Muğlak bir düşün kaygısıyım belki de
bir soru eki olmanın zamanı gelmiştir hatta geçiyordur belki de.
Zaman muazzam bir nakkaş ve
hüviyetimi resmediyorum, dopingli bir hüviyet aksanı rakam olan ve de hanesi
sonsuzluğun mucidi.
Sanrıların zaferi ile doluyum belki
de içimdeki iklimdir tek maruzatım sonra da sancağıma sahip çıkmanın verdiği öz
güven ile teyelliyorum günü ve ömrü ve iliştiriyorum düğmemi aslında iliği
olmayan yorgun ve kirli bir mevsimim belki de mecalsiz kalan fıtratımdan taşan
coşkudur dünün kanaviçesi.
Sözcüklerin sağanağında ıslanırken.
Aşkın da rahmetine muhtaç iken…
Öykündüğüm ne gizem ne de sandığımda
saklı beyaz örtüler ve ben yağmurun altına serilip küpümü aşkla dolduruyorum ve
de umutla.
Kazanım addedilen iri gözlü bulutlar.
Kaybolansa eksen ve zaman ve işte
öğütülüyoruz ve işte övünüyoruz ve işte öğreniyoruz.
Kancasına takılı bir ikram, göğün
tebessüm ettiği bir kıyam.
Aşkın rehaveti çökmüşken üzünç dolu
başaklar ağır geliyor ve eğiyorlar başlarını lakin sadece Yaratanın huzurunda
ve nefsine tapınan haris kâbuslar cehenneminden firar ediyor yorgun yıllar.
Asası kayıp bulutların.
Randımanı düşük de insanın.
Acıyı sağaltan şiirler var ve
şiirleri sağaltan imgeler.
Göğe takılı bir kirpik işte göz
kırpan ve asi rüzgâr göğü delen minvalde insan olmanın şerefine değil
acizliğine yenik düşen.
Mevsimin mermer mezar başlığı.
Adı?
Ocak.
Baba adı?
2020.
Anne adı?
Unutulmuş.
Neden öldü?
İnsanlık sahip çıkmadı…
Belki de sahip çıkılası o kara
iklimi, mevsimi geveleyen bulutlar ve ısrarla seven kimi devasa yürek.
Acısından haz duyan bir derviş,
sefası hüznün aslında şiirin teması.
Teması ömrün aslında yürek iken dama
taşı.
Taşlanan mizaçlar ve aksıran bir
ikindi vakti, telaşla yolda yürüyen yaşlı kadın.
Islak bir sabah.
Geviş getiren kaldırımlar.
Acıların alt yapısı yok madem…
çukurlar yağmur suyu ile dolarken şehri İstanbul bakaya kalıyor.
Hasretin odağında gölgeler oynaşan ve
gölgesi olmayan bir şehri aslında azığa aldığı dünüyle yarınını örten sakince.
İzdiham ertesi yorgunluk, yorgunluğun
da hırpani yüreği elbet kasıtsız adam öldüren bir iklim.
Durduk yere.
Nefsi müdafaa.
Oysaki sevgiydi maruzatı şehrin ve
şehrin surlarına serilmiş resimler aslında sureti olmayan bir yenilgi ve sır
küpü dehlizler: adam boyu da yalnızlık…
Şiirin küpesinde sallantılı bir
mizaç.
Yoksa şiirler mi şehrin kulağına
küpe?
Devasa bir rahmet, indinde mevsimin
kelaynak kuşları elbet susan zamanın ıslıklanan mizacı.
Yeniden kasıt.
Yeni yıla namzet.
Eskiyi öğüten ve unutan…
Unutulmaya dair ve unutmaların
rahmine düşen umut taneleri.
Düşsel bir zenginlik elbette ruhun
yongasında belli belirsiz bir gülümseme ve işte şehrin ışıkları nasıl da söndü.
Nadasa alınan her yürek haritası
hatta ve hatta şiirler iken navigasyonu şairin ne de olsa duygular, yön bulmada
eşsiz s/imgeleri kalemin belki de şiirin ruhunu çağıran bir fetva.
Ölü şair.
Canlı şiir.
Belki de tam tersi.
Kuram dışı sağaltım.
Aşkın erbabı şiir.
Şiirin erbabı hüzün.
İlla ki umut teşrif eden ve göğün
manivelasında yorgun kuşlar ıslak kanatlarında şehrin yükünü taşırken.
İçre dönük kimi zaman.
Dış ses iç sesin muhalifi iken
özümsenen her duygu aslında semanın birer goncası.
Yürekte tebessüm.
Aşkta inhisar.
Mevsimin nazı Ocak’a geçerken sönen
ocaklar belki de kış kıyamet yola çıkmış firari gölgeler belki bir sağaltım
amacı güdüyor hoyrat rüzgâr ve uçan çatıları varoş edimlerde nahoş bir iklim
iken soğuk ve üşüten izdivacı yüreğin duvarlara asılı birer şemsiye az sonranın
huzmesinde saklı iken hüzün balyaları.
Iskartaya çıkan her acılı aşk ve
vebalı yürekler elbet aşktan kaçan aslında aşkla taşan aslında hüviyeti sadece
aşkla eşleşen.
Yol yakınken…
Selam vermeden de olur mu hani umuda?
Merhaba hayaller ve 2020.
Bir hurra.
Bir coşku.
Bir kehanet olsa da mutluluk…
Çatısı akan şehir; ıslak şiirler ve
gözleri nemli şair…
Silecekleri çalıştırın hadi, ne
duruyorsunuz?
Yazmak ve sevmek için neden mi yok?
Ne de olsa şairin na’şı serili
iklimde ve canlanan her hayal aslında azığa alınmış koca ömrün de hitabesi.