Iskartaya çıkan mevsim’in yasını
dillendiriyorum belki de göğün enfes özgürlüğünde baltalanan mutluluğa da
serzeniş her d/okunaklı mavi.
Lanetin tefsiri işte güme giden güleç
bir yüzün de açmayı unuttuğu bir çiçeğin baştan çıkartıcı kokusu.
Düşlerin tesirindeyim hala ve mevsime
alışamadım ne de olsa soğuğun ve rüzgârın oluşumuma vesile olduğu bir mizaç
benimki.
Her öğretide şekilleniyor yüreğim;
her acıda yakın duruyorum maviye ve yüreğin de mazbatasını teslim etmişken
meleklere.
Örtündüğüm izdihamda müdahil olmak o
coşkuya belki de bir serzenişin fısıltısı iken yengi ve yergi.
Muhatap bellediğim kim ise ve
kimsesizliğin de meali illa ki satırlarda gezinip konuk olmak istediğim gönül
bahçeleri.
Bir sureti var ya da yok
yazdıklarımın.
Lakin sayısız sure var sayesinde
huzura vakıf olduğum…
Asla mübalağa etmiyorum ve elimde
iğne tek tek batırıyorum kelimelerin düğmelerine belki de bir elektrik düğmesi
her bastığımda içim aydınlatan yoksa körebe oynayan saf bir çocuk muyum da
melun mahzun bekliyorum?
Bekleyişin asla sonlanmadığı ve hala
da sınıf atlamadığım bir mecra.
Gün yüzlü annemde dolaşan ışıltılar
ve göz renginin göğe yakın mavisinde ben reşit bir sevdayı dilediğim,
dillendirdiğim…
Cümlelerim gibi.
Edepli olmak belki de tüm donatıların
birincil kaidesi ve edindiğim izlenim belki de benim uyandırdığım izlenim artık
kaç kat çıkacaksam özleme artık kaç kat daha aşağı inip de dünyanın merkezine
yapacağım yolculuğun da özlemi saklı iken içimde.
Tanımı olmayan melun bir duygu ilk
etapta kalbimdeki çırpınışla masaya oturduğum ve yazmaya başlamazdan önce
kelebek kanatlarımla bir bir uçuştuğum çiçek bahçesinde bir çiçek olma özlemime
yenik düşüp içimdeki kelebeği öldürdüğüm belki de ölüme biat yeniden kozasına
döneceğini umut ettiğim bir ipek böceği.
Sarmalında duyguların nihayetinde
hidayetin basamaklarını illa ki çifter çifter çıkma isteğim.
Bir coşkuya nail olmak belki de sonra
da sönüp yok olmasına seyirci olduğum aslında içimdeki karmaşanın tek tanığı
iken ve yüksek sesle mırıldandığım bir şarkıdan payıma düşenler…
Destursuz başlamadığım hangi gün ise
ve hangi öğretiyi sunup da bir öğrenci olmanın şerefine nail olan yüreğimde
ısrarla dokunduğum satırlarda aslında el yordamı ile kendimi bulup içimdeki
hazineyi kazıyıp da çıkaracağım ve çıkacağım o düzlük.
Sanrılar gölgelerken maviyi ve umudu
ve ben hala cebelleşirken, içimde ansızın çıkan yangını söndürmek adına ve
derken bir kıvılcım daha sıçrayıp da elimine ettiğim her engebeyi sil baştan
geçtiğim.
Yusuf’un kuyusunda hala boğulmayı
beklediğim ve bana uzanacak tek elin de sahibinin kim olduğunu bilip tüm hoş
görümle insanlığı selamlayıp büyüyen bir eksende merkezkaç iken hüznün yaptığı
yatırım ve delişmen bir mizaçla işi deliliğe vurup istismar edilen duygularıma
sahip çıkmak adına illa ki tutunduğum o el.
Tonu ve tınısı olmayan bir ses işte
sessizliğin vuku bulduğu ve kendim söyleyip kendim işitirken nasıl oluyor da
avutulmaya ihtiyaç duymazken.
