‘’Onca yoksulluk varken…’’
Alıntı mahiyetinde bir cümle aslında
hayatına kendi elleriyle son veren Romain Gary’nin başka bir isim kullanarak
yayımladığı romanı ve henüz okumadığım bir kitap tıpkı binlerce kitap bana
çapkınca göz kırparken ben yoksulluğun ne anlama geldiğini sorguluyorum yolum
ne zamanki düşse hayat denen dehlize aslında hepten ait olduğum bir mecra lakin
kalem eşlik etti mi kendimi harikalar dünyasında hissettiğim…
Sehven yenilmişliğin de bir mizansene
eşlik ettiği ve safran sarısı düşler belki de düşüşler oysaki hayat nasıl da
yolunda gözüküyor.
İçimde içerlemiş bir çocuk hayata ve
küskün bir manivela ile kırpıştırıyor gözlerini. Yaşım on var yok ve sezilerim
daha devreye girmemiş ben sadece okul yolunda gidip gelmelerin mecburiyetine
vakıfım bir de eksiksiz ödevlerimi yaptığım…
Henüz yaftalanmadığım… koca bir yalan
işte.
Menevişlenen göğün çengelinde asılı
benim arkadaşlarım adları ve soyadları hala dün gibi aklımda ne de olsa
seferberlik henüz ilan etmediğim zamanlar…
Bir göğün temsilcisiyim bir de
çiçeklerin. Ne koktuğumu bilmiyorum ama annem beni gül kokulum diye seviyor.
Adını çok sevdiğim ilkokul öğretmenim
aslında her şeyini çok seviyorum o kadının hele ki kızdığı vakit yüzü al al ve
yüksek sesle sınıfa duyduğu kızgınlığı dile getirirken daha da çok seviyorum
oysaki kimse bana sevginin dersini vermediği elbette ailemi saymazsak.
Biz okuttuğu son sınıfız ve şunun
şurasında üç beş ay kalmış emekliliğine.
Çok güzel bir kadın siyah saçları ile
ışıl ışıl gözlerinde bazen acıya rast geldiğim ve içime sokmak istediğim ulvi
bir varlık.
Nadiren kullanıyor bazı sıfatları;
canım, güzelim ya da evladım, diye seslendiği az öğrenciden biriyim ve
defterimin arkasına not alıyorum bana günde, haftada kaç kez bu güzel
sözcüklerle seslendiğini ve ben çok sessizim. Kocaman bir yalan daha
söylediğimi sanmayın hani ne de olsa kalemlerimi ve süslü püslü silgilerimi
dizmişken sıraya çene çalıyorum çok nadir olarak sıra arkadaşımla. Sıra
arkadaşım ve hayatta edindiğim ilk can dostum sonrası ile akla zarar.
Başka bir ilden sınıfımıza katılan
bir kız öğrenci yine sınıfın düzenine intibak etmek adına vazifeye koyulan ve
ilk icraatı sıra arkadaşımı çalmak oluyor ve derken saf değiştiriyor can dostum
ve işte ilk hayal kırıklığım.
Deformasyona uğramamış henüz ruhum ve
acısı içime çökse de sevmeyi ihmal ediyorum bu ihaneti tutanaklara geçirip de
kendime başka bir sıra arkadaşı bulduğum daha doğrusu sınıf öğretmenimizin
yanıma oturttuğu bir başka öğrenci.
Günleri saymıyorum o zamanlar ve
kalori hesabı da yapmıyorum ve asla bilmiyorum argo sözcükleri ta ki sınıfın
elebaşları yeni yeni reklamını yaparken küfür bazlı cümlelerde ben hala anlamaya
çalışıp da kimi ne amaçla yaftaladıklarını yıllar sonra anlıyorum.
Ketum varlığım ve içimde bir nebze de
olsa kötülük yok.
Zaman ilerlerken değişiyor bedenler,
suretler ve kap kaça uğrayan ruhlarımız.
Göğün limanına yanaşan sihirli bir
gök gemisi ve dümende saklı sevgi ve sevginin de hâkimiyeti sadece Yaratanın
nezdinde lakin anlama güçlüğü çektiğim daha doğrusu sevginin herkesin zaten
içinde saklı olduğuna inandığım ve ben dualarımda buluşurken Rabbimle annemin
öğrettikleri her gece dua okumadan uykuya dalamadığım bir de ödevlerimi
tamamlayıp akşamdan okul çantamı hazırladığım.
Günler.
Seneler.
Belki bir asrı uğurlayıp yeni bir
asra merhaba dediğimizi pek bir büyütmüşken gözümüzde.
Konservede saklı zerzevat gibi asla
bozulmuyoruz sözüm ona lakin son sevme tarihi geçen kim ise bizler tarafınca
zehirleniyoruz.
Marmelat tadında her yeni başlangıç
ve yeni ortamlar; yeni hayaller ve vazife edindiklerimiz.
Büyürken gözümüzde büyüttüğümüz
insanların aslında nasıl da küçük olduğunu anlayıp bu sefer bir iç hesaplaşmasına
düştüğümüz.
Yollar ve de… yürü yürü illa ki
aşınan yollar ve ayak izlerimiz bir de ayak izini takip ettiklerimiz.
Sözcükler yoldan çıkan.
Sözcükler, bizler yoldan çıkmayalım
diye.
Ve aşk… bir hurafe olduğuna vakıf
oluyor insan illa ki.
Sevip de sevilmeyi reddeden.
Sevilip de sevgiyi dostlukla
çağrıştıran bir kabulleniş belki de.
Aşk denen ırkın muzdarip yolcuları.
Aşk denen kıtaya henüz ayak
basmamışken.
Aşk denen yarımadaya düşüp de
yanımıza almayı unuttuğumuz güven duygusu ve peşi sıra eşlik eden hayal
kırıklığı.
Göğün bir terennüm armağan ettiği.
Sevginin bir buse kondurduğu alnımız.
Alnımız açık yüreğimiz pür-ü pak ve
kutsal bedenlerimizi gözden sakınıp da aslında İlahi Aşka yelken açtığımız
dünyanın son görmüş geçirmiş nesli ve hala masum kalabilmenin de mümkün
olduğunu haykırırcasına seçtiğimiz yalnızlıkla sadece Rabbin vasıta olduğu bir
denklem bilinmezi kaç ise bir o kadar denkleme ihtiyaç duyduğumuz ve sabit sayı
elbette yaşımız ve yasımız…
Dünya gözüyle severken.
Mahşeri beklerken bilip bilmeden.
Sevgiyi arz edip talep etmeden de
sevmeyi kolaylıkla kabullenmişken.
Ve çalıntı ruhlar ezkaza bir enkaza
dönüşüp de sorumluluk başlığı altında öncelikle Yaratana ve kendimize hesap
verdiğimiz…
Yorgun düşler.
Yangına düşmüş düşler.
Aşka düşmüş düşler.
Ve de gözden düşmüş…
Kibirli bir yas’ı ağırlarken kabul
edip etmemek sadece bize kalmış biz her ne kadar kabul görmesek de yüreğimizde
ağırladığımız o kadar çok insan ve güzellik var ki üstelik haberleri bile yok
iken dualarımızda saklı tuttuğumuz…
Sevgi…
Hem acıtan hem de insanı Rabbine
yakın kılan ve de kendine.
Sorup soruşturmadan ve bir meziyet
iken sevgiye dair bu kutsal yolculuk elbet düze çıkacaktır her seven ibarede
saklı olan o derin bakış açısı ve asla da sonlanmayan kalp gözü…
Yitip gitmeden zaman sevgiye de her
zaman yer var yürekte üstelik sebepli sebepsiz ve asla da metazori olmayan
bilakis taşan oluk oluk nihayetinde sevgiden ıslanan bir yası da göz ardı edip
ereceğimiz noktaya da adım adım yaklaşırken…
Sevgiyle kalın.