Övünç kaynağımı emanet ettim, önce
dumura uğrayan benliği sıktım kerpetenle sonra da irili ufaklı düşlerimi
teyelledim yalnızlığıma.
Uzun soluklu idi her biri:
yetmezliğimin aymazı hangi tanrı ise, sırça köşkümü emanet ettim.
Bir ruhsattı ruhumun tapusu, bir
kebirdi hâsıl olan aslında yoldu yoldaştı her iri gözlü özne.
Göz koydum, göze geldim ve kaçırdım
gözlerimi.
Temkinli cümleler kurmalıydım ama
asla asılsız olmayan.
Kargacık burgacık ilham perimi
mademki bana emanet etmişti ölü yazar.
Azaldım önce ve daha az, daha az ki
çoğaldığıma kani idim, kanıtlarımı en hijyenik ortama duyarlı hale getirdim.
Sağdım ya ama sağdıcım solumdu.
Solaktı babam ölmezden önce ve
soyutlanmıştım evrenden ölüm onu yanı başına çağırdığında.
Soyuldum kabuk kabuk.
Sormadılar da:’’Acır mı canın?’’
Can çıkar huy çıkmaz misali; köreldim
köhne ahkâmları yok sayıp da her yeni şiire asıldığımda.
Askıntı idi tüm ilahi söylemler oysa
aktarmalı idi içimin yolculuğunda hemhal olduğum cümleler.
Kaçıncı peron, diyen bir kadına
öykündüm.
Kural dışı aşkları sorgularken
Yaradan, cinsiyeti kayıp şekilsiz ve sıkıcı insanlar tanıdım ve tanındım ve
tarumar edildi içimin beyitleri.
Ökse otu şenliklerinde, gülden
bülbüle uzanan aşkın kuramlarında arı oldum, soktum; iğne oldum içimin
deliliğine perde çektim.
Perdelenmişti insanlık.
İnsanlıktı mademki yoldan çıkan hangi
yola sapacaktım da sapkınlıktan alacaktım payımı?
Pay ettim içimin ergen neşesini ve
kıskandı melekler şenlikli yürek sesimi.
Direndim.
Dirildim.
Dingindi oysa dünkü ben ve yazdım ve
çömeldim ve sustum ve kaytardım yazdığım hikâyelerde bandığım hangi karakter
ise içime çektim ölümün kokusunu.
Lanetti belli ki insanlığın birincil
aidiyeti.
Sefildi üstelik insanlığın insanlığa
mağduriyeti.
Sattım dünümü yarına ve borçlandım.
Tefeci zamanda çapulcu bir imge
tadında soyutlandım, lav ettim hüznü yine de dinmedi.
Ses ettim ama kimse duymadı.
Duysam da duyduklarıma inanmadı
kimse.
Kimseleri hiçliğin; herkesi varlığın
ve bazılarını da başköşesine yerleştirdim mabedimin.
Şimdilerin coğrafyasında üreyen
ihaneti giz belledim; aşkı yok belleyenleri inkâr ettim ve kızdı batılın
siteminde biriken isyan ki maruzatımı ne beyan ettim ne de satır aralarını
gereksiz işgal ettim oysaki indinde tefekkürün bir hal çaresi aradım üstelik
istemsizliğin ruhuna okuduğum rahmeti bile çok görürken anlamsızlığın sırdaşı
ve acının da hitabet yeteneğine hayran olduğum her kim ise, yine kendinden
muzdarip ya da öykünmekle iştigal bir rütbe edinmişken.
Bir tebessümü ilah bildim.
Bir şarkıyı da külah bildim ve koydum
önüme.
Önümde dünümü ördüm yarının lepiska
gecikmişliğiyle aslında görkemin hiçlik kadar da uzağındaydı benlik algısı.
Ser verdim sırsız.
Sır verdim yersiz.
Yel oldum, sel oldum ve büründüm
kifayetsizliğin satırlarına.
Büküldüm.
Büzüştü içimin saçakları.
Kayboldum kayıplarla bozmuşken ve ar
bildim ruhun istemsiz çığlıklarını.
Susmalıydım ölümüne öyle ya sus’ların
gizeminde bir lahitte saklanmışlığımla başrolüne soyundum yazmadığım hikâyenin.
Kurmaca öyküler savurmalıydım ve
kurgusu alaylı, yüreği mektepli, kelamı da gizemin baş tacı iken serip
sergilemeliydim içimin çocukluğunda baş tacı adını anıp da duyuramazken sesimi.
Küfrü yok sayan, gözünü aşk bürümüş…
sıfatları ezdim kalemle, üzerinden tır geçen ölü cümlelerimi sarıp sarmaladım
üşüyen yüreğin mihrap bellediği soytarı yalnızlığım… kuytularda saklı, yüreğin
de hakkı iken ölümsüzlüğün ilk şartı belki de bir kehanetti, asla varlığından
hicap etmeyen ve hiçliğini de sonuna kadar savunan.
Mezhep bildiğim nihayet; söz verdiğim
asalet…
Zansız kelamlara yattım boylu
boyunca, küredikçe külyutmaz yetilerimi; kardıkça ölü bebekleri ve yargılarken
evren insanı yoksa insan mıydı ihanetin baş şehrine gömdüğü yalanları ve
ölüleri sonsuza kadar unutmakla mükellef?
Sormadım, soramazdım.
Cevabı yeknesak cümle geçişlerine de
baş eğemezdim.
Bir mizansendi belli ki sığındığım
hele ki sığıntı bir yoksunluk kadar içimi burkanlara okuduğum lanetin geri
dönümü tövbe iken…