Göğün öğünlerine tanıklık eden bir
martının kanatlarında doğan güneşin ışıdığı bir rahmet ezkaza dillenen de ve
dilemması şehrin.
Kuytuların gergefi.
Aşkın da ihlali.
Sergüzeşt bir eylem elbette rüzgârın
künyesinde yatan ve de yazan bir tüy sıklet buluttan nemalandığım.
Kaynakçam hazin bir tarife ve her
nasılsa hurafeler, püsküllü belası gerçeklerin.
Şimdi bakaya kalan hayallerin
sırtındayım ve kamçıladığım imgelerden kendime tutturmuşum mademki bir yol ve
de bir türkü içimin ahkâm kesen beyitlerinde mi saklı benim sırlarım?
Rahmetin tanıklığında sulu sepken
gözlerim.
Miadı dolmuş ders notlarım ve hala
yıllarımın geçtiği amfilerden tahliye edemiyorum öğrenci ruhumu.
Kıyama durduğum her yeni gün ve
öncesinde geceye beyitler yağdırdığım. Kazayağı yorgunluğu düşlerimin
nihayetinde gerile gerile yok olan o kırışıklıklar lakin naftalin kokulu mazime
atıfta bulunduğumun ertesi illa ki kat izi kalıyor yüreğimin şakıyan muhabbet
kuşlarında sözüm ona yazarak telafi ediyorum geçmişin ölgün ve de süzgün
pişmanlıklarını.
Gücün ivme kazandığı.
Oysaki kendimi güçsüz addettiğim
yorgun ve manalı tefrika.
Hutbelerde buluyorum aradığım huzuru
ve cennet iken acıların ayağının altında bu sefer annemin elleri ile
sarılıyorum huzura ve onun duaları sonlanmasın ve eksilmesin diye tüm yüreğimle
ve gücümle dua ediyorum.
Bazen tarıyorum ruhumu bir röntgen
cihazı gibi.
Bazen tarıyorum saçlarımı ve kızıl
çığlıklar kafa derimi soyuyor oysaki çıplak olan sadece ruhum ve örtündüğüm
kadar kat kat giyiniyorum ve saçım iken sürekli uzayan ben sadece boyumu
ölçüyorum ne kadar uzadım diye…
Yalandan haz etmediğim.
Gözümden sakındığım gerçekler ve
sevdiğim insanlar.
Sevilmeye şerh düştüğüm yine de
umurumda dahi değilken sevilmek, sevmenin önsezisi iken karşımdakine duyduğum
güven ve inanç.
Şarkıların gıyabında buz tutan
saçaklar oysaki yağmur bile düşünceli ve zar zor düşüyor bulutlardan ne de olsa
biz dünyayı bir ömür cezalandırmış ve doğayı katletmişken şimdi tabiat alıyor
intikamını bizden.
Ve yeni doğan bir bebek.
Bir tane daha.
Ölü doğan bir ümit ve bakaya kalan
umut.
Aşkın sancağı ve de şerefesi.
Serdiğimiz kadar da sardığımız.
Yandığımız kadar yakıyor muyuz peki?
Kılıç kuşanan üç beş şiir ve şair
olmayı reddettiğim lakin şiir yazmaktan da geri duramadığım.
İkilem yüklüyüm iki lafın arası ve
devrik cümleleri sağlatıyorum kalemle çizdiğim kaşa bir de bir damla yaş
eklerken.
Bir hengâme ki yola düştüğümüz.
Bir sevda ki yoldan çıktığım.
Bir rivayet belki de büyülü
gölgelerden kendime kıyamet biçtiğim ve sekantı yüreğin oysaki binlerce asır
ben insan olmaya meyletmişim.
Aşkın kazası ise özlem.
Özlemin demi ise acı.
Acının ibaresi elbette şiir ve gizem.
Yakut gözlerinde mevsimin ve anne
kokan bir tabak çorba her ne kadar soğuk olsa da sevgiyle servis eden bir
rahmet mademki sevginin ikamesi…
Üşüyorum düştüğüme kani.
Düşüyorum yandığım kadar.
Ve üşenmeden sevip niyet ediyorum
elbette niyazımda saklı tutulası bir özlem ve rivayet ile küllerimden doğmanın
da mucidi iken sevdalı yüreğim ve sefil kalemim.
Nihayetinde Kale’m düştü işte ve ben
de şerh düştüm geceye:
Ne olur yarın, iyi bir gün olsun…
En azından canımın daha az yandığı.