Eskiden ne güzelmiş, hani şu İnternet'in, bilgisayarın olmadığı zamanlar
canım. Her yazar elle ya da daktilo ile yazarmış bütün yazdıklarını. Geçenlerde
bir yerlerde okumuştum, dünyada ki en son daktilo fabrikası da, Hindistan'da
idi zannedersem, kapısına kilit vurmuş. Şimdi varsa yoksa bilgisayar klavyesi
her şeye yetiyor, bir çoğunuz da biliyorsunuz zaten. Belli başlı iki çeşit
klavye sistemi var. Bir F Klavye ki biz Türklerin icat ettiği bir sitemdir,
geçenlerde de kaybettik F Klavyenin mucidi Dr. İhsan Sıtkı Yener'i yanlış
hatırlamıyor isem. Bana inanmıyorsanız araştırın. Diğeri ise Q Klavye
sistemidir. Şu an da genelde, üretilen bilgisayarlarda Q Klavye sistemi
kullanılmaktadır...
Evet, bu kadar bilgi yeter. Gelelim klavye üzerinde ki tuşlar ile
muhabbetimize. Ne, duyamadım. ''Klavye ile tuşlar ile muhabbet mi
edeceksiniz.'' diye bana sesleniyorsunuz gibi geliyor. Bir sayayım bakayım önce
benim Laptop üzerinde ki tuşları. Ya da ben onlara bir komutan edası ile
söyleyeyim ''Sağdan Saaaaaay.'' diye bağırayım, onlar saysınlar. Yok, yok o da
olmaz. Ben kendim başlayayım saymaya. Sağdan mı başlasam, soldan mı başlasam?
Ne fark eder canım. ESC solda, bir, iki, üç.....Offff ki offfff! Çok tuş varmış
ya. Hem niye sayıyorum ki? Bütün tuşlar benim emrimde, mecbur bana itaat
edecekler. Onlar beni saysın. İyi uyandım ha! Az kalsın bir de oturup tuşları
sayacaktım. Sen tut önce Eniacı icat et. Eniac Kim mi? Bilenler bilir de bir
daha tekrar edelim. Eniac dünyanın icat edilmiş ilk ciddi bilgisayarı, lakin
şimdi ki bilgisayarlar gibi ufacık tefecik bir şey zannetmeyin, cebe filan
girmez kesinlikle. Şöyle anlatayım size kısaca. Evinizin salonuna gidin ve
adımlayın. İşte o kadar büyüklükte bir şey bu Eniac, her tarafında kablolar,
bir sürü devreler. Ha bir de şu var, bu bilgisayara kompüter de denirdi...
İnternet bu kadar yaygınlaşmadan, hayatımıza artarak girmeden önce benim evimde
ki kütüphanede Ana Birtanica'sından tut da Meydan Larusuna, İslam
Ansiklopedisine, cinsel filan fişmekanlar ansiklopedisine kadar beş altı takım
ansiklopedi vardı. Ve ben o ansiklopedileri, herkes görsün diye, beni bir şey
zannetsin diye de almamıştım. Hatırladığım kadar Ana Britannicayı ki o zaman
kredi kartı filan da yoktu, taksit ile aldım ve ödemelerini de posta çeki ile
yapmıştım. Ne güzel kokuları vardı o ansiklopedilerin, o kitapların. Hâla da
var o güzel kokuları, güzel bilgileri...
Bazı zamanlar, çok boş kaldığımı hissettiğimde ansiklopedi okurum. Kimi zaman
Türkçe ya da Osmanlıca sözlük okuduğumda oluyor. Seksenli yıllarda biz
delikanlı iken üniversite kurslarının yanında bir de on parmak daktilo kursları
açılırdı çoğu dershanede. Akın akın bayan ve erkekler bu kurslara yazılır
sertifika da alır, sonra bir devlet dairesine, bir avukat yazıhanesine ya da
noter gibi yerlere kapağı atar, ekmek parası kazanırlardı...
Bilgisayar ekranından bir şeyler okumak her ne kadar güzelse de her zaman için
benim favorim yine de kapağı, yaprakları, kokusu olan o güzelim kitaplar.
Kitaplar dedik de, şu kadar zamandır da yazıp çiziyoruz, aslında ben de
kitapsızın birisiyim, şekil olarak tabi (Bir kaç antolojiyi saymazsak) yoksa
inandığım ve iman ettiğim bir kitabım var her Müslüman gibi...
Şimdi dikkatimi çekti bilgisayarımın klavyesinde, sol başa yakın A ve Z harfleri
yani benim ismimin ve soy ismimin baş harfleri yan yana düşüyor. Japonların
bilgisayar konusunda çok ileri bir teknolojiye sahip olduğunu da bir çok insan
bilir. Mucize kelimesi Japon kelimesi ile çoğu zaman yan yana getirilir...
Bu virüslere de çok sinir oluyorum ben de herkes gibi. Çoğu zaman açmıyorum
tanımadığım mailleri. Haliyle küsüyor bana, açmadan sildiğim mailler. Ben
onlara meyil etmedim mi psikolojim de bozulmuyor, bilgisayarımda...
Seviyorum bu tuş denen zibidileri, kerataları. Onlarda beni seviyorlardır
herhalde. Tozlandı mı temizler, paklar, silerim de...