‘’Bütün okunuşlara gölgelik etmek de
yetmemiş olsa gerek ki, değil aynada, düşlerinde bile görmek istemeyecekleri
art benlikleri olmaya kalkıştım. Art benlik demek yanlış, düzeltiyorum, art
benleri demeliyim. Hoş, art olmasına art da, ben mi bırakıyoruz ortalıkta?’’
(Bilge Karasu)
Kendime düşkün olmadığımı iddia
etmiyorum en azından düşkün bir insan değilim gerçi düşlere düşkünüm ama…
İçimde köpüren deniz, sanrılarımı
çoğalttığım oysaki buyurduğumu sanıyordum, yok olun diye ve işte kalem ele
geçirdi beni.
Sabırla y/aşıyorum ve sükûnetimi
korumaya ç/alışıp sevgimden ödün vermiyorum yoksa taviz mi demeliydim?
Yanlış bir betimleme ne de olsa insan
severek asla taviz veremez vermemeli de.
Kimi ya da neyi sevdiğimin bir önemi
var mı peki? Ve ben pekişen cesaretimle yine beyaz sayfadaki rutin yolculuğuma
başladım.
İçimden geçmeyen tren kalmadı ve
demir atmayan gemi bir anlamda kendimle uzlaşmaya çalışıp demir aldığım belki
de uzun yolculuklara, seferlere çıktığım.
Bedensel anlamda bir çökkünlük mevzu
bahis değil lakin ruhumdaki iniltiler illa ki zihinsel bir deformasyon
yaratmaya muktedir ve ben her halükarda akıl sağlığıma sahip çıkıp ruhumla
uzlaşmanın yollarını arıyorum.
Sözcükler nazlanıyor kimi zaman ve
kimi zaman azgın bir nehir gibi yatağından boşalıyor akabinde içim de boşalıyor
ve ertesi güne kadar zinde kalmayı başarıyorum yazarak bir yol kat ettiğime pek
inanmasam da ya da bir insan olarak ne gibi aktarımlar ve edimler benim için
makul olabilir, diye.
Sıfatları oldum olası sevmemişimdir
lakin duyduğum duymadığım tüm sıfatlar adımı ıslıklıyor.
Bir rutin gibi gözüken olağan insan
ilişkileri belki adı insanlığın yol almaya çalıştığı katarsis denen süreç yine
halk dilinde, müspet addedilen dedikodu babında sohbetler ve işte yansıyan bana
en azından beden dilinden tahayyül ettiklerim bazen bir selamımın havada asılı
kaldığı ve ben gülümserken tüm içtenliğime kafasını çeviren insanlar ya da hor
gören.
Sözcükler… yanlış anlaşılmalara da
yol açabilirken…
İnsanlar… tanımadan, bilmeden bir
diğeri adına ahkam kesenler.
Ve ben makul ölçüde kendimi
törpülerken bazen öylesine hızlı hareket ediyorum ki kanamalı bir hasta gibi
yüreğimden oluk oluk kan akıyor ve büründüğüm sessizlik olmadı kendimi
inanılmaz derecece sorgulayıp suçladığım.
Sözcükler ip atlıyor demek ki yazmanın
tam da v/akti.
Hurafeler ise inanmayı reddettiğim ve
genelde insanların pek bir itibar ettiği.
Sözcük tayfasından kalemime
takılanlar ve ben akil bir süreç olarak görüp en mantıklı açıklamayı yapmayı
kendime şart koşmuşken.
Günün mizacı asla olağan bir seyir
izlemiyor ben tavan da yapmıyor mutluluk hatta öyle bir an’a denk geliyor ki
insan dibe vuruyor: vurgun yiyip de hala elimin kolumun tuttuğu; darbe alıp da
hala artı parantezler açabildiğim.
Sözcük pazarından ısmarladığım bir
cümle geldi ve dayandı kapıma bu gün:
Sahi kendime yaklaşmak adına
çabalarken uzaklaşmam olacak iş mi? Ve ben bunu asla planlamadan bir şekilde
vuku buluyor.
Aparatım yok.
Dayanağım da.
İzahı da yok.
Aslında var hem de var oğlu var.
Yazarak ilintilendirdiğim sanmayın ki
yazarak aşmadığım hiçbir şey kalmadı. Olacak iş değil ne de olsa her gün bir
öncekinin üstüne binip insan ruhunda kat izi yapıyor ve ben ne kadar ütülesem
de açılmıyor asla.
Kapılar da açılmıyor kimi zaman ve
nihayetinde kös kös dönüyorum.
Olası bir sebebi var ya da yok belki
de şebeke sistemi dökmüş insanlığın gerçi benimki çökeli bayağı zaman oldu
üstünden kaç asır geçtiyse artık oysaki yaşım henüz yarım dalyayı buldu
bulmadı.
Çözelti.
Bağlaç ya da.
Belki de ikramı cümlelerin arasına
ayraç koymadan hızlıca anlatmak istediğim ve gün bitiyor benim mesaim asla
sonlanmıyor.
Gün başlıyor bu sefer yeni mesaim
denk düşmüyor sabahın körü ile.
Belki de kör olan benim yoksa tüm
insanlık mı?
Çözemedim belki de çözmek istemediğim
oysaki nasıl da acele ediyorum bir takım şeyleri yoluna sokmak adına.
İzafi bir rota benimki ve ne yazık
ki; gerek yetiştiriliş tarzım gerek kanıksadıklarım pek de itibar görmüyor
günümüz şartlarında ve ben kendimden şüphe ettiğimi artık saklamıyorum.
Gün eğrisi.
Çan eğrisi.
Yoksa devenin mi düzgün olmayan
hiçbir yeri yok da nerem eğri değil ki, diyor.
Hörgücümde saklı olan çok şey var:
duygular tıka basa; sözcükler cilt cilt ve inancım ah, bir de bitmek bilmez
insan sevgim lakin darbe alıp da çoğundan sonunda kendimi kendimden dışlıyorum
ve işte kendimden uzaklaşmama vesile oluyorlar sonunda oysaki amacım çok başka:
yakın durmak ama ne derece?
Uzak kılındığım: ister istemez.
Geçtim hepsini.
Kendimi terk ettiğim.
Boyutsuzluğumu güncellemek isterken
boyunduruğuna giriyorum bu sefer insanların ve onların bana tanıdık gelmeyen
duygularının asla da lav etmiyorum asla da sömürmüyorum asla da haksız
olduklarını beyan etmiyorum ama beyan ediyorum ki; bir yerlerde hata yaptığımı.
Gün özürlü kimi zaman.
Umut özürlü belki de.
Hayaller bir var bir yok.
İnsanlar hem var hem yok.
Ve yazarak ihya olmaya çalıştığım bu
sefer yetinmiyorum yazdıklarımla daha doğrusu beğenmiyorum ve adını koyamıyorum
duygumun:
Öz güven eksikliği mi?
Yoksa bilgimi ve yazma düzeyimi
mantıklı değerlendiremeyip kendimi harap etmek mi amacım?
İçimdeki ben.
Sevgili Yunus’un dediği üzere; bir
ben var benden içeri.
Aslında kaç ben varsa benden içeri ve
dışarı çıkmakta zorlanan bu sayede yazmayı bir vasıta olarak görüp kendimi
ifade etme istemi.
Bazense bir amaç olarak algıladığım
yazma edimi derken birbirine karışan ve amacın araçla özleştiği.
Anlamsızlığın kıyısında çıkardığım
binlerce anlam ve anlam içinde anlamlandırılamayıp yanlış algılara sebebiyet
verdiğim korkusuyla yazarken dilimin yeni baştan çözüldüğü…
Gönül isterdi ki…demenin meali artık
hiçlik ne de olsa keşke demeyi reddediyorum son zamanlarda ve elimdeki
imkanları değerlendirip bir çözüm getirmeye çalışıyorum.
Yetmediğini de biliyorum.
Ve yetmediğimi de.
Kılı kırk yarmak belki de kırkladığım
bir sözcük ambiyansı ve içine sevgiyi, güven duygusunu yerleştirdiğim.
Özrümse kabahatimden fazla.
Sahi, anlamak mı zor anlaşılmak mı?