Hayatın külliyatında, fasiküller
dolusu ihbar ettiğim melekelerim ve duygularıma yenik düştüğümün farkında
yaşayıp gidiyorum.
Ucu yanık olmayan tüm mektuplarımda,
hep derin bir hasret kavuşulmaza.
Tensiye ettiğim rüyalarım da değil
düş kırıklığı yaşadığım ne de olsa uyandığımda üç beş kum tanesi kalıyor oysaki
az evvel geniş ekranlı bir sahnede başrol de oynamıştım hani kendimce yaşadığım
kendimce yoğurduğum aslında aklıma mukayyet olmayı nasıl oluyor da beceriyorum,
düşüncesiyle.
Şahit tutulası ne bir kul var
çevremde ne de çerçevesi olmayan resimlerden bir seri yaptığım.
Kol kırılır yen içinde kalırmış,
diyenlerin anlam bulamadığım bu cümlesi artık bilfiil emin olduğum bir davranış
biçimi.
Davranış biçiminden açtık madem
konuyu…
Diri bir yalan olmayı sanır mısın ki
hiç istemedim?
Devrana uyum sağlamak adına denemedim
mi sanıyorsun?
Şimdi bir parantez açıp kapadığım tüm
kapılardan payıma düşenleri mi tek tek yeniden beyan edeceğim sanırsın?
Kulvarında bir numara olan tüm
seyislerin mahmuzladığı bir at gibiyim aslında dizginler hep elimde sandım
üstelik bir ömür.
Kimi aşktan yana çapkındır ve daldan
dala konmayı marifet sanırlar.
Yenik düşülesi bir temenni değil hani
ne de olsa ar damarı çatlamış olanlardan olmadım gerçi akılsız sevdalara düştüm
ama… konumuz bu olmasa bile demem o ki; sessizce de sevebilir insan hatta bir
ömür belki de kaç kalp atar insanın o minicik yüreği?
Ben de daldan dala konmayı asla
planlamamıştım lakin kullandığım sadece beynimdi ve inanılmaz bir gayretle fink
attığım bilgi ve iş dünyası.
Berbat bir örnek olsam bile tek
becerebildiğim; muazzam bir öğrenci akabinde hayalperest olmak adına kimselerin
elime su dökemediği.
Ben sınavlarda ter dökerken annem hep
destekçimdi dualarıyla.
Ve hepsinde müspet sonuçlar almam kaçınılmazdı…
neyi mi savunuyorum sence?
Çok şeyi belki hiçliğe denk düşen
talihsiz seçimlerim ve akılsız kararlarım.
Geçimsiz olabilirdim belki de
dünyanın en uyumsuz insanı ama bildiğim bir şey vardı ki; kimseye benzeme telaşı
gütmedim ben.
Azıcık kötü olabilirdim ve azıcık
yanlı mekanizmada dönen çarklara uyumlu iyi de ben ne yağ’dım ne de yağcısı
çarkın.
Arkası gelmedi işte: çoğu şeyin
arkası gelmedi.
Kazanım babında çok insan tanıdım ve
çokça acı.
Çokça bilgi belki zaman aşımına
uğramış olma ihtimallerini es geçtiğim zaten öğrenme açlığıma asla gem
vuramadım.
Dingin bir dünyadan nemalanamadım ne
yazık ki sonuç itibari ile dingin olmayı beceremedim. İlla ki dalgalıydı
denizim: illa ki sığlara sığmadım ve dalgalarım hep uzakları çağrıştırdı.
Derinlerde yüzmeyi değil boğulmayı
seçtim ben aslında adına kader deniyor ve ben bunu fark ettiğimde hiç
unutamadığım bir nasihat belki bir kehanet hatta annem nasıl da burun
kıvırmıştı.
Olmayacak şey kimine göre ama
kulağıma fısıldayan rahmetli kadın dürtmüştü de kolumu:
‘’Boşuna uğraşma, kızım. Sana ekmek
yok bu iş dünyasında.’’
Ansızın denk düşmüştüm bu kadına ve
kehanetine.
Zamanla görecektim de ve gördüm de.
Zamanın dokusunda ben yıllara mal
ettim kayıplarımı sonramı saklı tuttum sonra insanlardan ne de olsa unumu
elemiştim ve asmıştım başköşesine ruhumun o eleği oysaki henüz otuzlu yaşların
başındaydım üstelik saçıma düşen aklar filan da yoktu hani.
İhbar ettiğim kendim miydim?
