Şimdi ürkünç bir coğrafyada
Acıları teneşir paklarken,
Donduğumuz çatı katının arka
penceresinde
Bir kuş olmak vardı.
Aşka kanat açan yelin,
Sersem gölgelerin de biriktiği o
lahit kadar
Issız tekerlerin gıcırdayıp da yüreği
burktuğu
Bir âlemde sönmek vardı.
Söndüğünü bildiğim gözün ferinde
Bir damla yaş kadar asi olmak,
Teneffüs edilesi rahmetin şükrüne
doyamadığım,
Kalp gözümde bin bir hece yine
Düşkün kelimelerin tehdit bildiği
Bir ünlem olmak vardı.
Ünlenen aşkların asil kahramanı
mademki yürek,
Hadi sokul sol yanıma dememek nasıl
ki namert
Bir isyanda gizli yine şairin saklı
yaralarında
Tebessüm emsali bir kıtada,
Kırağı çalan notaların
Tam da girizgâhında,
Düşkün bir gam tadında
Ve ellerimde reçine,
Kalburüstü meziyetlerin bekçisi
Aksi yüzünde hasretin,
Kavuşamadığım gönül benzeri
Hoyrat iklimlerde.
Eylül’ün nazarında ılık bir güneş
Ve ümmeti aşka âşık bin bir siluet
Yine döktükçe taşlarını benliğin
Etekleri tutuşan sen gafil,
diyebilmenin ufkunda
Andıkça adını sakil bir köşede,
Serdikçe kalan solgun nameleri
O derin tahayyülden de ırak
Sığ bir kıyı kadar
Yalnızlığa namzet bir çiy tanesi;
Gökten düşen her damlayı kucaklamak
nasıl ki
İbadeti benliğin
Hele ki dokunamadığım teninde diri
cümlelerin
Kavuşmak ne kelime
Görmek bile yeter diyen kaderin
Temsilcisi ve ramak kala sona
Sonlanmasını dilediğim bunca hasretin
Yüzü suyu hürmetine.
Şimdi sevmek vardı sevilmeyi dileyip;
Gidip de dönmeyeceğini bildiğim hangi
tümsekse
Yine bihaber neşeden,
Yine bihaber bunca bilindik kelamı da
sarıp sarmalayıp
Hükmetmek vardı aşka
Hele ki esaretini kırdığım,
Kırkladığım acılarıma
Kılı kırk yarıp da sakladığım bunca
hikmeti
Sunmadan Azrail’e…