Abartı olmasını umuyorum ya da basit
bir aldatı; algıda yanılsama…
Geceyi bölmekse hüzünle sonra da şiir
dikmek toprağa umut adına.
Yalıtılmışlığın çeperinde, bir
büyüteç vazifesi gören onca abartı tünemesi yine için ihlali.
Bir satır depreşiyor buyruk adına.
Bir yanılgı köreliyor şiirin dibinde sanırım şirin gözükmek isteyen çok
derinlerdeki infilak.
Satırlar dayatıyor da dayatıyor
karabasandan farkı yok bazen satırsız duraksamalarımın: içimde harf ihlali:
hayır, hayır, düpedüz beyazın boca ettiği özgürlüğü çiğneme hakkımın elimden
alınması.
Yarıkları mı doldurmalı yoksa dolan
kapları mı boşaltmalı duygu babında kerevite çıkan içten pazarlıklı söylemlerde
bir harf diğer harfe olan aşkını itiraf ederken?
Sorudan ibaret bir gün değil artık
beni bekleyen ya da cevabı olmayan sorunun gıyabında hiç biri seçeneğinin harf
dayatması.
Varsa yoksa harfler sanki satırlarda
kına yakıyor alfabenin en alımlı sesli harfi: ya a, ya e ya da ğ kapsama alanı
dışında kalıp öykündüğü tüm harflere:
‘’Neden benimle başlamaz kelimeler?
Buna hakkı yok TDK’n un.’’
Ne yani harf kanununda RTÜK ya da
benzeri bir kurum/mekanizma var mıydı da bu zavallı yumuşak harfin gazaba
uğramasına en çok kim mi sebebiyet vermişti, gibisinden bir yanılsama ile…
Hayır, geçtim bunca yükümlülüğü ve harflerin birbirine çemkirmesini ne de olsa
derdim varsa yoksa teyakkuza geçen kalemin dokunmak istediği sayfaya ben sadece
hilal şeklinde yanılsamalar ve çöp adam resmi çizmekten başka bir meşguliyet
arama niyetinde olmadığım şu bayram tatili öncesinde başlayıp tam gaz devam
eden havanın neminde ben buhar misali yoğunlaştıklarımı sadece rehavete
yüklediğim.
Çöreklenen bir nida: iyi de nereye?
Bunca insan ne ara terk etti bu şehri
ve neden dönmek zorunda hissediyorlar kendilerini?
Varsa yoksa boşalan şehrin surlarına
sırlar yüklediğim ya da tam tersi.
İçimdeki yamada belki de sorun: hani,
evveliyatı olan ama sonrasını getiremediğim.
Tanrı’nın gazabına uğrayan bir minval
mi yoksa içine düşülesi her boşluk?
Örtüşen kehanetler ve yalıtılan
sunumu gerçeklerin…
Söze nereden mi başlamalı yoksa
çoktan başlayıp sonunu da mı getirdim?
Bir sağanak misali yağan tatil: kuzu
kuzu tatile çıkanların nispeti belki de şehrin boşluğuna gelip şehla
yüklemlerle derin bir özlemle nutuk atan özne benzeri edimler.
Satırlar da kanarmış, dercesine belki
de tatil dönüşü kana bulanan yollardan hıncını alan kaderin esefle teyit
geçtiği kedere sitemi.
Zaman daralıyor madem, dercesine…
Bir kehaneti ıskalamak adına yetersiz
kalıp da geçmişin izanında yeknesak hükümler sunup, ah’ları boyayan ahkâmlar…
Bir şiirin izleğindeyim halen hani
içimle örtüşen sonramı yok saydığım derken öncemi mimleyip sonrama methiyeler
dizdiğim.
Aklın karmaşıklığında idame eden
yanlışlarım ve yalın söz öbeklerim hem de kuru sıkı bir nifakı kollamak adına
nemli gözlerime özlem duyduğum: sahi, epeydir ağlamıyorum: siz deyin bir gün
ben diyeyim üç gün sonra da mizansende serili huzursuzluk: eh, dertli başın
yükünü yazılar çekiyor/du madem son beş yıldır şimdi neye mi dertleneceğim de
neyin derdine denk düştüğümü ibraz etmeyecek miyim?
Sözcük enflasyonu belki edebiyat
kurulunun vereceği yazı/maaş farkıyla altı üstü üç beş şiir daha kardayım:
aldatılmışlığımın yükünü sermişim de aldatı yüklü beyanlarında ben ikilemler
yüklenip mevsim geçişlerinde fark atarken doğanın teneffüs ettiği insan
dirayetine toz kondurmazken.
Biraz yola çıkmışlığım: Nazan
Bekiroğlu’ndan nemalanıp Arapça, Farsça sözcükler çalım atarken, ben
uyutulmuşluğum ve unutulmuşluğumla nasıl oluyor da senelerce İngilizce
metinlerde yelken açmışım çevirmek adına değil de çevik kuvvetin bile
yetişemediği hızla ant içtiğim mesleğimden kesin dönüş yaptığım.
Açılım getirmek çok da olası değil ya
da basite indirgeyip: handım pişmek üzereyim, demenin de ötesinde sadece
saçmalar saplanıyor aklımın ibriklerinde doluşan birikimli özlemlerim ve
yüksündüğüm hiçliğim kadar varlığımla fazla da iştigal etmediğim bir su
birikintisi.
Örtüşenle ödün verdiklerim arasında
bir seçim yapmam gerekirse ve dakika bir gol bir.
Son bir karede resmetmek mi geçen son
üç beş günü? Demek ki; maharet kalemde değil hüznün deşifre ettiği salkım söğüt
betimlemelerle ben hala aşk ve umut, diye inlerken belki de sonlandırmak çoğu
sıkıntıyı hem de hiç olmadığım kadar kararlı iken.
Akladığım.
Ak olsa da alnım.
Alındığım belki de en çok.
Ve sözcükleri tahliye edip ansızın
doluşan duyguların çömeldiği boy hizasında bir ölçüt sanırım paça boyunu
kısaltmalıyım hani olur da takılırım ve düşerim bir şiire boylu boyunca. Hem
fena mı olurdu? En azından yerden seyrederdim ahvalimi ki epeydir uzun boylu
söylemler üretmeye de pek bir hevesli iken eşrafım ne de olsa insanlık ant
içmedi mi üzüntünün değil de neşenin en dirayetli ve geçirgen duygu olduğuna?