İnkâr ettiğim ise beynime ve ruhuma
ket vurup hanım hanımcık bir ev kızı olma sevdam. Sevda dedimse de bakma sen:
ne ev işinden anladığım doğruydu ne de dibini yaktığım çaydanlık. Tencere
demiyorum dikkat ediyorsan hele ki insan çay yapmaktan bile aciz iken yine de
kendime haksızlık etmeyeyim ne de olsa ailem bir elimi sıcak sudan soğuk suya
sokmama asla izin vermemişti. Eh, ağaç yaşken eğrilir bu yüzden ev işi
konusundaki ihtisasımı sadece çay demlemekten yana bayağı yüksek bir seviyeye
taşıdım.
Gözümün olduğu her hangi bir hayalim
de kalmamıştı ya da beyaz prens arayışı vs.
Dibi tutan kullanmadığım tencereler.
Öre öre evin her odasına yaydığım
onlarca halı benzeri kilim ve sayısız battaniye.
Sarıp sarmaladığım duygularım ki
duygularımı öldürdüğüm bir süreç ve ertesi.
Hayatımın yolunda gittiğine kani idim
ta ki başıma dert olan densiz bir kadın yüzünden yerimden yurdumdan olduğum.
Karışık bir hikâye ve çok gereksiz
bir mağlubiyet aslında saydam olup da başıma gelmeyen mi kalmıştı ya da ben
home-office kullandığım evim ile kendime yarattığım Gülüm Harikalar Dünyasında.
Mevzu bahis olan sadece içimi ihbar
eden insanlar da değildi hani ve başıma çorap ören üç beş densiz yüzünden
bayağı da başımın ağrıyacağının farkında olmadığım karanlık bir dönem.
Bildiklerimi mademki alt bilincimde
biriktirmiştim.
Mademki IQ seviyemde hatırı sayılır
bir rakama denk gelmiştim ve ben hala ev kızı modunda bir rüyayı kurguluyordum
ve tahminim o yöndeydi ki ömür boyu beynime sahip çıkmayacaktım.
Zaman yasını tutuyor sanırım.
Aslında ben dünün yasını tutmaktan
çok sıkılmışken.
Hatırşinas bir tınıda ve iç sesimin
bir anlık gafleti ile ansızın uyandığım uyuduğum uykudan belki de ölümdü
dillendirdiğim belki de hiçliğimdi kurcaladığım dünümden elimde kalan.
Altı yıl evveldi bu yaşadıklarım ve öncesi.
Üniversiteyi bitirip babamı da toprağa verdikten sonra sayısız şanssızlık iken
mağdur kılındığım ama elimden gelen her şeyi de kanımın son damlasına kadar
yaptığım ve ölümüne gayret gösterdiğim.
Gidişat ne mi?
Ya da ne mi olmuştu bir gecede?
Sadece yazdığımı gördüm üstelik hiç
beklemediğim üstelik o tükenilmişlik sendromu ile içli dışlı olduğum hayatımın
en berbat dönenimden.
Defalarca dile getirmem çok mümkün ve
bunun için asla özür dilemeyeceğim çünkü hayata tutunmak adına yeni bir nedenim
vardı ve ne zamanki google’a adımı girsem bana ait hiçbir kaydın rastlanmadığı
acıtan gerçeği ile muhatap iken bir siteye-daha sonra kapatıldı bu site-yazımı
göndermiştim aslında yazı mıydı bir felaket miydi onu da bilmiyordum ama… İşte
adımla sanımla mevcuttum artık bende milenyum çağında.
Tek bir yazı ve sanırım bir sayfayı
bulmayan ve…
Arkasının geleceğini bilmiyordum
aslında ben ne yaptığımı bilmiyordum aslında ben adımı bile unutmuştum o dönem.
Yerleşkemde değişiklik oldu sonra
annemlerin yanına taşındığım akabinde annemin hastane serüvenleri ile girdiğim
yeni bir kaos.
Ve ben sadece yazıp dua ediyordum.
Epey üzüntülü bir süreç ve daha bir
yıl geçmeden üzerinden sayısız anjiyo anneme kısacık bir süre içinde defalarca
müdahale eden hastane ekibi.
Bu sefer yazmadım.
Bu sefer sadece ağlıyordum.
Ağlıyordum ve yoğun bakım odasında
annemin yanına gitmek ve onu sadece iki dakika görebilmek için saatlerce nöbet
tutuyordum hastanede ve yanımda tek destekçim sadece kardeşim.
Yazmayı bırakmıştım aslında aklıma
bile gelmiyordu.
Ambulans koltuğunda oturmak hazin bir
duyguydu ve nabzını alamazken annemin acil servis ekibi ben yine ağlıyordum ve
dua ediyordum.
Yazmak mı?
Belli ki hiçbir şey eskisi gibi
olmayacaktı.
Ne yazık ki bu sıkıntılı süreçte çok
insan tanıdım ailemin ve benim üzüntümüzden bayağı bir nemalanıp neşe
bulduklarına ne yazık ki tanık olduğum üstelik en yakın bildiklerim üstelik en
yakın komşularımız.
İnsanlar durduk yerde nasıl oluyor da
birbirine nefret besliyor; bunu daha net görmüştüm.
Ambulans acı çığlığı ile evimizin
önünde durduğunda bunu bir eğlenceymiş gibi algılayıp keyiflenen çok aciz insan
tanıdım o dönem.
Ben yine ağlıyordum.
Artık Harikalar Dünyasında değildim.
Kesinlikle cehennemi yaşıyordum ben yaşarken ve tek yapabildiğim annemin başörtüsünü-geçici
olarak emanet alıp-edebildiğim dualardı.
Yine ağlıyordum.
Asla da yazmıyordum.
Umurumda bile değildi yaşamak.
Beyaz tenimde pembe bir acı ama
kırmızı bir vahşet sağdan soldan yansıyan.
Hayatın hangi durağıydı bu?
Son durak olsaydı keşke ve asla da
annemin yaşadıklarına tanık olmasaydım.
Geçen zaman içerisinde sanırım yüz
yaş almıştı yüreğim ve yastan da bayağı nasiplenmiştim.
Rabbimin mucizesine tanık oldum
ansızın aslında olduk ailecek.
Bizi sevenlerin de varlığına tanık
oldumdu bunca olumsuzluk yaşasam da ve negatif bir enerji alsam da çevremdeki
yalancı fanilerden…
Gerisi mi?
Gerisi geldi ya da gelmedi.
Derken kardeşim üzdü bizi ve
üzüntümüzü hafifletmeye çalışıyoruz yine tıp sayesinde umutlarımızın solmadığı.
Ara ara yazmaya başlamıştım ama
sorumluluğum o kadar artmıştı ki ve asla da gocunmadan ben yerimi aldım zaten
yerimi hepten almıştım öncelikle de Mevla’m sayesinde ve yüreğinde bana yer
açan insanların bana verdiği güç sayesinde.
Ara ara.
Yaza yaza.
Daha az ağladığım günler akabinde
üzüntünün tavan yaptığı.
Derken yeniden ara verdiğim.
Aslında hayata ara veremediğim.
İyi bir insan olmanın sırrına vakıf
olduğum akabinde ve deştiğim yazma serüvenim: iyi bir yazar olmak adına
yüreğimi koyduğum belki de asla sonu gelmeyecek bir hayal.
Evet, ben Harikalar Dünyasındayım
çünkü yazarken ve paylaşırken dünyanın hatta kâinatın en mutlu insanıyım.
Ağlamak… çok olası ne de olsa ruhum
yaşlarımla yeşeriyor ve yazdıklarım da biçimleniyor.
Mutluluk… daha sık duyumsadığım bir
duygu son zamanlarda ve maneviyatın verdiği huzur ve sevme coşkum inanılmaz
ivme kazandı.
Bir ara sevmekten yorgun düştüğüm.
İhanete uğratıldığım tarafınca ne çok
insan.
Belki de dünyanın hala kötü bir yer
olduğunu düşünmemeye çalışıyorum ama bir şekilde canımı yakmaya devam eden sayısız
insan da yok değil hani.
Sevdiğim insanlardan bana yansıyan.
Aslında sevginin bana sunduğu huzur
ve o garip mutluluk dalgası.
Bana ziyan veren kim ise asla ilgi
alanımda değil bu anlamda lafını bile etmeye değmez.
Sevginin ve iyi niyetin ve de umudun
açamayacağı kapı mı var?
Çok kapıyı açtığım gibi ansızın
çıktım da her birinden ama Rabbim mümkün olmayanı öylesine bir anda size hazır
sunuma getiriyor ki…
Yazmak.
Yazdığıma dair bir inanç.
Ötesinde çok ötesinde yazarak
tanıdığım güzel insanlar: sevdiğim ve tarafınca değer gördüğüm.
İnancın boyutsuzluğuna vakıfım hele
ki yazıma geçici bir nokta koyup da sayfayı kapadığımda.
Ve bilmek ve paylaşmak ve atıfta
bulunduğum tüm yazılar aslında sevgimin de gitgide büyüdüğü bir doku ve her
nasılsa sarkmayan teninde yalnızlığın bilmek de yalnız olmadığımı.
Yazarak olgunlaştığımı biliyorum
artık gerçi içimdeki mızmız çocuk illa ki hayıflansa da ve havadan dahi nem
kapsa da…
Büyümek.
Yaş almak değil hüzünle büyüyen bir
gönül ve acılarla depreşen.
Aslında büyümek de değil tam
anlamıyla.
Yoksa hayatı gözümde çok mu
büyütüyorum?
Varsın büyüteyim ama en güzeli
Yaratanın büyüklüğü ve ihtiva ettiği o sonsuzluk.