BİR HİLAL DEĞİL, NATO UĞRUNA BATAN GÜNEŞLER--KORE SAVAŞI-- 2. BÖLÜM

İkindi ezanının neredeyse eli kulağındaydı. Camiyi de kahveyi de asla ihmal etmeyen benim kalkıp camiye giderek abdest almam, sonra da namaz kılmam gerekiyordu ama böyle bir canlı tarihe tanıklık etme dürtüsü daha ağır bastı. '' Namazın kazası var ama bu muhabbetin kazası yok. Hem namazı bir iki saat sonra evde de kılabilirim.'' Diye düşünerek yerimden kalkmadım.

Nihayet ezan okunmaya başlamıştı Esat '' Kore'ye niçin gittiğinizi biliyor muydunuz?'' Diye sorduğunda.

Boğacı Hüseyin ''Aziz Allah'' Dedikten sonra devam etti.

-Bilememize gerek yoktu ki.

Esat şaşırdı.

-Nasıl yani? Hiç tanımadığınız bir milletle, devletle savaşa gidiyorsunuz ama niçin gittiğinizi bilmiyorsunuz. Böyle bir şey olur mu?

Boğacı Hüseyin'in maviş gözleri çok eskilere daldı.

-Benim askere gittiğim sene bir gün ne oldu bilırmısın?

Bu sefer Fatih merakla sordu:

-Ne oldu Hüseyin Amca?

-Bir gün baktım camiden o güne kadar  iiiç duymadığım bir ses geliyor. Dikkatle dinledim. Oca efendı ''Allauekber '' diye okuyor ezanı. Oysa gözümü dünyaya açtığım günden beri ep ''Tanrı uludur '' Diye okunurdu.

Evet, Boğacı Hüseyin doğru söylüyordu. 1932-1950 yılları arasında ezanlar ''Allahuekber'' Diye değil ''Tanrı uludur''Diye okunmuştu. 

-Ezanın ''Allahuekber'' Diye okunduğunu duyan babam sevinçten göbek atmaya başladı adeta.  İlkin camiye koştu millet. Erkez birbirini kutluyor, tebrik ediyordu. Sanki bir bayram günüydü. Ben ne olup bittigini anlamıyordum. Sonra namazı kıldık. Namazın ardından erkez iki rekat da şükür namazı kıldı.

Fatih dayanamadı.

-Sözü nereye getireceğini çok merak ettim Hüseyin Amca.

Boğacı Hüseyin devam etti:

-İşte o ezanı tekrar Arapçaya döndüren meğer bizim yeni başbakanımız Adnan Menderes imiş. 

Kahvede çıt çıkmıyordu. Herkes Boğacı Hüseyin'in ağzından çıkacak kelimelere kilitlenmişti adeta.

-İşte o ezanın tekrar Arapça olarak okunması olayından sonra Adnan Menderes alkın(halkın) büyük bir bölümünün gözünde evliyadan da üstün bir şey oldu. O '' Öl'' dese ölecek, ''Kal'' dese kalacak duruma geldi alk. O bakımdan nereye gidiyoruz, kimle savaşacağız, niçin savaşacağız bunun  iiiç bir önemi yok idi.

'' Anladım'' Dedi Esat ve devam etti:

-Size hiç bir şey denmedi mi? Hiç bir açıklama yapılmadı mı peki?

-Yapılmaz olur mu kızanım? Er şeyden önce biz Kore'ye vatanımızın, milletimizin düşman eline geçmemesi için gidiyorduk. Ayrıca dinimizin düşmanlarına karşı savaşacaktık. Bu uğurda ölür isek şeit, kalır isek gazi olacaktık. Yani çoook büyük sevap kazanacaktık. Bize böyle anlatılmıştı daa gitmeden.

-Hay Allah. Kore nere, Türkiye nere... Bizim vatanımızla, bizim dinimizle alakası neymiş ki olayın?

-Öyle deme kızanım. Eger biz o kominiz gavurları durdurmasak sıra bize de gelecekmiş. Mesela Moskof köpeği daha önce Kars'ı, Boğazları bizden isteyip dururmuş da İsmet Paşa, rametli Atatürk gibi '' Sıkıyorsa gelin de alın.'' Diyeceğine '' Ulen bakın kafamı kızdırmayın, yoksa salarım üzerinize Amerika'yı o zaman görürsünüz ebenizin örekesini'' Demiş.

-Eee?

-E si, Rusya'nın gözü korkmuş. Bakmış ki Türkiye dişli, gitmiş minicik Kore'ye saldırmış. Onlar Kore'ya saldırınca Amerika demiş ki '' Haydi göreyim seni Türkiye. Gel de şu Moskofa birlikte addini bildirelim.''

-Yani siz bu durumda Amerika'nın yanında Rusya'ya karşı savaşmak için mi gittiniz Kore'ye?

-Yok be kızanım. Az beklesene. Enüz İsmet Paşa döneminden baasediyorum. Adnan Menderes dönemine gelmedik.