Geniş bir pencereye tünemiş serçe
sürüsü ve büyük bir açlıkla gagalıyorlar hem camı hem de dünden kalan kırıntıları
ve işte bana uzanan o el ne de olsa İlahi Gücün bir yansıması kuşların
doğasında saklı iken varlığı ile bizlere bizi ve maneviyatı resmettiği.
Ve annemin gözü gibi baktığı çiçekler…
bazen ölgün yapraklarına gözümden düşen bir yaş.
Yas’ın muadili ne de olsa yaş’a olan
düşkünlüğüm ve ansızın mutluluğu kolaylıkla yakalayabildiğim.
Gece özrünü sunmadan.
Gün veda etmeden.
Evren hala dimdik ayakta.
Ve biz semazenler vakıf olduğumuz
güzelliklerin etrafında dönenirken ulvi bir farkındalıkla ve de büyük bir aşkla.
Med-cezir yüklenmiş dalgalar ve
denizin dalgalarında bile rahmetin eşlik ettiği aslında bizlerin kalp gözüne
vakıf olduğu her ayrıntıyı yine Mevla’dan bilip aşkı aşkla yıkamak ve göğsümüzü
gere gere sevdalanmak cennet bahçesine üstelik cihanın çektiği tüm reste binaen
elimiz ayağımız tutarken bu kez bu yakıcı aşk’ı elimizle
kavramak ısıya dayanıklı olduğumuz
kadarı ile değil de üstelik yanan elimiz değil de yüreğimiz iken.
Ve de dilimiz…
Tutuşan yüreğin infilakı.
Aşkın da sureti iken ağızdan
dökülenler bazen ifa edemediğimiz bazen coşkuyla haykırdığımız…
Yüklendiğimiz kadar kanıksadığımız da
ağırlığımızı yok saydığımız ve İlahi bir farkındalık ile kuş gibi hafifleyen
yüreklerimiz.
Tan ağarırken.
Aşka bağışıklık kazanan gönül ile
sevdalandığımız her ayrıntıyı genele yayıp da detaylardan yansıyan o kocaman
resmi bir çırpıda içimize çekmek ve sevgiyi duyumsadığımız kadar da neşretmek.
Bin bir yeis ile kimi zaman gözden
düştüğümüz ama illa ki gözümüzden düşmeyen bir asalet ki sessizliğin ta
kendisi, huzura dönük yüzünde umudun ve sevginin, bire bir eşleştiğimiz gönül
makamları üstelik taraflıca özümseyip detaylarda buluştuğumuz ne de olsa kalp
kalbe karşı demenin meali her eşleştiğimiz duyguda aslında yüreklerin de bir
olduğu…
Bağışıklık kazanmak belki de acılara:
ve nefsi öldürüp doyurucu bir tahayyülü var iken hayallerin bitimsiz ritminde
bizler gerçekleri görüp de nihayetinde gönül rahatlığı ile kabullendiğimiz
belki de pekişen bir özgürlük ruhun aştığı engellerle vücudumuzun dahi engel
tanımadığı o minval, o farkındalık.
Aşkın seyyahı iken yürek ve yüreğin
de mucidi iken sevebilmenin mucizevî dokusunda rağbet etmek güzele ve huzura ve
coşkusu sonlanmayan bir rüzgâr dâhilinde ait olduğumuz yerde kalabilmeyi
başarmak zorlukları yendiğimiz ve zora koşulsak bile tahammül gücümüz ile
mutlak bir galibiyete eriştiğimiz…
Aşkın İlahi sunumu.
Maneviyatın her zerresinde bize dair
bir teselli iken hiçliğin erdiği varlık mertebesi illa ki Hakkın nazarında
kabul görmek ve kabul etmenin verdiği huzur ile düzeni düzensizlikten azat edip
özgürlüğümüzü haykırdığımız maneviyat denizinde tabi olduğumuz nice güzellik…