Biz, şanlı bir geçmişe sahip şanslı bir milletiz. Bizim atalarımız, Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük bir devlet kurmuşlar. Üç kıtada at koşturmuşlar. Asya’ya, Afrika’ya ve Avrupa’ya medeniyet götürmüşler. Gittikleri her yerde göz kamaştırıcı yapılar, camiler, kervansaraylar, imarethaneler, hanlar, hamamlar inşa etmişler. Mazluma kucak açmışlar, zalime dur demişler. Öyle bir noktaya gelmişler ki ülkeleri fethetmeden önce o ülkede yaşayan insanların gönüllerini fethetmişler. İstanbul’u fethetmeye niyetlendiklerinde İstanbul halkına “Başımızda kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığını görmeyi tercih ederiz.” dedirtmeyi başarmışlar.

Daha önce büyük başarılara imza atmış olan atalarımız, ne olmuşsa olmuş 18. yüzyıla doğru birçok alanda hayal kırıklığıyla karşı karşıya kalmaya başlamış. Önceleri girdikleri savaşlarda sürekli galip gelirken yenilgiyle tanışan atalarımız büyük bir telaşa düşmüşler, bu endişeyle mağlup oldukları düşmanlarını incelemeye başlamışlar. Avrupa’ya birçok öğrenci göndermişler, yabancı dilden birçok kitap tercih etmişler, ordumuzu ıslah etmesi için yabancı komutanlar çağırmışlar. Bütün bu faaliyetler Osmanlı idarecilerinde ve halkında bir anlayış değişikliğine sebep olmuş. “Batı ne yaparsa yapsın güzelini yapar, birer doğulu olarak bizler Batı’nın hep gerisinde kalmaya mahkumuz.” anlayışı benimsenmeye başlamış. Bu hastalıklı düşünce maalesef bu güne kadar etkisini sürdürmeyi başarmıştır.

Avrupa’nın şahsında Batı bizim gözümüzde öyle bir kutsallaştı ki toplumumuzu ayakta tutan ve her türlü saldırıya karşı tek vücut olmamızı sağlayan bireysel ve toplumsal değerlerimizi bırakmaya onların değerlerini benimsemeye başladık. Hem de körü körüne, hiç akıl süzgecinden geçirmeden. Kendi insanımızın başarılarını göremedik, kilometrelerce uzaktaki yabancıların başarılarına imrenmeye başladık.

“Onlara ne kadar benzersek o kadar onların seviyesine çıkabiliriz.” düşüncesi bizde birer saplantı haline geldi. Öyle oldu ki bir gencimiz duygularını “Oh, My God !” ünlemesiyle ifade edebiliyor. Tişörtlerinin üzerlerinde yabancı dilde ifadelerle çarşıda sokakta geziyorlar. Evcil hayvanlara yabancı isim takıyorlar. Kurduğu grupların isimlerini ısrarla yabancı bir dilden, özellikle İngilizceden, seçiyorlar. Gençlerin email adresleri çoğunlukla yabancı bir dilin sözcüklerinden oluşuyor. Tabi bu furyaya yetişkinler de kapılmakta gecikmediler. Özellikle çıkarını değerlerinden daha önemli gören yetişkinler, iş yerlerini isimlerini ilgi çeksin diye özellikle yabancı sözcüklerden seçmeye başladılar. Hatta bu savruluş öyle bir duruma geldi ki yerli harfleri yabancı telaffuzla yazarak kullanmaya kadar vardılar. Artık sokaklarımızda “Ashk Kulübü, Pasha Kuaför” gibi tabelaları doğal görmeye başladık.

14 Şubat Sevgililer Gününün kutlanması da yukarıda anlattığım değer savruluşunun bir göstergesidir. Onlar kutlar da biz geri kalır mıyız, diyerek büyük bir heyecanla bu güne hazırlanıyoruz. Bu tarihin nasıl ortaya çıktığını biliyor muyuz? Tek bildiğimiz şey, Batı dünyası için bu günün çok önemli olduğu. Halbuki 14 Şubat’ı Batılı birçok Hristiyan bile kutlamıyor.

Sizlere 14 Şubat Sevgililer Günü ile ilgili bilgi vereyim : Tarihçesine baktığımızda, putperest Romalıların sürülerini kurtlardan korumaları için tanrılarına kurbanlar kestikleri 15 Şubat Lupercalia Bayramı'nın sonraları sevgililer bayramına dönüştüğünü görürüz. Rivayete göre, İmparator 2. Claudius savaşı olumsuz etkilemesin diye askerlere evlenmeyi yasaklar. Fakat Rahip Valentine bu yasağa uymaz ve sevgililer arasında gizliden gizliye nikah kıyar. Tabii çok geçmeden yasağı deldiği ortayla çıkar ve idama mahkûm edilerek hapse atılır.

İmparator bir putperesttir. Valentine ise tevhit inancı üzere bir mümindir. İmparator, Aziz Valentine'e Hristiyanlığı bırakıp Roma'nın tanrılarına tapması karşılığında kendisini affedeceğini teklif eder. Valentine dininde kalmakta ısrar edince, miladi 270 yılında 14 Şubat'ı 15 Şubat'a bağlayan gece idam edilir.

Hıristiyanlık yayılıp Avrupa'da kabul gördükten sonra 496 yılında da Papa Gelasius, Aziz Valentine'i onurlandırmak için 14 Şubat'ı Valentine Günü ilan eder. Ancak Valentine gençleri günahtan kurtarmak için nikâh kıyarak ilişkileri meşrulaştırırken sonraları onun adına kutlanan günde ilişkilerin gayri meşru (kızların isimlerini birer kağıda yazıp masa üzerindeki bir sepete koymaları, delikanlıların da kura çekerek paylarına düşen kızlarla birlikte olmaları gibi) mecralara aktığı görülür hatta bir ara gençlerin ahlakını ifsat ettiği gerekçesiyle din adamlarının teklifiyle İtalya'da yasaklanır; fakat 14 Şubat, 1800'lü yıllardan sonra da "Sevgililer Günü" olarak Batı'nın toplumsal bir olayı haline gelir. Sevgililer birbirlerine kırmızı güller hediye ederler ve kutlama kartları gönderirler. Bu günü de sadece Katolik Hristiyanlar kutlar, Ortodoks olan bir Hristiyan’a bu gün ne yaptığını sorsanız size o günün kendilerinin için bir anlam ifade etmeyeceğini söyleyecektir.

Kısacası Sevgililer Günü diye bilinen 14 Şubat, Katolik dünyasının dini bayramlarından biridir. Ortodoks Hristiyanların bile kutlamadığı bir günü Müslüman olan bizlerin kutlaması ne kadar doğrudur?
( 14 Şubatı Beklerken başlıklı yazı Abdullah GÜNDEM tarafından 11.02.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu