TEKERRÜR EDEN TARİH 20. BÖLÜM—GÛŞU MERİHE ERÜP TANTANA-İ CAH Ü CELAL


Gûşu merihe erüp tantana-i cah ü celâl
Lerzenâk etti bu kavga güh u âfâkı
Oldu mahmur nice mest-i müdâm-ı devlet
Câm-ı ikbale ne tarh etti bilinmez Sâkî
Bağban-ı felek gine güzârı seyret
At Meydanına dikti şecere-i vakvakı.

Günümüz Türkçesi ile:

İtibar ve makam sahiplerinin tantanası merihe erişti

Bu kavganın pisliği semayı titretti
Devlet ayyaşlarının çoğu mahmur (sersem ) oldu 
Saki kim bilir yücelik kadehini ne kadar çok paylaştırdı, bilinmez
Ey semanın bağcısı yine  seyret bu gezintiyi
O bağcı ki Atmeydanına vakvak ağacını dikti

***************

13 Nisan 1909 da başlayan isyan artık bir yeniçeri ayaklanması gibidir ve IV. Mehmet’in saltanatının ilk yıllarındaki Vak’a-i Vakvakiye’den sonra İstanbul’un gördüğü en büyük isyandır. İsyancıların toplandığı yer de ilginçtir: Bugünkü Alman Çeşmesinin bulunduğu yerdeki çınar ağacı çevresi, yani Vakvak Ağacının etrafı...IV. Mehmet zamanındaki isyanda pek çok insanın asıldığı ağaç...

İsyancılar aynen yeniçeri isyanlarında olduğu gibi şeyhülislamın huzurlarına gelmesini ve isteklerini padişaha iletmesini istiyorlardı.

Şeyhülislam Ziyaettin Efendi geldi, asilerle konuştu ve onlar da isteklerini yazılı olarak Şeyhülislamın ellerine sıkıştırdılar:

1-"Ahkâm-1 Şer'iyenin (şeriat hükümlerinin) kesin olarak yürütülmesi
2-Kabinenin toptan çekilmesi; Volkan gazetesinin ayaklanma öncesi ilan ettiği dört-beş herif-i naşerifin( Şerefsiz herifin ) sınır dışı edilmesi (Mebûsan Meclisi Başkanı Ahmet Rıza, İkinci Başkan Talat Paşa, Hüseyin Cahit, Rahmi ve Doktor Bahaeddin Şakir Beyler.)
3-Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa, Sadrazam Hüseyin Hilmi ve Birinci Ordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa'nın azledilmesi
4-Mektepli subayların ordudan uzaklaştırılarak yerlerinin değiştirilmesi ve alaylı subaylardan açığa çıkarılarak mağdur edilenlerin yeniden orduya alınmaları.
5-Alaylı subaylara bu isyan hareketinden dolayı sorumlu tutulmayacaklarını belgeleyen mühürlü bir senedin verilmesi
6-Şeriat yolunda yapılan her ayaklanmanın toplar atılmak suretiyle kutlanması.

Ziyaeddin Efendi bu istekleri bir koşu padişaha bildirmiş, padişahın ‘’Sakın kuvvet kullanılmasın, asilerin istekleri yerine getirilsin. Allah’ın dediği olur.’’ Demesini müteakip meclis, sadece 40 milletvekili ile toplanmıştır ki bunlar da meclisi kuşatan asiler ile aynı kafada olan millet vekilleridir zaten. Nitekim mecliste konuşma yapan Hoca Rasim ‘’ "Osmanlı Hükumeti bir İslam hükumeti olduğu için Müslümanlığın hükümleri yürütülmelidir, kanunlar din kitaplarından çıkarılmalıdır, askere namaz için vakit bırakılmalıdır, okul programlarına din dersleri konulmalı ve İslam adetlerine aykırı olan tiyatrolar kaldırılmalıdır, Müslüman kızlarla Hıristiyan kızlar arasında arkadaşlık olmaz, bu küfürdür, mebuslar ve kabine üyeleri dindar adamlardan oluşmalıdır." Demektedir.

Neticede kabine, çekilme kararı alır. İsyancılara da isteklerinin yerine getirildiği, yeni kabinenin en kısa zamanda kurulacağı haberi ulaştırılır. Böylece padişah kan dökülmesinin önüne geçmeye çalışsa da maalesef  isyancıların affedileceği haberi onları daha azgınlaştırmış ve gazetelere, sokakta yürüyen kadınlara saldırılar arttığı gibi mektepli subaylardan öldürdükleri de olmuştu.

İsyancıların isteklerinin kabülünden sonraki safhada en korkunç olay ise Deniz Binbaşısı Ali Kabuli Beyin, Padişah II. Abdülhamit’in gözleri önünde linç edilerek öldürülmesi olmuştur.

Ali Kabuli Bey 31 Mart İsyanı başladığında emrindeki Âsâr-ı Şevket Zırhlısı askerlerini topladı ve onlara şu konuşmayı yaptı: "Padişah, ancak millet olursa vardır. Milleti mahvetmek isteyenleri bu toplarla kahretmek boynumuzun borcu olmalıdır."  Ancak bu konuşmayı yaparken hesap etmediği bir husus vardı: Askerleri maalesef isyancıları milleti mahvetmek isteyenler olarak değil tam tersi milleti kurtarmak isteyenler olarak görüyorlardı. Ali Kabuli Beyin söylediklerini ‘’ Padişahın sarayını yerle bir etmeliyiz’’ Şekline sokarak komutanlarını yaka paça gemiden çıkardılar. Döve döve, yolda iki kez bayılmış olmasına rağmen sürükleye sürükleye Yıldız Sarayına getirdiler. Padişah Ali Kabuli Beyi gördükten ve isyancıları dinledikten sonra ‘’Alın karakola götürün, bizzat ben sorgulayacağım.’’ Dedi ama isyancılar padişahın gözleri önünde binbaşıyı parçaladılar. Çünkü çok iyi biliyorlardı ki padişah sorgularsa asıl gerçek ortaya çıkacaktı.

İstanbul’da tüm bunlar olurken İttihatçıların önemli isimlerinden jandarma yüzbaşısı İsmail Cenbulat, İttihat ve Terakki’nin merkezi Selanik’e acil bir telgraf çekti: ‘’ Meşrutiyet mahvoluyor.’’

İttihat ve Terakki, Selanik’ten padişah II. Abdülhamit’e pek çok telgraf gönderip kurulan kabinenin derhal değiştirilmesini istediyse de padişah oralı olmadı. En sonunda şöyle bir telgraf gönderdiler:

‘’
"Padişah..

İftihar ediniz, yere batası bir gericilik hareketi ile Meşrutiyet yapıtı yıkılarak istibdat yönetimi tekrar kuruldu. Bütün bu milletin hakları korunacak yerde, bu gericilik hareketi büyük bir ustalıkla yürütüldü. İğrenç bir İstanbul halkının kötü isteklerine uyularak otuz milyonluk büyük bir milletin yok edici ellere geçirilmesi istendi. Fakat ne mümkün, o cehennemliklerin görecekleri, başarı değil mezar olacaktır."


II. Abdülhamit bu telgrafa da aldırmadı. Ancak telgrafların ardı arkası kesilmeyince öfkelendi ve şöyle dedi: "Rumeli'den kendilerinin getirmiş oldukları askerler, kendilerine karşı ayaklanmışlar. Herifleri namazdan, niyazdan yoksun ettiler. Baskı yaptılar, isyan ettirdiler. Bizim ne kabahatimiz var, biz ne yapalım?" Aslında oldukça da haklıydı zira isyanın bu boyuta gelmesinde en büyük pay, İttihatçıların Makedonyadan bizzat kendilerinin getirdiği Avcı taburlarındaydı.Onlar isyan etmeseydi olay bu boyutlara asla varmayacaktı.

İttihat ve Terakki için artık bu isyanı bastırmak üzere bir ordu kurmaktan ve İstanbul üzerine yürümekten başka bir alternatif kalmamıştı. III. Kolordu Kumandanı ve İttihatçı bir subay olan Mahmut Şevket Paşa isyanın bastırılması için bir ordu oluşturdu. Bu ordunun komutanlığını Hüseyin Hüsnü Paşaya verirken kurmay başkanlığını da Yüzbaşı Mustafa Kemal’e tevdi etmişti. Ayrıca bu orduda İsmetBey( İnönü) ,Musa Kazım Bey ( Kazım Karabekir),Fethi Bey ( Okyar), Enver Bey ( Enver Paşa ) gibi subayların yanı sıra kısa bir süre önce Türklere karşı çete savaşları veren Bulgar, Sırp, Arnavut, hatta Yahudi gönüllüleri de vardı.

Selanik ve İstanbul’da bu olaylar olurken Suriye ve Hicaz’da da isyanların çıkması, 13 Nisan 1909 un hemen ertesi günü Adana’da Ermenilerin bir isyan başlatmaları ve bu isyan sonucunda binlerce Türk ve Ermeninin ölmüş olması da dikkatle izlenmesi gereken olaylardandır. Yani olay bizim T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Ders kitaplarında yazdığı gibi sadece Derviş Vahdeti denilen bir gericinin çıkardığı ayaklanma değildir. Doğru düzgün bir işi gücü ve parası olmayan Derviş Vahdeti’nin elinin kolunun bir tarafta Bursa, Erzincan, Erzurum’a, öte tarafta Halep,Şam ve Hicaz’a kadar uzanması bu topraklardaki insanları etkilemesi mümkün değildir. Yani işin içinde başka işler vardır. ( İleride anlatacağım. )

Mustafa Kemal’in Hareket Ordusu adını verdiği ordu 14 Nisan 1909 Akşamında trenle hareket ederek İstanbul’a vasıl oldu ve 14-19 Nisan tarihleri arasında istanbul’u batıdan kuşattı.

19 Nisan’da altında Hüseyin Hüsnü Paşanın imzası olsa da Mustafa Kemal tarafından yazılmış olan bildiri İstanbul halkına okundu. Bu bildiride özetle vatan ve millet hainlerine kesinlikle derslerinin verileceği, masum halkın ve olaylara karışmayanların korunacağı ifade edilmekteydi.

Hareket Ordusunun sırasıyla Hadımköy, Küçükçekmece, Yeşilköy ve Bakırköy’e kadar ilerlemesi üzerine Meclis başkanı İsmail Kemal Bey çok büyük bir alçaklık yaparak Alman, Rus ve son olarak İngilizlerin olaya müdahale etmesini istedi ancak onlardan beklediği cevabı alamadı. Hareket Ordusunun Bakırköy’den doğrudan doğruya Sultanahmet’e doğru hareket edeceğini öğrendiği anda da İngiltere Büyükelçiliğine sığındı ve bir İngiliz gemisiyle yurt dışına kaçtı.

21 Nisanda Selanik İttihat ve Terakki Merkezi , Mahmut Şevket Paşa’ya ‘’ Hareket ordusunun başına sen geç artık.’’ Deyince Mahmut Şevket Paşa yola çıkıp 22 Nisanda İstanbul’a geldi ve hareket ordusunun başına geçti.

22 Nisan 1909 da  meclis Yeşilköy’de toplanmış ve alınan kararlar padişaha bildirilmişti. Buna göre padişahın Anayasaya sadık kaldığı müddetçe hayatının ve haklarının korunacağı belirtilmekteydi.

Selanik'ten yola çıkan Hareket ordusuna yola çıkmadan önce  II. Abdulhamit aleyhine oldukça sert bir nutuk çeken ve hakaretler yağdıran Mahmut Şevket Paşa, İstanbul’da isyanı daha kolay bastırmak için amaçlarının padişahı tahttan indirmek olmadığını söylüyor, böylece en azından halkın direnişini önlemeye çalışıyordu ki bunda da başarılı oldu.

Derken efendim 23- 24 Nisan tarihlerinde Hareket ordusu İstanbul’a girdiğinde( İstanbul derken devletin idare edildiği Sultanahmet, Gülhane Parkı ve Cağaloğlu civarlarını kastediyorum.) karşısında ne şeriat isteyen ulema vardı ne şeriat isteyen talebe ne de sade vatandaş. Hatta şeriat isteyen askerin pek çoğu da Hareket Ordusuna katılmış ‘’ Mahmut Paşa sen çok yaşa’’ Sloganları atıyorlardı. Sanki gizli bir el bir kaç gün içinde orduyu, ulemayı, sade vatandaşı, hem de yurdun pek çok köşesinde ‘’ Şeriat isteriz.’’ Diye bağırtmış, özellikle İstanbul’u savaş alanına çevirtmiş, daha sonra da yine aynı el Hareket ordusunu ‘’ Vatan kurtaran kahramanlar’’ olarak alkışlamıştı.

