Ben Atatürk Düşmanı Değilim Ama...
2015 yılında bir edebiyat sitesinde bir yazı yazmıştım. ( Şu anda üyesi
bulunmaktan şeref duyduğum ve bu yazıyı paylaştığım Edebiyat Evi Sitesi değildi
bu site.) Yazım Atatürk ile ilgiliydi. O yazıma yurt dışında yaşayan herifin
biri bir yorum yazdı. Yorumunda Atatürk’ün annesinin bir genelev kadını
olduğundan bahsediyor, elinde de bu yönde Selanik Asliye Hukuk Mahkemesinin bir
kararının fotokopisi olduğunu iddia ediyordu.
Site yönetimi her nasılsa bu yazının farkında değildi. Ancak daha da ilginci
sitede ben hariç hiç bir Allah’ın kulu bu kişiliksiz kişinin yazısını görmemiş,
en ufak bir tepki dahi vermemişti. Oysa benim bir başka yazımda Ali Fuat
Cebesoy’un hatıralarından naklen yazdığım Atatürk’ün şu sözleri sebebiyle
Atatürk Düşmanı ilan edilmiştim:
‘’Şeklen sınırlarımız içinde olmasına rağmen asla ve hiç bir zaman bizim
olmamış toprakların terk edilmesinden sonra temeli Türk olan bir devletin
hudutlarını çizmeliyiz’’
Her neyse...Bahsini ettiğim o yurt dışında yaşayan Atatürk düşmanı ile fena
kapıştık. Ona 1882 yılı itibariye
Osmanlı toprakları dahilinde Asliye Hukuk Mahkemesi diye bir mahkemenin
olmadığını, dolayısıyla da bahsettiği paçavranın hiç bir belge değeri
olmadığını yazdım cevap olarak.
Herif iyice çıldırdı ve bana aynen şunları yazdı:
Sayın çok bilmis Sami!
senin o iğrenç ideolojik fikirlerini kalemimle deşer oyarım!
Varsa bilgin aslını çıkar reddiye ver!
Yoksa da haddini bileceksin!
ha! beni tehdit etmeye de kalkma!
fikir dersen fikir,yumruk dersen yumruk,silah dersen silah!
Kimlerle uğraştığımı görüyorsunuz sanırım. Ancak hemen belirteyim bu
mücadeleleri yaparken neredeyse tamamen yalnızdım. Bir başkası Atatürk
aleyhinde en iğrenç iftiralarda bulunurken sesleri çıkmayanlar ben ‘’Atatürk’ün
gözlerinin üstünde kaşları vardı.’’ Desem hemen köşelerinden çıkıyorlar sanki
bir yerlerden ‘’ Saldırın Sami Hoca’ya’’ Emri almışçasına saldırıya
geçiyorlardı. ( Bugün itibariyle de değişmiş değil bu durum her nedense )
Evet, bu herifle(Ve benzerleriyle) böylesine bir mücadele içine girdiğim
günlerde bir gece televizyonda Murat Bardakçı’nın yönettiği bir programda da bu konunun gündeme getirildiğini
gördüm. Programın konukları ise Türk Sanat Müziğinin en saygın isimlerinden
İnci Çayırlı ve Türkiye’de Sümerler üzerine tek uzman olan Prof. Dr. Muazzez
İlmiye Çığ idi. ( Yani bu hatun kişinin böyle bir bilim insanı olma özelliği varmış.)
Murat Bardakçı, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanımın genelev kadını olduğu
hakkındaki belgenin sahte olduğunu ispatlamaya çalışıyordu programda... Muazzez
İlmiye Çığ ise ilk kez duyduğu bu iddia karşısında şaşkın...Şaşkınlığının yanı
sıra büyük bir üzüntü içinde Atatürk’ün annesine atılan bu iftiradan dolayı resmen ağlıyor üzüntüsünden...
Murat Bardakçı da üç aşağı beş yukarı benim söylediklerimi söyledi. Yani 1882
senesi itibariyle ülkede Asliye Hukuk diye bir mahkeme olmadığını, dolayısıyla
bu belgenin sahte olduğunu ( O başka deliller de ortaya koydu tabii ki.)
Aradan bir zaman daha geçti. Baktım Muazzez İlmiye Çığ başörtüsü ile ilgili bir
açıklama yapmış. O açıklamada da aynen şunları söylemiş:
‘’Başörtüsünü Sümerler'de ‘mabet
fahişeleri’ tarafından kullanılırdı. Sümerler’in tanrıları kızdırmamak için
mabetlerde düzenledikleri törenlerde mabet fahişelerinin diğer rahibelerden
ayrılması için başörtüsü takarlardı.Bizim başörtümüzün kökeni de oradan
geliyor.”
Başörtüsü ve fahişler???
Bir an gözlerimin önüne Atatürk’ün hep başörtüsü ile hatırladığımız Annesi
Zübeyde Hanım geldi. Pek çok fotoğrafında başı kapalı olan kız kardeşi Makbule
Hanım geldi. Bekarken başı açık bir kız olduğu halde Atatürk'le evlendikten
sonra başını örten, hatta çarşaf giyen Latife Hanım geldi...
Muazzez İlmiye Çığ eğer‘’ Sümerlerde başörtüsünü fahişeler takardı ama o
asırların üzerinden pek çok asırlar geçti. Bugün başörtüsü takanlara fahişe
denemez.’’ Deseydi ya da sözlerini ‘’
Bizim başörtümüzün kökeni de oradan geliyor’’ Diye bir ekleme yapmamış olsaydı
hiç bir itirazım olmazdı. Lakin bu şekilde söyleyince bir müddet önce Zübeyde Hanım
hakkındaki iftiraları duyduğunda döktüğü gözyaşları bana oldukça sahte geldi. Çünkü
koskoca bir profesör, pek çok konuda pek çok eser vermiş bir şahıs ağzından
çıkan sözün ucunun nereye dokunduğunu bilmelidir. Sırf başörtülü kadınlarımıza
kızlarımıza ‘’Fahişe’’ diyebilmek için sarfettiği bu sözlerin ucunun Zübeyde
Hanım’a, Makbule Hanım’a, Latife Hanım’a da dokunacağının farkında olmalıdır
öyle değil mi?
Muazzez Hanım, önemli bir isim. O böyle ilmî(!) bir açıklama yapınca başka
Atatürkçüler(!) hiç boş durur mu? Benzeri bir açıklamayı da – Biraz da Muazzez
Hanımdan aldığı kopya ile – Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Işıl Özgentürk de
yaptı. Onun söyledikleri de Muazzez İlmiye Çığ’ın söylediklerinin kopyası
olmakla beraber o biraz daha geniş tutmuş ve özellikle Merve Kavakçı üzerinden(
Ona göre Mariam Kavakçı ) türban, başörtüsü ve fahişelik arasında ilişki
kurmaya çalışmış. Yani açık açık başörtülülere ‘’Fahişe ‘’ Demiş.
Peki Işıl Özgentürk böyle demekle aynı zamanda Zübeyde Hanımı, Makbule Hanımı,
Latife Hanımı, Milli mücadelede cepheye mermi taşıyan başörtülü kadınlarımızı,
93 Harbinin efsane kahramanı Nene Hatunu ve daha nicelerini ‘’Fahişe’’ olarak
etiketlediğinin farkında değil mi? Bal gibi de farkında ama çok çok farkında
olduğu bir husus daha var: Kendi cenahından bu yazdıklarına hiç bir tepkinin
gelmeyeceği...Nitekim de gelmiyor. Çünkü Işıl Özgentürk de Muazzez İlmiye Çığ
da ve daha nice böyle konuşan zevat da biliyorlar ki ne yazarlarsa yazsınlar,
ne söylerse söylesinler onları alkışlayacak bir kitle var. Çünkü onlar iki ‘’
Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’’ Sloganı atsınlar, iki ‘’ Ne Mutlu Türk’üm
Diyene’’ Desinler, iki ‘’ Türkiye Laiktir Laik kalacak’’ Desinler, arabalarının
kaportasına, kollarına iki K. Atatürk imzası-dövmesi attırsınlar herkesten çok
Atatürkçü olurlar ve böylece elde ettikleri zırh onları ilelebet korur.
Dokunulmazdırlar artık. Atatürk’e en ağır hakeretleri yapsalar da havarileri ‘’
Vardır mutlaka bir hikmeti’’ Der, alkışlar onları.
Sanırım anlayabiliyorsunuz yukarıdaki başlıktaki ‘’AMA’’ yı...
Ben Atatürk’ün düşmanı değilim. Üzerlerine Atatürkçülük diye bir zırh giyip o
zırhın içinde kendilerini dokunulmaz addeden, o zırhın içinde her türlü milli
ve manevi değerlere saldıran, bunu da yine Atatürkçülük olarak bize yutturmaya
çalışanlara düşmanım ben. Ve evet gayet açık ve net söylüyorum: ‘’ Eğer gerçek
Atatürkçülük onların bizim önümüze koydukları bu ve benzeri iğrençliklerse ( Ki
asla değil olduğuna inanıyorum. ) ben Atatürkçülüğün de düşmanıyım.
Son sözlerimi de söyleyip noktalayayım:
Resimlerde de görüyorsunuz işte. Polis tarafından yapılan baskınlar sonucu
karakola götürülen fahişeler içinde bir tane başı örtülü var mı? ( 3 ve 4 No lu
fotoğraflar )
Müşteri bekleyen ya da ayartmaya çalışan fahişenin fotoğrafına bakın. Başında
örtü görüyor musunuz? ( 5 No lu Fotoğraf. )
Ta 1910 yılına ait bir fotoğraf... Galata’da bir genelevin önündeki
fahişe...Başı örtülü mü? ( 6 No lu fotoğraf )
Daha da gerilere gidelim. Taa Sümerlere kadar...Bakın Sümer Uygarlığına ait o
kabartmadaki tapınak fahişesi günümüzün örtülü kızları gibi bir kıyafet içinde
mi? ( 7 No lu fotoğraf )
Fahişenin kıyafeti nasılmış gördünüz mü?
Şimdi bir de Atatürk’ün Annesi Zübeyde Hanımın fotoğraflarına bakın.( 8 No daki
fotoğraflar )
Atatürk'le evlenmeden önceki ve evlendikten sonraki kıyafetiyle Latife Hanımın
fotoğraflarına bakın. ( 9. Fotoğrafta evlenmeden önceki Latife Hanım, 10.
Fotoğrafta Atatürk'le evlendikten sonraki Latife Hanım. )
Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanımın fotoğrafına bakın( 11 No lu Fotoğraf )
Nene Hatun’un fotoğrafına bakın ( 12 No lu Fotoğraf )
Kurtuluş Savaşında Cepheye mermi taşıyan kadınların fotoğrafına bakın. ( 13 No
lu Fotoğraf )
Baktınız mı?
Hepsinin başörtülü olduğunu gördünüz değil mi?
Peki fahişeye benziyorlar mı?
Ya da sizler karar verin kimlerin daha çok fahişeye benzediğine...
Ve bir şey daha istiyorum sizlerden.
Bu yazdıklarım sebebiyle ben Atatürk düşmanı isem hiç çekinmeden açık açık
yazın. Deyin ki: ‘’ Evet sen Atatürk düşmanısın...Şu şu şu sebeplerle Atatürk
düşmanısın.’’
(
Ben Atatürk Düşmanı Değilim Ama... başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
11.07.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.