-Hımm anladım 1945-1946 dan bahsediyorsun yani.

-Yılını bilemem... Neyse, İsmet Paşa başlamış kara kara düşünmeye. Amerika'ya yardım etse bir dert, yardım etmese ayrı... Yardım etse II. Dünya savaşı yıllarında oldugu gibi yine yokluklar başlayacak, ekmek bile karneye binecek. Millet âlâ o yıllar sebebiyle kendisini suçlayıp duruyor. Yardım etmese de Ruslar Amerika'nın işini bitirirse Türkiye'nin aali ne olacak? '' Geliyorum, yettim, az sabret vardım'' Diye diye oyalamış Amerika'yı ama asker yardımı yapmamış. 

İşin doğrusu, ya Boğacı Hüseyin'e böyle anlatılmıştı ya da o karıştırıyordu bazı şeyleri. Anlattıklarında doğruluk payı oldukça fazla olmakla birlikte yanlışlar da bir o kadar fazlaydı. 

Olay aslında tam olarak şu şekildeydi:

II. Dünya savaşından sonra dünyanın güç dengesi tamamen değişmiş ve değişen bu dengeler iki süper güç çıkarmıştı ortaya. Ancak bu iki süper gücün her ikisi de dünyanın tek hakimi olmayı düşündüklerinden ve sistemleri birbirine tamamen zıt olduğundan biri diğerini kendisi için tehdit olarak görüyordu. Esas itibariyle Rusya'nın komünizmi ABD için, ABD nin kapitalizmi Rusya için tehditti. Fakat dillendirilen husus farklıydı. ABD  Rusya'yı insan haklarını ihlal etmekle suçlarken Rusya da ABD yi emperyalist olmakla suçlamaktaydı. İşin aslı ise her ikisi de hem insan haklarının canına okuyorlar hem de emperyalist idiler.

İşte bu iki süper güç dünyanın pek çok noktasında karşı karşıya oldukları gibi doğusunda Çin Denizi, Batısında Japon  Denizi ve Kuzeyinde Çin ve Sovyetler Birliği olan Kore'de de karşı karşıya idiler.

Kore’yi elde edecek bir devlet Japonya’yı, Çin’i, Formoza’yı ve bölgenin diğer bir çok ülkesini buradan kontrol edebilirdi. Yani bir bakıma Asya kıtasını elinde tutabilirdi ki tam olarak istenen de buydu.

ABD  Japonların Pearl Harbour baskını korkusunu içinden atamamıştı henüz.O yüzden Japonya'dan çekindiği kadar Rusya'dan da korkuyordu. İşte bu sebeple Kore'ye sahip olması gerekiyordu.

ABD yi kendisi için en büyük rakip olarak gören Rusya da çok tabii olarak aynı şeyleri düşünüyordu. Yani Kore'ye sahip olmak.

Peki Kore'nin durumu ne alemdeydi?

Kore 1945 yılı itibariyle hâlen Japonya'nın hakimiyeti altındaydı. 1904-1905 Yıllarında Rusları yenmiş olan Japonlar, onların yerine Kore topraklarına gelip oturmuşlardı. 

4-11 Şubat 1945 de yapılan Yalta konferansında, Kore'den çıkmayı reddeden Japonları oradan çıkarma görevi Rusya ve ABD ye verilince önce ABD 6 Ağustos 1945 de Japonya'nın Hiroşima şehrine attığı Atom bombası ile hem Pearl Harbour'un intikamını aldı hem de '' Kore'den çık artık.'' Mesajını verdi Japonya'ya. 8 Ağustos 1945 de Rusya, Japonya'ya savaş ilan etti. Ertesi gün yani 9 Ağustos 1945 de ABD, Japonya'nın Nagazaki kentine ikinci atom bombasını attı ama Japonya  çok büyük bir darbe almış olmasına rağmen halen Koredeydi.

Sonrasında ABD nin teklifiyle 38. Paralelin kuzeyinin Rusya, Güneyinin ABD tarafından işgal edilmesine karar verilmişti. Güya  her iki devlet de buradan Japonları çıkaracak ve Kore'yi Korelilere teslim edecekti. 

Şimdi Kore'nin durumu cebimizde olsun, biz Türkiye'nin aynı yıllardaki durumuna da bir bakalım:

Aynı yıllarda yani 1945 yılında Rusya, bir taraftan Boğazların kendisi aleyhine kullandığını söylüyor öte taraftan Kars ve Ardahan üzerinde hak iddia ediyordu. Bu iddialara ılımlı cevaplar verilse de 1945 Martında daha önce 1925 de yapılmış olan Türk- Sovyet Saldırmazlık Paktını tek taraflı olarak fesh etti. 7 Haziran 1945 de ise bir nota ile Türkiye'den toprak ve üs talebinde bulundu.

Boğacı Hüseyin'in söylediklerinden çok farklı olarak zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Rusya'ya sert bir cevap verdi :  “Açıkça söylüyoruz ki Türk topraklarından hiç kimseye verecek bir borcumuz yoktur! Şerefli insanlar olarak yaşayacağız ve şerefli insanlar olarak öleceğiz!”Dedi.   Yani ''ABD yi üzerinize salarım.'' Diye bir durum yoktu.

Peki ABD nin Rusya'ya karşı Türkiye'den bir askeri yardım beklentisi ya da isteği var mıydı?

İsmet İnönü zamanında yoktu. Tam tersine önce Truman Doktrini, sonra Marshall yardımı adı verilen programlar çerçevesinde Türkiye'ye yardımlar (!) yapılıyordu.

1927 de  açılan Taksim Zafer Anıtına iki Rus generalinin figürünü yerleştirecek kadar Rus yanlısı bir dış politika izleyen Türkiye Cumhuriyeti hükumeti şimdi ABD nin sempatisini kazanmak için onların Rus modeli olarak gördükleri Köy Enstitülerini bile kapatma yoluna gitmiş, 1937 de ilkini Eskişehir- Çifteler'de açtığı Köy enstitülerinden biri olan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünü 1947 yılında kapatmıştı. Rusya'ya şirin görünmek için açtığı okulları şimdi ABD ye şirin görünmek için kapatıyordu ama onlara soracak olursanız bu okulları kapatan gerici, çağ dışı kalmış ve adım adım iktidara koşan zihniyetti.  

Her neyse.  Kısaca söylemek gerekirse artık Amerikancıydık.

1950 yılında Demokrat Parti tek başına iktidara geldiğinde pek çok şey değişse de dış politikada Amerikancı oluşumuzda bir değişiklik yoktu. Hatta daha da fazla Amerikancıydık. Bir bakıma da adeta elimiz mahkumdu zira Stalin resmen ırzımıza namusumuza göz koymuştu. Onun en büyük düşmanı ABD olduğuna göre düşmanımızın düşmanı dostumuzdu. 

Tekrar Kore Savaşına dönecek olursak.

ABD, Kore'nin Güneyinden, Rusya Kore'nin Kuzeyinden Japonları temizledi. Temizlemesine temizledi ama Rusya 38. Paralelin kuzeyinden, ABD ise güneyinden çekilmeye yanaşmıyordu. Görüntüde her iki devlet de Kore'de Bağımsız bir Kore Devletinin kurulmasını istiyorlardı ve Kore'de bulunmalarının sebebi buydu. 

Evet, Kore'de bağımsız(!) bir Kore Devleti olmasını istemesine istiyorlardı ama Rusya, Kore'nin komünist bir idare altında toplanmasından başka çözüm görmezken ABD, Kore halkı serbestçe kendi oylarını kullanıp rejimlerini de başkanlarını da belirlesinler diyordu. Tabii ki belirlenecek başkan da rejim de ABD yanlısı olacaktı. Ondan hiç şüphesi yoktu.

Sonuçta 10 Mayıs 1948 de Kore'nin Güneyinde seçimler yapıldı. 12 Temuz'da anayasa yapıldı. 17 Temuz'da Kore Cumhuriyeti ilan edildi. 24 Temmuzda Cumhurbaşkanlığına Syngman Rhee seçildi ve 5 Ağustos günü hükumet kuruldu. ABD, 15 Ağustos 1948’de ülke yönetimini bu hükümete devrederek yönetimden çekildi.

Bu durum karşısında Rusya da karşı atağa geçti. Rusya'nın iteklemesi ve teşvikleriyle 9 Eylül 1948 de Kore Halk Cumhuriyeti adı altında bir devlet kuruldu 38. Paralelin kuzeyinde ve ilk devlet başkanı olarak da  Kim İl Sung seçildi. Rusya da askerinini filan Kuzey Kore'den çekti. 

Böylece Koreyi bağımsız bir devlet(!) yapacak olan Rusya ve ABD,  minicik Koreyi ikiye bölmüş oldular Kuzey Kore ve Güney Kore olarak... Sadece ikiye bölmekle de kalmadılar. Daha düne kadar kardeş olan Kore Halkı artık birbirine düşmandı. 

Ben böyle dalmış giderken Esat yeni bir soru sordu Boğacı Hüseyin'e

-Hüseyin Amca! Ben şimdi anlamadım. Siz Korelilerle mi savaştınız yoksa Ruslarla mı?

Boğacı Hüseyin yine gülümsedi.

- Ne Ruslarla ne de Korelilerle...Biz Çinlilerle savaştık.

Tüm kahve halkı aynı anda:

 '' Haydaaaa. Çinliler de nerden çıktı yahu? '' Dedi. Öyle ya Çinlilerin adı şimdiye kadar hiç geçmemişti bile.

Çinliler nereden mi çıktı? Gelecek bölümde inşallah.

( Bir Hilal Değil, Nato Uğruna Batan Güneşler--kore Savaşı-- 2. Bölüm başlıklı yazı Sami Biber tarafından 16.09.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu