Yitik güncesinde vakıf olabildiğim
sırlar var, sırrına binaen dünlerin ve ölü şairlerin de izafi gölgeleri
düşerken üstüme ve ben Temmuz sıcağında tir tir titrerken.
Başı var ya da yok, diyebilmenin
meali işte kopan fırtınan ardından sürükledikleri ve her lades, dediğimde
aklımda kalanları da unutuyorum.
Bir numaralı kompartıman… alıcı
kuşlarla hemhal.
Sanrı b/atağında sancılı bir
teyakkuz.
Biz şehirliler ve törelere kurban
edilen insanlar yine de şehrin kendi rutininde kurban veriyoruz çokça insanı.
Alıntı gibi hayat oysaki özümüzle
sözümüzle biriciğiz ve çalıntı yüzler.
İnsan ırkı.
Tebessüm ve iyi niyet yoksunu insan
ırkı.
Karamel tadında ve renginde iken
öğretiler düşüşe geçen sevgi ve gölgelerin tantanasında gerçekleri yanlış
algıladığımız belki de yanlışları doğru addeden bir düzen/düzensizlik.
İçimin karanlık odasında çektiğim
resimlerin ön sözünü okuyorum ve negatif yüzleri ile tüm enerjimi çalıyorlar.
Sözcükler yaralı artık.
Kalbura dönmüş mavi turna ise ölü.
Ve izini sürdüğüm bir inilti az
sonra’nın nüktedanlığında az evvel’in geçmişe mazi olan rütbesi.
Apoletlerimi söktüler işte ne de olsa
şiir yüzlü sevdalarda açığa alındı düşlerim.
Karambola geldim ne de olsa nifak
yüklü söylemler asla uğramadı dolaylarıma ve ben dolunayda irkildim bir kurdun
uluması ile ulema bildiğim hayata ince d/okunuşlar sundum.
Usumda sihir.
Suskumda gizem.
Gizemimde ise mahrem olmayan her
açılım aslında aksayan ayaklarında mevsimin ve şiirin ben çakırkeyif olmayı
dilediğim bir gece vakti bir şiir edasıyla süzülen kelimelerle restleştiğim ve
sözlendiğim.
Kaportası bozuk belki de meali olmaya
yatkın bir ön söz tasarlarken muhalif bir tuş’a basıp da tuşa geldiğim.
Ah, bu klavyenin azizliği.
Yerleşik olan tüm tuşlar.
Yerleşik olan görüntüler ve örüntü
misali her kaçtığım izlekte ben bir kuş edasıyla süzülürken şiirlerin göz
kırptığı.
‘’Yerleşik yabancılığın acısı:’’ (N.
Marmara)
Kümelenen insan izlekleri ve
koloniler halinde sırıttığımızı da resmederken kameralar.
Sözcükler aslında yaftalanmışlığın da
tanrısı ve her yek attığımda içimde sözlük dalgalanıyor ve saçlarıma yağan
rahmetle özdeşleşiyorum günle ve hayatla.
Mavi turnam.
Sancılı doğumlar ve sancılı
büklümlerde sünepe sıfatlar kondururken birbirimize ait olduğum yeri
sorguluyorum.
Şairin şiar bildiği o yerleşik
yabancılık duygusu ben yazdıkça kendime uzaklaştığım…
Yazdıkça önceleri kendime
yakınlaştığıma dair bir söylemle iç huzurumu sağladığım ve yaza yaza artık
yaz’ın bile ön sözü iken kelimeler.
Öğütlenen.
Öngörülen.
Önseziler ve de ön yargılar.
Önde boş yer var madem neden
ilerlemiyoruz, bayanlar, baylar?
Sözcük kıtlığı da yok madem hale
neyin derdindesiniz?
Şimdi sünepe bir kurşun delecek de
b/ağrımı ve kör nidalarla ben bir kor heceye dönüşeceğim.
Gitmeye niyetlenen bir yerleşik
yabancı iken şair ve adımlarken tökezlemeye asla niyetlenmeden niyeti kötü
diğer yerleşik yabancılar mı izdiham nedeni?
Gitmeye niyetli iken ve niyetsiz bir
gelişin niyetli bir gidişe teamülü.
Azlığın çokluğun doz aşımında bir
antrakt vermek…
Leb demeden leblebiyi yutup da
boğulma tehlikesine rest ç/ekip azığa aldığım düşleri ütülüyorum ve z/amansız
bir sevdayla ölüm yer değiştiriyor.
Muhatabım geçmiş zaman… aman
Allah’ım, nasıl da hastalıklı benim düşlerim ve nasıl da ölümlü bir düzenek her
an her şeyin yer değiştirebildiği ve ötelenen yapısında renklerin siyaha
meylettiği bir düzenek ne de olsa her birimiz birer prototipiz.
İzahı var ya da yok aslında kimse
izah etmeye ya da anlamaya uğraşmıyor.
Bir boş vermişlik iken hitabesi ömrün
kanıksadıklarımızla nasıl da yalan söylüyoruz. Gözümüzü kırpmadan dahi ve bu
yüzden her gerçeği derinlemesine sorgulayıp azıcık da saf oldu mu insan…
Muteber bir düş olsa özünü korumak
gelin görün ki günümüzde yanlış algılanan ve alaya alınan bir mizaç.
Azınlıktayız madem şimdi
başlayabiliriz yeniden resmetmeye.
Huzurun tınısı ve boğuk sesi ah’lar
körelirken vah’lar inlerken…
Meczup bir düş’ün tanrısı ve düşün
düşün sonunda boğulmayı da hicvetmişken…
Suya sabuna d/okunmadan yaşamayı
becerenlere de selam olsun ve fikrini kendine saklayıp en büyük paya da hak
kazananlar…
Yerleşik yabancı öğretisi ile
özdeşleşen sevgili Nilgün, işte tetiklendi hüznüm ve yolum sana düştü işte
sevgili yerleşik yabancı.
Okumadan geçemediğim her satırı ve
okunmayı dilerken ömrü yetmeyen biz fanilerin ve okunmama ihtimaline rest çekip
aşkla yazarken mavinin de iniltisine buyurgan bir tanrı mizacı ile hükmederken…
‘’Gitmeye niyetli insanın,
yerleşikliğine mahkûmluğu, gidemeyişi ve kuşatılmışlığı o insanı bir yabancıya
dönüştürürken ortaya çıkan acı, tanımlanabilir miydi? Sanmıyorum.’’ (Alıntı)
Ben ise yaşayan bir insan olarak ve
de Nilgün’ü çok net algılayabilen tanımlamaya çalışıyorum onun ve aynı oranda
benim de hissettiğim acıyı.
Ait olmayı dilediğim her farazi
koşul.
Sepetlendiğim insan izlekleri ve
amiyane bir tanımlama kullanmaktan da asla haz etmediğim…
Şimdi külüstür bir araba ile yolda
kalmışlığımın acısı ile demliyorum acımı ve derliyorum.
Sarı benizli güneş hepten güzellik
uykusunda ve insanlığın belki de yüzde ellisi.
Zanların titreşim yarattığı;
zamirlerin tutkulu birlikteliği ve sıfat addedilen her kor betimlemeyi inceden
ince kazırken yüreğe akabinde satırlara…
Yaftalanmışlığın bir dürtü olduğuna
ise çok yeni vakıfım ve istimlâk edilmiş ruhumla süt liman benliklerde ben
karıyorum sahili ve körüklenirken içimdeki yalnızlığın izdihamı…
Yargılar ve azat etmek tüm yargıları
tıpkı koruk düşlerin olgunlaştığı bir eksende takla atmak gibi mavinin bile siyahî
vasfıyla umudu yok sayan bir dürtü işte siyahın askıntı olduğu o açık tenli
şiirlerde yalnızlığın örtüsünü üstümüze çekmek çok matahmışçasına…
Coşku… engellere takılan.
Çığlık… susması istenen.
Dürtü… çok olası ve yaygın iken bir
set da onun önüne çekmişliği insanlığın.
Gölgeler depreşen hüsranla çatı
katına taşınıp da aşkın bile hor görüldüğü.
Ziyadesiyle bir düşüş ve çığlığın
tünelini kazımak üstelik nereye ulaşacağını da bilmeden ve dokusunda renklerim hazana
atıfta bulunan bir Temmuz gecesi.
Sağanak almış başını giderken tüyleri
ıslanmış bir yavru kedi gibi satırlara sırnaşıp kucaklanma talebi…
Ve yazarın son cümlesi:
‘’Çaresizliğin, direnemeyişin,
tükenişin suskusunu yazmak kalmıştı işaretleyicilere. Hepsi bu muydu?’’
Ve dünyamız.
Ve dünyası Nilgün’ün…
‘’Tanımını ya da tanımsızlığını,
kendi içinde barındıran bir yer ne de olsa…
Ölüm buraya kadar.’’ (Alıntı)
Özlem ise sonsuz hele ki yaşamayı ve
inancı şerh düşmüşken satırlara ve tüm direncimin sınandığına vakıf ben en
akılsız yarış atıyım içindeki çocuğu da sonsuzluğa taşımak isteyen…
Ve işte yazma nedenim.
Bir avazda doğup ölmek değil beni
mücadelem bilakis defalarca ölmek bu anlamda acılardır gardımı asla almadığım
üstüne üstük acılarla beslenen ruhum ve kelimelerim.
Sakın acımayın bana ya da bize.
Sadece acıtmaya devam edin.
Ödün vermeden yaşamak benim işim
gücüm ve sonsuzluğa birer birer çivi çakmak aşkın da tutanaklara geçtiği bir
sırat köprüsü iken…