  uzun ömürlü  olmamıştır.

Kahvenin  Türkiye'ye  gelişi  ise  aslında  Yavuz Sultan  Selim  döneminde  ve  1519  yılında  olmuştur.  Lakin  onun  döneminde  de  ondan  sonra  gelen  Kanuni  Sultan  Süleyman  döneminde  de  herhalde  pahalı  bir  madde  olduğundan  genel  olarak  ensesi  kalınların  içeceği  olmuş  ve    Kanuni'nin  ilk  zamanlarında  bizzat  padişah  da severek  içmiştir  kahveyi.

Kahve 1519 Yılında  Osmanlı  ülkesine  taşınırken  Türk  ve  İslam  dünyası   artık  kahvehanelerle  de  tanışmaya  başladı. Mesela  Kahire’de ilk kahvehane 1521 yılında açıldı. 1573-1578 yılları arasında Orta Doğu memleketlerinde yaşamış olan Doktor Rauvvolf, bu ülkelerde kahvehanede  kahve içtiğini yazmaktadır.

Bilinenin  aksine  kahve  ilk  kez  Kanuni  döneminde  Osmanlı  ülkesine  gelmemiş  olsa  da  ilk  kahvehane  onun  zamanında  açılmıştır.  Ancak?

Ancak her  ne  kadar  ilk  kahvehane  1554  yılında  Tahtakale'de Halepli  Hakem  ve  Şam'lı  Şems  adlı  iki kişi  tarafından  açılırsa  da  çok  kısa  süre  içinde  sayıları  artar.  Saray  dışında  kahve  içiciliği  hızla  yayılırken  sarayda  Kanuni  kendisi  için  bir  kahvecibaşı  bile  görevlendirir.  O  da  çok  sevmiştir  kahveyi.

Peçevi bu  olayı  şöyle  anlatır:  “Halep’ten Hakem namında bir herif ve Şam’dan Şems namında bir zarif gelüb Tahtekale’de kehve satıcılığa başladı. Keyfe müptela zevk ve eğlence sahibi kimseler, okur yazar takımından nice zarif kimseler toplanır oldu. Yirmişer ve otuzar yerde meclis durur oldu. Kimi kitab okur, kimi tavla ve satrançla meşgul olur, kimi gazeller getürüb maa-riften bahsolunur. Nice akçeler ve pullar sarfidüb yaran cemiyetine sebep olmak içün tertib-i ziyafetiden bir iki akçe kahve baha vermekle andan cemiyet sefasın ider oldular “  


Kahvehaneler kısa  zamanda artmakla kalmaz  bu  mekanlar  dedikodu   ve  fitne  fesat üretim  merkezleri  haline  haline  gelir.  Devlet  aleyhine  konuşmaların yapıldığı kahvehaneleri  kapatmak  gerekmektedir  ille  velakin  bunun  için  fetva  lazım.  Eh  fetva  lazım  olunca  da  müracaat:  Ebu  Suud  Efendi.

Şeyhülislam  Ebu  Suud  Efendi  fetvayı  düzenler:  “Her nesne ki fahım  mertebesine vara, sırf haramdır” Yani  'Herhangi  bir  madde  kömür  derecesinde  kavrulduğu  takdirde  onu  yemek  ya  da  içmek  haramdır.'  Kahve  çekirdeğinin  kavrulmasından  istifade  haramlığı konusunda fetva  verilmiş,  ancak  bununla  da  kalmamış  Ebu  Suud  Efendi.  Demiş  ki  'Mesavihanedir, ana varmaktan meyhaneye varmak evladır”  Yani  '  Kötülük yuvasıdır  kahvehaneler...Oraya  gitmektense  meyhaneye  gitmek  daha  iyidir.'  (  Bence  Keoma  bu  fetvayı  ezberlemeli  ve  içki  konusunda  kendisine  dil  uzatanlara '  Şeyhülislamdan  fetvam  var '  demelidir. ))))))))

 Böylece  kahve  yasaklandığı gibi  kahvehaneler  de  kapatılmış  ancak  kahvehane  işletenlerin mağdur  olmaması  için  bu  vatandaşların  berberlik  ile  iştigal  etmelerine  karar  verilmiştir. Bu  arada  hemen  bir  ekleme  daha  yapayım:  Bu fetvadan  sonra  Yemenden  gemilerle  gelen  kahve  Tophane  rıhtımından  denize  dökülmüştür. İlle  velakin  tabii  ki  kaçak  yollardan  ülkeye  girişinin  de  önüne  geçilememiştir.

Şimdi  diyeceksiniz  ki  '  Hocam !  Daha  önce  kahvecilik  yapan  bir  adam  berberliği  bilmiyorsa?'  Valla  o  kısmı  bilmiyorum  ama  olan  şu:  Vatandaş  '  Şu  kafayı  bir kazıtalım  hele'  Diye  giriyor  berber  dükkanına,  orada  kahvesini  içip,  çubuğunu  tüttürdükten  sonra  çıkıyor.  Yani  berber  dükkanlarının  bir  kısmı.  kaçak  olarak  kahvehane  şekilde  çalışıyor. 

Kanuni  döneminde  bazı  ulemanın  ve  kahve  tüccarlarının  isteği  ve  ricaları  sonunda Şeyhülislam  Bostanzade  Mehmet  Efendi  kahvenin  içilebileceğine  dair  fetva  verir.   II.  Selim  Döneminde  kahve  ve  kahvehanelere  dokunulmamış fakat  ondan  sonra  tahta  oturan  III.  Murat  döneminde  1583  yılında  bir  kez  daha  yasaklanmıştır. Ancak  bu  yasak  sadece  20  yıl  sürmüştür. 

III. Murattan sonra  tahta  oturan  III.  Mehmet  zamanında  ulema  takımı  kahve  çekirdeklerinin  kömür  olacak  kavrulmadığını  ileri  sürerek  ' Dinen bir  sakıncası  olmadığına  dair' fetva  vermişlerdir.  (  Bilindiği  gibi  tütün de  böyledir.  Ulemanın  kimine  göre  haram  değil,  mekruhtur.  Kimine  göre  ise  vücuda  çok  zararlı  olduğu  için  haramdır.  Yani  efendim  bir  başka  yazımda  da  belirttiğim  gibi  bizim  ulema kendisi  de  kullanıyorsa  helal,  kendisi  kullanmıyorsa  haram  demiştir  bazı şeyler  için..Mesela  günümüzde  borsa  gibi..) 

Daha  sonraki  dönemde  Osmanlı  Padişahları  içinde  en  dindar  padişah  olarak  bilinen  I. Ahmet  de  kahveyi  ve  kahvehaneleri yasaklar. Ondan sonra gelen  padişahlar  içinde I.  Osman'ın  da  kahveleri  kapattırdığı  söylenir. Ancak  kahve  kapatma  deyince  akla  gelen  padişah  hep  IV.  Murat  olmuştur nedense.

1633  yılında  IV.  Murat  Döneminde  kahve  ve  kahvehaneler  bir  kez  daha  yasaklanmıştır  ama  bu  sefer  şeyhülislam  fetvası değil, padişah  fermenıyla..  Gerekçe  dini  değil  siyasidir  aslında  ama  İstanbulda  çıkan  yangınların  hep  bu  kahvehanelerden  çıkması bahane  edilmiş  ve  tütün  ve  içki  ile  birlikte  kahve  ve  kahvehaneler  bir  kez  daha  ve oldukça  sert  tedbirlerle  kapatılmıştır.  (  Bu  kahvehanelerin  son  kez  kapatılması  olayıdır  ve  bundan  sonra  bir  daha kahvehane  kapatma,  kahveyi  yasaklama  diye  bir  durum  olmaz.

IV.  Murattan  sonra  Sultan  İbrahim  1640  yılında  Kahveyi  ve  kahvehaneyi  bir  kez  daha  serbest  bırakır. 


Eeeee.  Bizde  hal  ve  durum  bu  iken.  Biz  Türkler vasıtasıyla  Avrupa'ya  geçen  kahvenin  oradaki  serüveni  nasıl  karşılandı  acaba?  

O  da  bir  sonraki  bölüme  kalsın.

( Bir Fincan Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Var Ama Ne Mücadeleler Verdiğini Bi başlıklı yazı Sami Biber tarafından 1.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu