‘’Yazarken sahteliğe düşmekten, sana
yalan söylemekten ve olmadığım biri gibi görünmekten sakınıyorum ve o kadar
kendim oluyorum ki dünyaya karşı korunaksız kalıyorum.’’(İnci Aral)
Hatırşinas bir tınısı olduğuna
vakıfım sessizliğin derken ürkünç yalnızlığın infilak ettiği d/okunaklı
satırlar.
Yalın ve ketum olmak bir yana
çetrefilli rüzgârların da sürüklediği bir kuş ölüsüne acımaklı gözlerle bakmak
bir yanda.
Kocaman bir kara tahtanın önünde ve
elimde beyaz tebeşir: yaşımın kaç olduğu önemli değil üstelik: belki bacak
kadar boyu ile öğretmenine kafa tutan belki yetişkin kimliği ile öğrencilerini
kucaklayan o sunum.
Yeter ki elimde tebeşir olsun ve
dokunmadan tahtaya herkes algılasın içimden geçeni.
Kelimeler az sonra dökülmeye
başlayacak zihnimden ve boyutsuzluğumla tünel kazıp firar edeceğim sistemden.
Düş mağduru bir gerçek olduğumun da
bilincinde.
Belki de gerçeklerin gerekçeleri ile
ötelediği düş kırıntıları.
Kâbusların mutlu sonla bitmediği
tıpkı hayatın dalkavuk sunumunda masallar yazmaktan imtina ettiğimiz ve işte
yolculuk başlıyor.
İçime yağan karın tüm ana yolları
kapattığını bilmek belki de bana iyi gelen ve çıkış noktası ararken sıkışıp
kalmak ve asla kurtulamayacağının bilincinde zamana karşı zar tutan bir Tanrıyı
canlandırmak gözlerimde.
Hangi fragman eşlik etmeli yeni güne
ya da hangi beyit kıssadan hisse tadında yolunu şiire çevirir ve gözlerini
dikip de kelimelere buyur eder ansızın?
Anlama güçlüğü çektiğimiz zamanlar
çok önemli bir ayrıntı sunuyor hayata ve anlatmaktan yorgun düşse de insan bir
gün anlaşılacağı umuduyla kalemle kuyu kazıyor belki elemin ayrıntıları derken
hasıl olan mutluluk ve bir öngörü derken cafcaflı bir hikaye ve sonlanmasını
dilediğimiz acıklı bir film.
Filler mezarlığında ayak basmadığımız
yer mi kaldı?
Hayal küpüne biz isteyerek mi dâhil
olduk?
Soruların kardığı akıl oyunları belki
de aklımızın başımızdan gitmesinden en çok da yüreğimiz muzdarip derken
öykündüğümüz güzellikler tıpkı metafor yüklü bir gezegende gidip geldiğimiz o
güzergah az sonramızın kara delikle muhatap olup yokluğa karışacağımız.
Bir alıntı ile başladım bu yazıma
çünkü uzun uzadıya düşünmekten sıkılmıştım ve yol ayrımı bildiğim her cümleyi
de en ufak ayrıntısında kadar tahlil ederken zihnim düştüm yola ansızın.
Sözcükleri ihbar ettiğim mi gerçek
yoksa sözcüklerin beni çıplak kıldığımı mı?
Hani bazen de düşünmüyor değilim; bu
aykırılığımın bana nelere mal olduğunu/olacağını.
Sunumunda lezzetli bir yemeğin ve son
anda dibinin tutmasından korkup neredeyse pişmeden sunuma geçtiğimiz.
Sevginin ana yolundan sapıp da
şüpheler tali yoluna derken içimizdeki kıyımı sonlandırmak adına basireti
bağlanmış cümlelerden alıp da hırsımızı.
Kelamın biri bin dert tıpkı paranın
sürümde olduğu gündelik hayatta ben para kazanmayı reddedip kelimelerle karnımı
doyurduğum sanrısı.
İçimdeki büyüteç bazen yangını
büyütüyor bazense dertlerin tekmiline baskı yapıyor.
İmlerin gölgesinden kurtulup
gerçeklerle özene bezene sınandığım ve hayallerin turşusunu kurup bir türlü
gerçeğe dönüştüremediğim.
Hangi boyutta takılmışlığım bir tez
konusu aslında boyutsuz olduğumu iddia edip tek boyutta gidip geldiğim ve
kurşun ağırlığında bir hezimetle içimdeki çağlayana set çektiğim daha doğrusu
engel olan nedenler genelde sustuğum ve kabullenmek zorunda kaldığım.
Hayatın realitesi ve bizlerin
görmezden geldiği nicesi aslında birbirimizi yok saydığımız aslında yok
sayıldığımızın bile yok sayıldığı.
Bir kimlikten çıkıp da yola.
Bazense yoldan çıkıp bir kimlik
kaygısına dönen içimizdeki sıkıntı.
Mahşer kalabalığında kelimeler
bazense çıkmazda kaldığım ve aynı düşünce ve kelimenin etrafında dönendiğim
derken akla aykırı bir hicapla kendimi cezalandırmaktan da vazgeçmediğim bu
bağlamda bana kesilen ceza makbuzları asla içimdeki ağırlığı geçemiyor ve
ağdalı hüznümle mutluluk nidaları atabilsem de zaman zaman dönüp dolaşıp aynı
yere geliyorum.
Bir ittifak belki de hüzün yüzlü
zaman.
Bir kısır döngü adeta zamanın hüzne
dönük yüzü.
İlla ki neşemin çalınacağının da
ihbarı ve eninde sonunda süt dökmüş kedi gibi kabuğuma çekildiğim bir o kadar
kendimi suçladığım, ne gerek vardı sorusundan çıkıp da yola nereye varacağımı
bilemediğim sonunda tosladığım boşluk.
Hicabın da ötesi ve aykırılığın
izdüşümü üstelik neye mal olacağı değil zaten çoktan uğramış olduğum zarar.
Sözcükler fink atarken zihnimin
koridorlarında düşüncelerimin de izini sürüyorum daha doğrusu benim peşime
düşen onlar.
Kayıtsız birer izlek iken bunca gölge
ve kayıtsız olmayı beceremediğim gerçeği ile her doğruyu haykırdığımda
kovulduğum sayısız kapı.
Köhne bir sarkaç gibi başımın
uğuldadığı o gürültü tapınağı aslında kıyamdaki yüreğin hayatın galesi ile
kesişip de bir türlü anlaşamadığı.
Arkama bakmadan koştuğum engelle dolu
yolda tökezlemem nasıl olası ise başarı addedilen olguya da asla ulaşamadığım
belki de kendimi küçük görüp bilmediğim gerçeğini öne sürüp bildiklerimi askıya
aldığım her saniye ve her kelime dökülürken irili ufaklı hezeyanların illa ki
huzursuzluk verdiği.
Tolerans göstermesi gereken ise
sadece benim üstelik kendime akabinde illa ki birilerine sırt dönüyorum belki
de korumak adına en azından tüm iyi niyetimi ve saygımı koruyup kaçıyorum ama
kendimden yine de yakalanmam an meselesi hele ki yazmaya başlayıp devamı
gelirken satırların ve bingo!
İçimdeki esrarın eriyen muma
dönüştüğü aslında kâinatın şifresine hala kani olamadığım ve iki arada bir
derede kalıp beylik bir hezeyanla kendimi suçladığım suçlandığımın da
bilincinde iken haricimde kim varsa.
Tetiklenen özgürlüğüm aslında sıkışıp
kaldığım.
Özgürlüğün anlamını çözemediğim ve
kimliğime sahip çıkmakla dünya arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığım.
Biliyorum ki; tüm olup biten akla zarar iyi de normal addedilen ne kaldı ki
geride bize dair ve günümüz şartlarını da göz önüne aldık mı?
Şimdimi sonlandırıyorum bu son cümle
ile yarına rahmet okuyorum şimdiden ne de olsa portföyümde ne var ne yok sadece
bilinmezin indinde yeter ki yaşayacak ve yaşatacak bir şeyler bulayım: elbette
umudumu.