Mamafih, demenin
özrüyle sancağımı salıyorum ruhumun okyanusuna: debdebeli bir şiiri mizansen
bellediğim günde devrilen bardakların yasını tutuyorum bir de henüz içemediğim
şiirlerin.
Ruhumun deryalarında
girift bir sersemlik kayıtlı ve aklın zembereğinde hulasa yorgunluk sanırım tüy
dikti hasret aslında kime kimin nesi olduğumu soranlara da değil cevabım sadece
aklımın almadığı bir cehaletle aşka kıyanlara cevabım haddim olmayarak belki
de.
Mecazi bir firar
benimki hele ki boyuma gelen başaklarla ettiğim hasbıhalde Tanrıyı
sorgulayanlar da kaçmazken gözümden.
Coşkumun şifresinde
saklı yazdıklarım ve günün muhasebesi filan da değil sadece cehennemden firar
eden kâbuslara sunduğum iyi niyet elçiliğim.
Ayazın soğuğunda
muteber bir üşümüşlükle içimin fırınını sonuna kadar açıyorum ki açmazında iken
olup bitenin, bir düş’ü kundaklamak nasıl ki vazifesi kiminin ben düş pazarında
sattığım hayallerimin kundağını yapıp sallıyorum bacaklarımda.
Yenilgi babında da
görmüyorum kayıpların bir kazanıma denk düştüğünü irdelerken günbegün, semiz
bir serkeşlik ile izaha kalkışıyorum.
Sarı mı zambak ve pembe
en çok kime yakışır, diyenlerin yalancısıyım; alındığım her kırgınlıkta sorumlu
tutulduğum her dönemeçte ve aldığım cevaplarla da eşleşmezken sorularım…
Kanıt peşine düştüğüm
geceden fazlasıyla alacaklıyım ve soytarı vagonlarında Doğu Ekspresinin, sadece
biletsiz yolculuğumla bir tek benim Tanrıya hesap veren.
Kırık kiremit renginde
saçımın kırıkları ve daha yeni aldırdım kırıkları bıraktım da kuaförde yeniden
örsünler diye artık geride kalan ne ise. Sitemsiz yolculuğumda, devasa
balıklarla iyi geçinmeye çalışıyorum ne de olsa sazan başlığını bana ithaf
edenlere sunabileceğim suyun içinde ağzımdan çıkan hava kabarcıkları ve boşluğu
dolduran bu baloncuklarda illa ki monolog düzeyinden dilimden dökülenler ya da
atıfta bulundukları ne ise; bir ikram babında alıyorum sözcükleri ve birbirine
dikip kuyruklu elbiseler yapıyorum gecenin kursağında kalan karanlığı da
alaşağı ettiğim.
Bir şehir gezgini ya da
bir ev kuşu.
Bir yalan ve doğruları
kanatan.
Yalan yanlış bir
tanımlama en çok da arkanızdaki kalabalığa inandırıcı olmak adına ve evrenin
bitmeyen dansında dinlediğim dört mevsim’le kendimden geçtiğim.
Saçlarını unutan bir
hasta yine hastane koridorlarında izlediği kandamlaları ile kendini morga
kilitleyen ve küt kesimli bir coşku ile kıvırcık bulutların şaşkınlığına
duyduğu yeni bir şaşkınlık ne de olsa coşkunun diğer adı mutluluğa sevk eden o
umut yelpazesi.
Kanatları olmayan bir
kuş gibi havalanmaktan aciz kalmak çok da dert değil ne de olsa hayallere
bandığım gerçeklerim var benim bir de gerçekleri çarpıtan yalanları var
Pinokyo’nun.
Yüzüme çarpan
sessizliğin rüzgârı daha da coşturuyor içimi biteviye sürüklendiğimden de değil
bilakis sürdürmeyi sevdiğim her yeni düş’üm yine düşkünü olduğum.
Zaferimi kutlamak adına
gidiyorum peşinden bilinmezin ve işte ansızın bastıran bu sağanak sayesinde
biriktirdiğim kâğıt kayıklarıma binip yelken açıyorum ve görünmezliğimle ve de
olmayan ağırlığıma kanat takan meleklerin de vasıtasıyla kutluyorum özgürlüğümü
artık hangi düş sağanağına ne zaman rast geleceksem. Su alsa da kayığım hayatı
ve ilişkileri asla sulandırmadan susuyorum her söylemde bir sus payı saklı iken
bir de çözemediğim yarınlarda dün menşeli umutlarım hala pes etmemişken sürünmeyi
ve sürdürmeyi doğamdaki pervasızlığı bilfiil sevdiğim kadar da sevmeyi bahşeden
Yaratana duyduğum minnet ve şükür sayesinde.
Mensur bir şiir düşüyor
göğün sahibinden dilediğim aşk’ı bana çoktan sunmuşken evren derken hâsıl olan
sessizlikte sen düşüyorsun aklıma.
Bukle bukle saçlarımda
açan papatyalardan yana sitemim ne de olsa düş kurma özgürlüğüme set çekiyor
her biri bir de biz olmayı bir türlü söyleyemediğim cümlelerimde bir ışık
salınıyor belli ki yazdığım her şiir aslında gecenin ışıldağı.
Uzakların fısıldadığını
duyar gibi oluyorum ve ilk kez sessizliğin büyüsünün bozulmasını diliyorum.
Zaman ya da mekân fark
etmiyor sevmek için en çok sevilmeyi temenni etmeyi aykırı bir düş olarak
kundaklarken yalnızlık, sitemin bağrında dolanıyorum bu kez; en çok da kendime
hatta sadece kendime.
Çalçene olmayı ben
dilemediğim gibi bazen somurtuk bir mizaçla sonlanmasını dilediğim hayatım
düşüyor bu kez kirpiklerimden ve umudumu umudunla bağdaştırdığım her cümlen
geliyor aklıma belki de fıtratın sunumunda budur gerçeklerin düşlerle karıştığı
aslında görünmezin indinde budur işte kazan kaldıran ne de olsa metazori sevmez
insan.
İklim değişikliğinde
ben birdirbir oynuyorum şaşalı bir yürek sesini de asla duymazdan gelemediğim
belki de seni asla duymazdan gelmediğimdendir bu şen sesim: bazense hüzünlü
yüreğim gamlı baykuşun adresini de bilmezken kırlangıçların yuvasını
düşünüyorum ansızın ve bilumum canlının bu soğuk havada nasıl üşüdüğünü ve
üşümediğim için utanıyorum ve yüreğimi üşütmediğin için de mutlanıyorum.
Göğün alfabesinde kanat
sesleri ve terk edilmiş metruk evler üstelik bir çocuğun sesinden üreyen o neşe
ve terk edilmişlikle üzüntüye şerh düşen bir güfte…
Tüm surelerde illa ki
anıyorum seni ve illa ki arıyorum seni her gördüğüm surette.
Patavatsız yorgunluğumu
yok sayıp çıplak ayakla basıyorum toprağa hani olur da içimdeki enerjiyi çeker
belki de kökü olmayan şiirler kurulur yeniden şehrin boşluğuna oysaki her yer
tıklım tıklım ve şehir bayağı hüzünlü ve özlem yüklü.
Asılı kaldığım
dimağımda saltanat sürüyor sayısız fırtına: tam biri bitiyor derken başlıyor
ansızın o deli rüzgâr ve ben hala dimdik ayaktayım: ne sallanıyorum ne de
salıyorum içimdeki kuşları. Mahşerin kırmızısına dönüyor yanaklarım; çehremdeki
hüzün bulutları dağılıyor ve ağlıyor mevsim sanırım coşkumu özümseyen o sıra
dışı yüklemler öznemle çekişiyor ve çekiştirildiğim her yerimde yeniden baş
veriyor umutlarım.
Yalansız, riyasız geçen
ömrün dalgalarında hep nifak sokanlar var hayatla arama yine de aldırmıyorum ve
önümdeki dik yokuşu soluksuz tırmanıyorum ve tırmanıyorum derken ulaşılmazlığın
gölgesinde bir beyit olup düşüyorum satırlara. Aklıma gelen dünün getirisi
hüzün iken yarına çeviriyorum bakışlarımı ve yarım kalan hikâyelerimi tek tek
tamamlıyorum bir de öksüzlüğümü görmezden gelip sözcüksüz cümlelerle fısıldıyorum
kulaklarına aslında duymadığın kadar görmediğin olsa da gerçeğim biliyorum ki
ulaşacak her bir cümlem sana.
Bağımlısı olduğum
hayatın çehresinde solan bir gülüş olmayı da sonlandırıp hakkını veriyorum
ismimin ve göğün katmanlarında sırlar serili iken serler sunuyorum evrene
aslımın özüm olduğu; özümün de sözüm olduğu.