Geçen yaz öylesine bir tatil yaşadım ki, neresine baksam, ansam, başka bir sınavdı… Gittiğim yolları, kaldığım yerleri, yediğim, içtiğim paylaştığım kişileri! Kısacası, içinde bir roman olacak kadar konu ve detay vardı. Özellikle İslami otel diye gidilen yerlerin ne kadar İslamik olduğu ve oraya gelenlerin ne kadar İslam ile ilgili oldukları, konuşup paylaştığım zaman beni çok şaşırttı ve üzdü. Yerli turistin beş yıldızlı otelden anladığı, verdiği çok para karşılığında, talan ettiği bir yer anlayışıydı. Otel müdürünün paylaştığına göre, kaldığım beş yıldızlı otelde bir misafir ailenin çocuğu ayağını soktuğu çorba kazanını ayağıyla karıştırırken video çektiği ve bunu medyadan paylaşması, sanırım bu anımın ne derece üzücü olduğunu siz okurlara ispat edecek düzeydedir. Yıllarca-35 yıldır, yurt dışından gelen misafirlerinden görmedikleri yanlış paylaşımları biz yerli turistlerden gördüklerini, bu yüzden otelin sahibinin İslamik otelini yeniden eski haline çevirmeyi planladığını, yeniden Ruslara dönük otel görünümüne dönüştürmek istediklerini üzülerek öğrendim.
Tatil içinde duyup öğrendiğim, dayımın ölümü ve mesafenin çok uzak oluşu, cenaze törenine gidemeyişim üzüntüsü içinde, özellikle geceleri dalga sesinini dinleyerek karanlığın delen yakomozun dalga sesine karışan manevi havasında, tefekkür bahçelerinde gezindim. Çok ama çok düşündüm... Memleketi, yaşadıklarımı, gezip gördüklerimi… Gördüm ki, hayat çok hızlı akıyor, dönüp geriye baktığımda, çok candan paylaştığım kimi kişileri zaman tünelinde unutuyor ve başka yaşamın içinde bulduğumuzu tefekkür ettim kendi kendime. Ne acıları ne sırları unutuyoruz ne de aşınmışlıkla tenimizi yıprattığımız ten örtüsünde, bu sıkışmış sevgi paylaşımlarıyla yeniden paylaşmaya başladığımız duygularda, sezgilerde birden gençleşiyor, yeni ve bambaşka heyecan sarıyor ve yaşama sarılmışlığımızın değişimi yeniden ve aynı hazla benliğimizi sarıyor. Emekliye sevk edilmiş nice hazine sandıkları açıldıkça, yeni huzuru ve muhabbeti yaymaya başlıyorum. Nicelerini kırdığım, nicelerine küstüğüm, niceleriyle mutlu olduğum her kişiyi masanın başka köşesinden yeniden görmeye başlamak, enfes bir sofranın lezzetlerini tatmaya dönüşüyor.... Bugün geriye-geçmişe döndüm, ne yaşadıysam yeniden coşkuyla kokladım. Anladım ki, hatırladığım çok güzel anılar ve dostlarım varmış, sevgileri kalbime serinlik verdi bu yaz sıcağında. Sizde geriye doğru yeniden bakın, geçmişi geri getirme ve düzeltmek mümkün değil ama o geçmişin güzelliğini ve verdiği derslerine yeniden düşünerek ders alıp sarılın. Gelecekte adı yalnızlık olacak yaşlılıkta, en azından güzel hatıraları yaşanılır kılan gür bir seslilikte hatırlar ve mutlu oluruz, oturduğumuz salıncağımızda…
Her an ölecekmiş gibi, helalleşerek yaşamalı… Affedici olmalı… Ön yargıdan kurtulmalı! İnsanlardan bir şey beklemek adına paylaşmak yerine geçirdiğimiz zamanı cennet köşesine dönüştürelim. Gizlerimi, sakladıklarımızı, günahlarımızı paylaşmak yerine, insanlığımızı ön plana çıkartalım. Yalan üzerine, inorganik bir sofrada doymak yerine, Allah rızası olan, zengin bir sofra olmasada daima doyurucu olan lezzetleri tadalım. O sofrada kişisel hiç bir yemek olmasın… Her paylaşım sanki tatil köşesinden bir köşe olsun. Tıpkı tatilde tanıdığımız ve görüşüp görüşmeyeceğimiz belli olmayan dostlukları sahiplenmeden yeşertelim. Yılın herhangi bir mevsimin bölümü gibi… Bölen mevsim değil, gecenin gündüze kavuşmayan ve birbirinden haberi olmayan evrelerine dönüşsün!
Kavgalar, savaşlar konuşulmasın, dedikodular yerin dibine batsın! Ne kadar güzel şeyler düşünüyorum ama olmuyor, bu dediklerim bir masalın paragrafında gizlenen özlem dolu büyüleyiciliği sadece. O masala göz yaşı döken ve isteyem ne yazık ki tam tersini yaşıyor yaşadığı hayatın içinde. İstemeke yaşamak farklı bir eksende, gündüz her şey görünür diye masum görünen gerçekler, geceleri saklandığı yerden çıkıyor, ne kadar kötülüğü varsa ortaya döküyor. Sanki içkinin sarhoş ettiği insan ayılıp, o acı verdiği insanlara gündüz yüzlerine bakmayacakmış gibi, tiyatro sahnesinde acı çeken kül kedisini oynayabiliyor. Biz de oynadığı bu oyuna acıyarak bakıyoruz… Sanat diyoruz, adan ne resimler, ne senaryolar, ne şiirler yazıyor, gıptayla bakıyoruz, onu kıskanıyoruz belki de… Ama yaşadığımız gerçek onun eserinden kat kat saf ve tertemiz bunu görmek istemiyoruz. Evimizin önündeki cılız akan demeyi sevmek yerine, akan Amazon nehrine övgüler yapıyoruz. Amazonu görmek hayalimiz oluyor, Oysa o cılız akan derenin akışı Amazon hayaliyle süslemiyoruz. Hep tatil düşlüyoruz, bir kaçık yeri… Bir aklanma ve arınma yeri… Verdiğimiz para gözümüzde büyüyor, veren hizmeti yerden yere vuruyoruz. O verdiğimiz parayla beklediğimiz hizmeti sağlamaktan acizken…
Eğer yaşadığımız hayatta, mala değil insan kıymet verebilirsek, insan faktörü hep ön planda olursa yaşadığımız her an bir tatil modunda ve değerli kalacaktır. Gezmeli ama bu amaç olmamalı… Çok insan tanımak değil, insan paylaşmayı amaç edinmeliyiz.
İnsan hangi davranış ve fıtratı yaşıyorsa öldüğünde, dirildiğinde aynı şekilde olacaktır. Eğer insani değerleri rafa kaldırır ve zalimce yaşarsak, dirildikten sonra bu değerlerimizle nasıl cennette yaşayabiliriz ki… Biz bu dünyada cennet insanı gibi yaşamayı öğrenmeliyiz. İki yüzlü, gecesi başka gündüzü başka olmaktan bir an önce kurtulmalıyız… Neysek olmak yerine, cennet insanına özenip yaşamımızı değiştirmeliyiz. Sonsuz tatilin insanı olmaya çabalamalıyız. Bu hazine ve öğütler yüce kitabımızda, üstelik herhangi parayla satılmaksızın bize verilmiştir. O hazineyi görene ne mutlu.
Saffet Kuramaz