Hırpalanmış bir sözcüğün beklentisi ile dolup taşıyor içimdeki sayaç ve kum saatini andıran renklerle boyuyorum günü ve verilen hükmü.

 

Patavatsız addedilen hangi yorgun cümle ise ve gel-git aklın da ön sözüne ilişen bir heyecanla kapımın çalmasını temenni ediyorum.

 

Kimi hurafe gerçek addediliyor ve gerçeklere yalan oldukları gerekçesi ile atıfta bulunuyor çoğu insan. Sözcük katsayısı mı çarpım tablosundan firar eden yoksa perdeli gözleri mi kimi insanın açık tuttuğuna kanaat getirdiği?

 

Öykündüğüm hiçbir hayat yok ki ama öldürdüğüm çokça hayat var: her halükarda mazimden firar edip günümü tetikleyen belki de hayal gücüme yenik düşüp kendimce kurguladığım bir yarın b/eklentisi.

 

Sığındığım kadar sınandığım da ama asla geçerli bir nedeni yok kimine göre boşa kürek çektiğim ve ben hala sür git yazmayı yaşamakla da eş tuttuğum.

 

Bir parantez ise açılmayı bekleyen ve ben parantezlere sığınmadan tüm çıplaklığı ile anlık hissiyatımı saatler sonra yazıya döküyorum.

 

Bazen bir kıvanç artık benimki nasıl bitimsiz bir aşksa…

 

Bazen yenilgi elbette kendimle olan derdimde uzlaşı yolu ararken.

 

Günü doldurmaya yetmiyor kimi zaman kimi savruk duygu ve canımın daha da acımasını beklerken içime doğan gerçekleşiyor işte.

 

Bir satırda var olmak adına.

 

Bir şiirde sözlenmek dualarla.

 

Nihayetinde ereceğim Nirvana ve her şeyi reddettiğim sığındığım sadece yüce Mevla.

 

Yaşarken de yazarken de sevecen gözlerle dokunmak an’a belki de ana bildiğim ikinci bir kucak ellerimi az evvel tutan kadının bana öğrettiği her şeyi korumakla mükellef ve ona verdiğim sözün arkasında durup bıkmadan usanmadan yazdığım.

 

Tıkandığımda acıyı içselleştirmek.

 

Tanınmazlığında insanların ben hala güven duyabilmekteyken.

 

Kalıbıma sığamadığımda taşkınlığıma delalet sözcükler ve asla da kalburüstü olmasın diye itina ile serdiğim tıpkı çimenlere serdiğim örtüye usulca yerleşip karıncaların gidiş gelişlerini izlemek gibi bir dürtü adeta, karınca kararınca sözcükler dökülürken yüreğimden.

 

Az evvel sayfalarını karıştırdığım bir kitap belki de nicesi ve kendime yakın hissettiğim kalemlerle buluşup kendi tarzımı oturmak adına debelenirken bilmek nihayetinde içime doğacak o güneşi önceden hissetmek ve karanlığı protesto etmeyi de şiar edindiğim elbette sevgiyi duyumsayıp yazma dürtüsüyle eşleştirip adeta evrene armağan ettiğim yeni doğmuş bir bebek gibi sevecenlikle okuyucuya teslim ettiği karaladığım sayfalar.

 

Bir başat.

 

Belki dolu bir başak.

 

Yoksa ayracı mı ömrün? Hani günü saatlere b/öldüğümüz…

 

Hani seneyi günlere…

 

Ve ben yarım kalan tüm hikâyelerde neden illa ki başrolü üstlendiğimi unutup insanlara roller biçtiğime kanaat getirip nihayetinde içimdeki sırnaşık çocuğu kulaklarından çekip astığım o darağacı üstelik bir ömür asla ve asla astığı astık kestiği kestik bir insan olamadığımdan yakınıp tüm kabullenmişliğimle insanlara ve kaderime razı geldiğim.

 

İlk sırada elbette kaderciliğim.

 

Ve her nasılsa hayallerimi gerçekleştirmek adına düştüğüm yolda sırf insan denen mekanizmanın bir şekilde rencide ettiğine vakıf, daha fazla zarar görmemek adına her hayalimi de yarım bıraktığım gerçi boyumu aşan hangi işe el attımsa asla kaçınmadığım mesuliyetimle en iyiyi yapmak şiarım iken sırf yolumu kesen üç beş insan faktörü ile yenidünyalara kanat açmanın zorluğunu görmezden gelip defalarca doğduğum.

 

İlkem ne ise ve de ideam.

 

İdeallerim uğruna dem vurduğum sıkıntılarla muhatap bir akçe bile kazanmayı beceremezken belki de şatafatlı işlere şut çekip ben hala öğrenci zihniyetimi koruyup defalarca baştan çektiğim bir senaryo işte en muteber olan ve gönlümde yatan aslan üstelik özel hayatımı sıfırlayıp kariyer uğruna verdiğim mücadele, beni kaçıncı kez tükeniş noktasına sürüklenmişken…

 

Hangi kitle ise hitap ettiğim.

 

Hangi nefersem uğruna dirsek çürüttüğüm.

 

Sorunsuz yaşamayı dileyip sorunların ahtapot gibi sardığı ve ben diktiğim kulelerden, fethettiğim kalelerden baş aşağı düşüp arkama bakmadan kös kös terk ettiğim nice mecra nice saha.

 

İlla ki hayatımın sonlanması mı gerekiyor umudu ve yarını sınır dışı edip yoksa sınırlarım ihlal edilmişken kaçmalı mıyım bana bahşedilen özgürlüğümden, hani sıkı sıkıya sarıldığım muradımı ayaklarımla çiğneyip firar mı etmeliyim evrenden ve sırf insanlar mutlu olsun diye bileklerimi kesip kalemimi kırmalı mıyım?

 

Özümsediğim sadece gözümde tüten.

 

Türediğim ise öğretilerin ve değerlerin bana sundukları ve kazanım addedilen.

 

Kayıp olan belki üç beş senem belki de koca ömrüm kimine göre saf tutmadığım normlarda ben hala yeni mezun idealist bir üniversite öğrencisi gibi didiklerken bilgiyi ve rahmeti de giyinmişken asla da usumdan çıkmayan elbette sevginin ve özverinin eşlik ettiği her hayalde başarı ve gerçekleşme oranının da yüksek olduğu.

 

Sözüm hiç kimseye.

 

Sözüm kendime sadece kendime çünkü doğruyu yapmakla mükellefim: hem sevmek içimden gelip bentleri aşarken nihayetinde kendimi sevme becerimi de geliştirdim yaza yaza ve elbette desturum inanç, güven ve sevgi iken varsın dileyen dilediğine de ihbar etsin kifayetsiz olduğum ne ise ve zaten bilmekle ve öğrenmekle mükellef olmaktan vazgeçmediğim nasıl ki gün gibi aşikâr üstelik biteviye içimi kürerken ışığımı da saklı tutmak zorundayım ömrün bitimine kadar.

 

Dolayısıyla yazmakla harmanlanmış bir hayatı nihayetinde Yaratan bana sunmuşken üstelik çok geç olmasının da bir önemi yok iken, kaybettiğim vakti telafi etmek adına canla başla yaşayıp tüm yazdıklarım belki de kendime ödemek zorundayım geçen ölü zamanın diyetini: sadece ve sadece kendime olan borcum bir de Allah’a olan can borcum ne zamanki gonk vuracak kalemimle gömsünler beni, demenin de mealidir içimdeki aydınlığı illa ki satırlara taşıma isteğim.

 

Kalemimin adını da sevgi olarak koymuşken asla da ihanet etmediğim ve etmeyeceğim bir evren üstelik şartlar ne olursa olsun.

 

Elbette huzurun diğer adı bir ömür uzağında durduğum ve yazın denen okyanusta kulaç atarken sonsuzluğu ve İlahi Aşkı ta içime ç/ektiğim…

 

Tüm edebiyatseverlere selam olsun ve içindeki çocuğu ve sevgiyi asla tüketmeyenlere.

 

Bir selamı da içimdeki çocuğa gönderdim elbette elindeki oyuncağı kalem iken uğruna yüreğini siper ettiği ve canı pahasına da olsa elinden bırakmayacağı.

 

 

 


( Huzurun Diğer Adı... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 30.10.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu