Yalnızlığın dik başlı yüzü aslında
dik açıların kesişme noktasında, eğreti bir gülümseme kondurma istemi.
Deyişlerin minvalinde hali hazırda
geçit vermeyen belki enkaz benzeri ruhumun tozunu aldığım el bezinde bile
çöreklenmişken yalnızlık.
Boyunduruğunda olmaksa hüznün,
geçiniz, dercesine ve somurtuk bir kelamı gıdıklama istemi aslında reddi güç
kabulü güç bir yönerge yine evrenden düşen payımıza, ayıplamakla iştigal bir
büyüteç belli ki gönül gözü denen neferin şaşalı ölümü.
Saldırgan mahiyette bir sunum bir
adım öncesi yine için için alkışlayıp bağıra çağıra yerin dibine geçirmek adına
bir özlem bir ihtiras belki de koca bir yanlıştan ibaret iken her birimiz yine
de doğruların tasnifi hep ama hep payımıza düşen.
Afallamaktan bir adım sonrası
duraksadığımız sanki boyutsuzluğumuz bu göreceli muhteviyatın en eşsiz izdüşümü
az sonra şaibeli bir ölümü planlayan evrene bir atıf adeta her kıyamı kıyım;
her kıyımı kıyam bellemek ve günü kefe’ye koyup kefene girme istemi ile
adaletsizliği şerh düşen uçlarda bir sefere çıkmış iken ruh benzeri bir
gösterge yine içimizde peyda olan o göz süzüş.
Kelimeleri boykot eden sessizlikten
bile çok öte yine coşkuyu sahiplenip hüznü de doğurgan kılan kayıtsızlıkların
nabzını tutup adeta çocuk gibi tutturduğumuz dar açılı geçişlerde büyük ölçekli
acılara çanak açan.
Ölüm niyetine avuçluyorum sesini
Kursağımda Mayıs’ın laneti
Ve o devasa pencere.
Ufkumdaki hazandan yana derdim
Şaibeli sevda masallarında
Olsa mıydı yerim?
Şimdi öbek öbek şarkılar
Adımı unutan adam ve kadınlar
Ne diye inkâr ederler ki
İmzaladığım akdimi?
Bir tufan öncesi
Demindeyim mevsimin:
Aslında ne kış
Ne de yaz derim
Sadece ölü yetilerim,
Yeminle
En deli mevsimdeki
Tek ölü benim.
Aşkıma biat hangi eksen mi?
Sevgilere inat
Nefretten yolu geçen mi?
Haykırdığım kadar yalnızım;
Aslında yalnızlık benim baş tacım.
Bir de öfkesini zuhur eden evren
Ha, bir de binlerde derdim
Bitimsiz kaygılarım.
Ölü bir serçe düştü
Penceremin pervazına:
Ne kuyruğu
Ne de pembe gagası
Yalandı ve sahte.
Ölüm kadar sahici işte
Bunca hüznün yankısında
Adımla çağrılmayı unuttuğum,
Yaftalanmayı nakşeden
İsyanlarında azgın ruhların.
Bir deli neferim
Aslıma ihanet etmeden
Yaşamayı şiar edindiğim;
Aksanında şehrin
Kayıp mısraları ile
Başkenti olmuş şiirlerin
En yalnız imgesinde saklı
Belki de zamansız ölümlerin kuyruk
acısı;
Nakşeden ölümlü fıtratın
En savruk,
En bağnaz sağdıcıyım.
Yine düşkün kıbleme;
Yine hüznün bam telinde;
Yine yeniden demekten
Gayrisi gelmez iken elimden;
Kayıp kıtaların
Soğuk yüzlerin
Donuk bakışlarında
Kayıtsızlığın mecrası
Onca insan izleğinde
İlerlerken kör topal
Andıkça andımı;
Sevdikçe
Mıntıkamda
Baş koymuş yaşamaya
Ukde kalsa da mutluluk kursağında…
Dedim ya;
Ben tüm yanık türkülerin
Unutulmuş
O solgun nakaratıyım:
Hem dibinde közün;
Hem tepesinde ömrün;
Hem de yalnızlığında deminde
Müridi tüm duyguların;
Ayrıkotu sevdiceğim;
Aşkın kıyama durduğu
Şu dehlizde
Ne olduğum değil
Neye meylettiğim
Elbette insan avında
Yaralı bir ceylan tadında
Düşlerime
Sahip çıktığım kadar
Sahibesi bunca hüznün…
Damağında kalmış tadı
Sadece adına vakıf mutluluğun
Bir kayıp mısrasıyım
Ölümlü imgelerden çıkıp da yola
Varmayı unuttuğum
Mutluluk diyarı
Yine başşehri şiirlerin
O fevri gölgemde,
Aşka oynayan hangi hikmetse
Sevdanın makber bildiği
Yüreğin son zerresiyim
Ettiğim dualarda saklı iken adı
Yine edindiğim mertebenin
Bir alt katında
Ölümlü varlığımla
Şerh düştüğüm
Şiir kadar da yalnızım.