Hareket ordusuna karşı tek direniş yine bir zamanlar kendi adamları olanlardan geldi. Taşkışla ve Davutpaşa Kışlasındaki  bir avuç isyancı Hareket ordusuna şiddetle direndiyse de susturulmaları pek de zor olmadı.

13 Nisan’dan 23 Nisana  yani on gün içinde böylesine bir dönekliği ise tarihin hiç bir döneminde hiç bir millet yaşamamıştır sanırım...Ama demin de bahsettiğim gibi işin içinde işler vardı...

25 Nisan’da Yıldız sarayını ele geçirmek üzere harekete geçen Şevket Turgut Paşa, en büyük direnişin burada olacağını, padişahın hassa askerleriyle ölümüne bir savaş yapacağını sanıyordu ama  büyük korkularla ve heyecanla haybeye iki gün boyunca kuşattığı Yıldız Sarayına girdiğinde bir kaç Söğüt’lü muhafız dışında hiç bir koruma olmadığını, hepsinin  çoktan toz olduklarını gördü. Hiç kimsenin burnu dahi kanamadan Yıldız Sarayını ele geçirmişler, kendi askerlerini yerleştirmişlerdi.

27 Nisan’da aynı zamanda kendi binasına dönmüş olan meclis-i mebusan, kritik bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Aziziye Tabyaları kahramanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa söz alarak millet ve memleketin selameti için padişahın tahttan indirilmesi gerektiğini, ancak Osmanlı Devleti Müslüman bir devlet olduğundan ve Anayasa mucibince bu tahttan indirilmenin bir fetva ile yapılması gerektiğini söylemişti.

Ahmet Muhtar Paşa’nın bu önerisi kabul edildi ve Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi ile fetva emini Hacı Nuri Efendi hemen meclise çağrıldı. Ancak bazı milletvekilleri o kadar aceleciydiler ki Hacı Nuri Efendi gelmeden Elmalılı Hamdi ( Yazır ) II. Abdülhamit’i tahttan indirecek fetvayı kaleme almıştı bile. ( Böyle bir görevi ve hakkı olmadığı halde. )

Meclise gelen Hacı Nuri Efendi, Elmalılı Hamdi’nin hazırladığı hal fetvasını beğenmedi. O, padişahın tahttan indirilmesini asla istemiyor hiç olmazsa kendi isteği ile tahttan feragat etmesinin daha uygun olacağını, kendisine bu yolda telkinde bulunulmasının daha doğru olacağını savunuyordu. Ancak padişah ‘’Ben kendi rızamla tahttan ancak bir şartla ayrılırım. Beni yargılasınlar, olayda suçlu görülürsem kendim tahttan feragat edeyim.’’ Diyordu. Bu hareketi 31 Mart İsyanını II. Abdülhamit’in bizzat kendisinin çıkartmadığının en önemli deliliydi. Nitekim onun bu teklifine meclis hiç sıcak bakmadı. Kim bilir belki de asıl faillerin ortaya çıkmasından korktular...

Padişahın tahttan indirilmesiyle birlikte Yıldız Sarayının kütüphanesini bile yağmalayıp kağıt cinsinden ne varsa yakmalarını başka neyle açıklayabiliriz ki...

Devam edecek.


RESİMLER:

1- Sultanahmet Meydanındaki Alman Çeşmesi yanındaki Çınar Ağacı. Bu ağacın pek çok acı tarihi olaya şahitlik eden meşhur Vakvak Ağacı olduğu iddia edilmektedir.

2- Resimde de görüldüğü gibi oldukça kozmopolit bir ordu olan Hareket Ordusu.

3- Hareket ordusu Bakırköy’de

4- 31 Mart İsyanı bastırıldıktan hemen sonra Taşkışla önü. ( Fötr şapkalı insanlara ve şapkalı bayanlara dikkat.)

5-II. Abdülhamit’in gözleri önünde katledilen Binbaşı Ali Kabuli

6- Mahmut Şevket Paşa

7- Elmalılı Hamdi ( Yazır )

8- Gazi Ahmet Muhtar Paşa

( Tekerrür Eden Tarih 20. Bölüm—gûşu Merihe Erüp Tantana-i Cah Ü Celal başlıklı yazı Sami Biber tarafından 18.07.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu