Gün bekler mi usul’un kucağında,
İnler mi devran,
Sızım sızım mecraların koynunda,
Merhem niyetine yârin tek sözü,
Okuduğu hutbelerinde melek gözlü
kelama sırdaş
Kırık bir dizede okşarken başını
elemli gölgemin
Sonra da sormazlar mı,
Neyin derdi bunca,
Yok mudur çözümü rahminde ıssızlık
biriktiren gök kubbe.
Salâvat getirdim kırmadan dümeni,
Sus eyledim nazarında evrenin
Yetmedi büküldüm inceden inceye,
Evrilirken bahtın közü.
Tüm sessizlik en derin çığlıktan da
öte…
Yüzümün evrelerinde, kanıksanası gözüken
ama suç mahalli iken kelamın dibi tutan, o yanık mektup. Başı yanık olsa iyi ya
da ucu, belli ki yanık kelamların dürtüsünde, sancak bellediğim ve ben beyaz
bayrağımla, fırtınalar biçen evrende kaydı olmayan imge yüzlü şiir tadında
yüksündükçe yalan beyanlardan.
Fıtratımda gizli, tümcelerin derdi de
bitimsiz, kayıp mutluluğumu çalanlara da yok sözüm lakin sırdaşların sırlar
yüklü hayatlarında, ayan beyan o kutsal rabıtayı sunmaları yine gizin
mahremini, mutluluk nidalarıyla, serkeş bir tınıda da raks ederken dolambaçlı
ruhlar cumhuriyeti.
Anıtlar dikebilirim onca ihanete.
Sözcüklerden desen de çizerim hele ki
içime rahmet okumaktan aciz gölgeleri de görmezden gelip.
Belki de şerh düşerim her yeni güne
hele ki miladımı kundaklayanlara biat, yeni milatlar edinirim şiir
akşamlarında.
Gölgeler bile edebini yitirmişken…
Ben ki; evrenin sunumuna kayıtsız
kalmayıp inanmışken insanlara…
İnsanlar ki; çöküşün ayak izlerinde
sırıtkan seyirler yüklemişken doğmamış şiir çocuklarıma.
Annemin izindeyim hem de tek bir
detayını ihlal etmediğim.
Babamın kuramlarında kurulmuş
dünyamın ilk ve son tanığıyım: hanidir esefle kınanan rüzgârın seyrinde ve her
nasıl oluyorsa, tüm çökkünlüğümü yazarak yok saydığım ve sonra da tek tek diyet
ödediğim evrenin artık kaçıncı evresiyse ve mübarek ramazan ayına tanıklık
ederken gökyüzündeki dolunay.
Yıldızlar çatık kaşlı epeydir; belki
isim babam iken rahmetli büyüğüm ve ben her nasılsa kanıksamışken yıldızların
parlaklığını.
Gülüm/semeler eklenmeliydi oysa hele
ki rahmete biçilen kılıf sevgi kadar vazgeçilmez bir rüya iken, bana
öğretilenden dolayı değil de üstelik: bilakis, nidalar kovuşturan sıcak
iklimlerde, saçı örgülü o küçük kız çocuğu ve aradan asırlar da geçse, içinin
kıyımlarına inat aşkın kıyamında bir ritüelmişçesine ayin süreçli sevda
şarkılarının.
Edimsiz yüreklerde pusula üstelik iç
karartan bir günlük iken her devşirme günde ve gözü yaşlı ülkemin karanlıktan
asla haz etmediği gerçeğine nazire eden içimin dilimlerinde, reşit cümleler
arama telaşım.
Ne münafığın laneti, ne gâvurun
kehaneti, ne de dolduruşa gelmeye razı onca insan hele ki milyonların gerçeğine
asla toz konduramazken melek yüzlü kelamlarda biriken onca yürek üstüne üstük
asılı bulutlardan nemalandığım kadar da aşikâr.
Eğer ki anlamsızlık kaydına şerh
düşen bir imge ise sayfanın ve ömrün de tam ortasında sakladığım… ve eğer ki,
bayat bir espri ise tümden gelen coşkumun ansızın ikiye bölündüğü ve hangi sulh
mahkemesi ise beratıma karar kılan… ve işte nasiplendiğim; yüreğimin en
derininde çörekli o acı bu da yetmezmiş gibi, evrenin ve insanlarında
kayıtsızlığından üstüme oluk oluk akan… soru babında eşlik eden ne bir duygum
ne de düşüncem var iken ama yalıtıldığım hangi dost meclisi ise, bire bir
gönlümden kayıp giden nice yıldız tadında… kiremit tozlarına bulaşan iri gözlü
mübalağalar sayesinde tüm tekerlemeleri de yok sayıyorum aklımın yorganına
sığınıp yine kelimelerim ayağıma kadar uzanmışken ve lahit bildiğim kirli
kahkahalarında uzak, şakıyan bülbül namelerine yakın bir gül bahçesine düşmesi
adına yolumun…