Bildiğimi biliyorum da
neyi bildiğimi değil.
Ez kaza mutlu bir
simaya rastlarsam emin olacağım ben de bilmediklerimden.
Zaman zarflarına atıfta
bulundukça zarf misali bir ayrıcalık ile yazma dürtüme mani olmadan ardı ardına
mektuplar örüyorum yine kozalarında çıkarıp bir günlük ömürleri olan yazılar ve
bir gün sonra unutulmayı hak eden.
İnsan hatırladığını
unutur madem bu da Hakkın bir hikmeti: unutulduğumuz kadar gerçeğiz ve
hatırlandığımız kadar da mutlu.
Zanların pek de muteber
olmadığı gerçeği ile an’a odaklanıyorum ve Z harfini soyutluyorum alfabeden.
Yeni bir harf doğurma istemime yenik düşüp yeni bir hatırat belleğimden ansızın
sızıyor yüreğim çeperine doğru.
İçimdeki kalıntılar.
Ve alıntıları dünün.
Zaman kaygım depreşiyor
ve z/amansız cümleler teğet geçiyor belki de bir izlekten ibarettir mutluluk ya
da sevdiğimiz insanlar kadar mutluyuz hani sevdikçe çoğalan belki de çoğalıp
daha az sevmeye kayan bir ölçek yine yüreğin profili.
Adım başı gölgeler
görüyorum zaman zarflarına uygun insanlar ararken aslında her biri aklımda
lakin kayıp düşmüşler belki de düşmüşler gözümden teker teker tıpkı benim bir
gözyaşından bile ibaret olmadığım ibaresi ile ben hala pul peşinde postanenin
yolunu tutmuşken.
Önsezilerimden
ayrıcalıklıyım belki de bir ayrıntıyım gıyabında bir metnin, yüklendiğim kadar
ve yüksündüğüm belki de yüküm gitgide ağırlaştığı için kuramlar yaratıyorum bu
sefer hani olur da yerçekimi gücüne aykırı bir si(s)tem ile boca ederim tüm
ağırlığımı gerçi kimse ağırlığımca altın sermedi yazdıklarımın altına lakin
ağır çekiminde hüznün, epeydir yorgunum bundan belki de yorgun kelamın kıyama
durduğu şu sayfayı pek bir benden bellediğim.
Savruk notalar
çetrefilli şarkılar sunuyor bu kez. Deli fişek bir imgede gözümün kaykılmışlığı
sonra da mısır patlağı günlük aşk masallarının evrildiği güncesi, haraç mezat
bir tahakküm belki de boş laftan ibaret üçüncü sayfa haberlerinden çaldığımız o
sakıncalı mizansen.
Yerdiğimiz kadar da
yeriliyor muyuz ne?
Sonra da saygıdan açıp
konuyu geldiğimiz cinnet noktası ve birbirimize yüklenip zan altında
kaldığımız.
Sevmiyorum işte
sonları.
Sonlardan yeni
başlangıçlara filan da geçilmiyor üstelik.
Z’den çıkıp yola yine
A’dan başlıyoruz ve yeniden ulaşıyoruz sona.
Muğlâk olmalı oysaki
gidişat.
Bir sevip bir de
sevmediği yalan mı yoksa insanoğlunun ve her Havva kızından da alacaklı zamir
yüklü cümlelerde bir özneyi baş tacı etmek kadar da güzeli yok iken.
Sunumumda sonla çıkıp
yola bir türlü sonlandırmak istemediğim ve hangi zarfa koyacağımı bilmediğim
bunca neşriyat belki de kelime israfı ve yürek yangını yine mabedimin
kapısından buyur ettiğim yetim cümlelerimi topluma kazandırmak gibi bir kaygı
ve topladığım değil de toparlandığım kadar sürüyorum yeni akımlarını aklımın
bir de dünden yadigâr.
Günümle dost olmaksa
hakkımı aradığım, bir sevgiyi de bağışlayabilirim hani hele ki isyan pazarında
ömrün bir külliye kadar doluyken yüreğin hacmi.
Ertelediklerime gıyaben
şunca satır.
Satırlara ithaf en ne
çok duygu.
Duygu katmanlarında bin
yaşında bir kaplumbağayım: ne ölüme hazır ne de doğduğu güne yakın… ne de
an’ında kalmayı arz eden.
Taleplerin ve arzların
buluştuğu o nokta belki de bir işletme fakültesine düşüp de yolu şaşkın
gözlerle ruh analizi yapmaya çalışan bir çaylak yoksa aylak mı demeliydim ne de
olsa yüreğin de fikrin de zikrine çok uygun içimden geçenler ve dillendirdiğim.
Kayıtlarıma eklediğim
yeni bir kelime arayışı ve dedim ya Z’den çıkıp da yola hala bir ara yol
bulamadığım.
Sevgimi güncelleyip
daha çok sevdiğim…
Daha çok sevip
yoksunlukla nikâhlandığım.
Noksanların ayrımında
noktaların kabulünde bir virgül cesareti ile araya girdiğim her cümle ve
pervasızlığımla yüklendiğim kalemin sefasını sürdüğüm-yoksa cefası mı her
özneyi ben bilip, her metni sahiplenip…
Sonramla iştigal
değilim ne de olsa. Ne de olsa ayraçların yardımı ile dikte ediyorum duygu
yoğunluğumu: bazen gerçek bazen hayal ama hep de benden ve hayat neyi arz
ediyorsa.
Kefil olduğum kadar
ayrı tutulduğum aslında aynı olduğumu iddia etmezken bir nüshasını yüreğime
kazıdığım ve deli fişek cümlelerin bağnazlığında sevi dilinde bir hoşnutlukla
aşkı dilendiğim değil de dillendiğim…
Mezarımı kazıyorum
bilip bilmeden sevip.
Sevip ayrımına
varıyorum İlahi Aşkın ulvi tınısında beşeri aşkların nasıl da izafi olduğunu ve
zaaflarımızla buyur ettiğimiz köle acılarımız hem de elemin ve el âlemin
seyrine doymadığı.
Günü öldürdüm ya ölsem
gam yemem, diyeceğimin garantisini arkama alıp geceyi dirilttiğim o muhakememde
istifli olan duyguların huzurunda bir de dinginliğin mecrasına dalmayı umduğum
yüreğin rükûsu.
Aslıma ihanet etmeden.
Eremediğimi yok
saydığım belki de yok sayıldığımın muhasebesini yapıp kendimi eksiltip
çoğaltmakla iştigal ne de olsa notalar gibi rakamlar da doğurgan ve
eksiltemediğim bunca hazan mahsulü duyguyu nasıl oluyor da baharla
eşleştiriyorum?
Çetrefilli künyesinde
hayatın bir katre de olsa hak ettiğim değil sunumumdur yüreğimi iştigal eden
duygu kökenli insan sevgimde hatmettiğim satırların gazabından kurtulmayı arz
ettiğim…