İki bin on yedi yılının ekim ayında Antalya'ya gitmişti bizimki. Bayıldı bu şehre. Türkiye’nin dünyaya açılan güzel yüzü olarak gördü. Doğal limanı çevreleyen Kaleiçi’ne inerken ilk dükkanın karşısında, küçük bir tezgah başındaki adama takıldı bakışları. Yaklaştığında adamın; sapsız, minik bıçağıyla ahşaptan minnacık saz yaptığını gördü. "Kolay gelsin," "Eyvallah" dileklerinin ardından adamın yaptıklarını daha yakından görme ve alıp bakma fırsatı buldu bizimki. Sazlar, testiler, ibrikler, arabalar ve kağnılar miniminiydi. Adam, "Turistlerin, ufak şeyleri tercih ettiği için böyle yaptığını" söyledi. Kendisinin de ahşap işinde meraklı olduğunu, maketler yaptığını belirten bizimki, telefonundaki ilk resmi gösterdi. Anne kazla yavru kazın- kuğuların- resmiydi. Adam, beğenisini dile getirdi hemen. Ebat olarak yükseklik ve enini sordu. Otuza yirmi beş santim civarında olabileceğini söyledi bizimki. Adam; turistlerin, bu maketin küçük şeklini iyi fiyattan alabileceklerini bildirdi. Altıya beş ebadında yapmasını ve getirmesini önerdi. Gösterdiği minik testileri, emekli bir polis komiserinin yaptığını, onun adına satış yaptığını ve yüzde otuz aldığını söyledi. Bizimki, yazı hayatının önemli olduğunu yapamayacağını bildirdi. Adam, güven vermek için, nüfus cüzdanını gösterse de, yerini yurdunu söylese de o işe girmedi bizimki. Adamın, maketin resmini çekmesine hayır demedi. Onun iyi niyetine inandığı için, öpüşen güvercinlerin resmini de gösterdi. Onun resminin çekilmesine de izin verdi.
Adam, hayranlıkla baktı. Çok dikkatliymiş ki, güvercinlerinden gözlerindeki yeşil ve maviliği fark etti. Teklifini yineledi. Bizim ki, "Yazılarım da yazılarım," deyip, emeğinin değerlendirilmesini istemedi. Adam, bunların çok küçük boyutlarını yapmak için hak helalliği istedi. Bizimki, buna da hayır demedi...
(Işıklı iki maketi -kazlar ve güvercinler- ekleyemedi bizimki. Hoş, nasıl ekleneceğini ben de bilmiyorum.)
El emeği, göz nurunu değerlendirmeyi, Antalya'da öğrendiği halde buna hiç yanaşmadı Maketçi Yazar. Evlatlarına ve torunlarına yaptı. Bir iki arkadaşıyla bir yakınına da hediye olarak sundu. Değişik şekillerde maket yaparken takdir etsinler, eseri baş köşeye koysunlar diye düşünmedi hiç. Maket yapmaktan keyif aldığı için uğraş verdi. "Hatıra bırakmayı aklına hiç getirmedi. "Ay...Ne kadar güzel..." denilen övgülerle şişinmedi. Bir maketin, yarın önemsiz görüleceğini, kaydırılıp atılacağını az çok tahmin ettiğinden övgülere sınırlı yaklaşım gösterdi. Bu konuda yanılmadığını bir süre önce anladı. Bir başkasının hediye ettiği bir maketin, atılmaya bırakılan kaplama parçalarının arasında olduğu gibi. Ahşap kaplama malzemeleri satılan büyük bir mağazada, parça kaplama malzemeler seçerken bir eser gördü bizimki. Maketteki şekil, bir kedi motifiydi. Maketin zor yapıldığı, motifi oluşturan ince parçaların yapıştırılmasından belliydi. Motif arkasındaki kaplama hasarlıydı. Belli bir yere çakılmış, sökülürken parçalanmıştı. Kedi motifini oluşturan yapıştırmalarda kopukluk, ayrılma, aralıklar ve ezilmeler vardı. Üç beş parça kaplama parçasıyla bunu da istedi bizimki. "Bana hediye gelmişti. Benim de size hediyem olsun," dedi adam. "Döküntü şey, ne işine yarar dercesine..."
Bizimki, motifi oluşturan öndeki parçayı yavaş yavaş ayırdı arkadaki kalın
kontrplaktan. Sökerken de bazı parçalar hepten koptu, kırıldı. Daha sonra,
benzer ahşap malzemelerden yapıştırarak yüzeyi tamir etti bizimki. Maket
bıçağıyla düzeltmeler yaptığı motifi, ışıklı hale getirdi. Ve, çöplüğe atılmak
istenen güzelim kedi maketi, televizyon altındaki özel yapım rafında yerini
aldı. İlerde tekrar gözden düşüp, bir yere atılır mı, işte onu bilemiyordu
Maketçi Yazar... Bu hikaye belki bir kitapta ya da dergide, edebiyat sitesinde yer
alırsa, en azından resim olarak kendini koruyabilir kedicik...Öyle olursa eğer,
kediciğin yeşil ve mavi gözleri ebedi kapanmaz...
Neden olmasın?..
Veysel Başer