Fareli Köyün Sami’si--- 2. Bölüm
FARELİ
KÖYÜN SAMİ’Sİ--- 2. BÖLÜM
Evet nerede kalmıştık? Suna’da değil mi? Ben hep oradayım zaten sizler için devam
edeyim.
*****************************
Türkiye’nin en ücra köşelerinde, ıssız bir dağ başında bile olsa öğretmen
olmaya razıyken piyangoda büyük ikramiye bana vurmuştu. Hem de hiç beklemediğim
bir anda, beklemediğim şekilde. Hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım, adını
bilmediğim bir insanın elleriyle. O insan kimdi bilmiyorum ama bana kurada
Antalya’yı çekmişti. Ben ’ Sol bacağı çocuk felçlidir. Durumu yasalara uyduğu
takdirde öğretmenlik yapabilir ’ raporum yüzünden kura çekimine bile gitmemiştim.
Nasılsa olmayacaktı. Ama olmuştu. Bir mucize gerçekleşmiş ve raporun altındaki
yazı kimsenin dikkatini çekmemişti.
Üzgün, somurtuk, bezgin bir halde diğer usta memur arkadaşların önüme
yığdıkları dosyalar arasında kaybolmuş bir halde ve dahi şansıma, talihime
küfrettiğim Vergi Dairesi günlerimin birinde Suna’dan gelmişti müjde.
-Alo, Sami müjdemi isterim.
-Ne müjdesi kız?
-Tayinin nereye çıktı biliyor musun?
-Tayinim mi? Ne yani o rapora rağmen bir de tayinim mi
çıktı benim?
-Çıkmak hem de ne çıkmak. Çok ballı adammışsın valla.
-Bak şaka yapıyorsan karışmam. Kalbime indirme benim. Gerçekten tayinim çıktı
mı?
-Çıktı. Çıktı. Hem de aklından hayalinden bile geçmeyecek bir yere.
-Nasıl ya. İnanamıyorum. Kurayı kim çekti?
-Valla ismin okununca ‘’ Burada değil’’ Diye bağırdık biz arkadaşlar. Bunun
üzerine ‘’ Birileri gelsin onun yerine kura çeksin’’ Dendi. Önde duran hiç
tanımadığımız bir çekti kuranı ve ne diye bağırdı biliyor musun?
-Ne diye?
-Böyle şansın içine sı.çayım. Kendime Ağrı çektim elin oğluna Antalya...
-Yani? Yani Antalya’ya mı çıktı tayinim?
-Eveeeettt.
-Peki sen?
-Rize.
-Seninki de iyiymiş. Sevindim. Hayırlı olsun. Dile benden ne dilersen şimdi.
-Aslında şöyle mükellef bir ziyafet isterdim ama ben züğürt sen benden de
züğürt. Bir paket Marlboroya hayır demem ama.
Offf offff. O günün akşamını nasıl ettim bilemiyorum. Evde telefon yok ki eve
haber vereyim. İski’ye abime telefon ettim, mermer fabrikasına biraderlere
telefon ettim ama garip annem ancak mesai bittikten sonra eve gidince öğrendi
ve sevinçten göklere uçtu adeta.
*********
30 Ekim 1978 de Manavgat’taydım artık. İmam-Hatip Lisesine verilmiştim. Ben
daha okula adım atmadan ders programım da yapılmıştı. 8 Saat Sosyal Bilgiler, 4
Saat Tarih, 4 Saat müzik, 2 Saat Turizm, 2 Saat Beden- Eğitimi Dersine
girecektim. Evet yanlış okumuyorsunuz Beden Eğitimi dersine de girecektim. O
zamanki Okul Müdürüne ’ Hocam benim ayağım sakat, Beden Eğitimi Dersine
giremem, Öğrenci iken bile Beden Eğitimi Dersine girmedim ben ’ dediysem de
Müdür Bey ’ Ayağınızın sakat olması Beden Eğitimi Dersine girmenize engel değildir
. Gerekirse 2. Dönem sizden alırız ama şimdilik devam edeceksiniz’ deyince ’
Tamam madem ’ dedim ve uzatmadım. Alt tarafı çocukların eline bir top verip
bahçeye salacaktım. Diğerlerinin yaptığı gibi....Ama Aklıma Aziz Nesin’in ’ Yaşar-
Yaşamaz’ı’ gelmişti. Öğretmen olmak istiyorsun ’ Olmaz sakatsın ’ , ’ Sakatım
Beden Eğitimi dersine giremem ’ diyorsun , ’ Olmaz sağlamsın ’
Kısa süre otelde kaldıktan sonra bir kerpiç gecekondu bulduk kiralık. Toplam
bir kilim, bir yer yatağı, tüplü ocak, çaydanlık ve demlik,bir tel dolap, İki
tencere ve bir kaç çatal, kaşıktan ibaret olan eşyamı eve attık...Haa bir de
ütü. O, hayati öneme haiz..
Komşum Mehmet Abi ve Eşi Emine abla , az zamanda eksik bazı eşyamı da kendi
eskileriyle tamamlamaya çalıştılar. Bayağı bayağı bir komprador evi(!) olmuştu
evim. Ama yalnızlık koyuyordu hani.
Eve iyice yerleştikten sonra gördüm ki yalnız değilim. Öce sivri sinekler ’ Hoşgeldin.
Bir kanını içmeye gelmiştik ’ dediler. Onlara Sami kanı çaylar demledim. Doya
doya içtiler. Misafirlik aslında bir gün olur ama onlar her gün arz-ı endam
etiler sağolsunlar. Sonunda baktım çok yüzsüzler Önce camlara tel örgü
koydurdum. Sonra da bir cibindirik ( Cibinlik değil- cibindirik...Manavgatlılar
öyle diyor ) yaptırarak bu yılışık misafirlerden kurtulmaya çalıştım. Ama baktım
ki evde benden başkaları da var. Kira mira vermeden yatıp kalkıyorlar....
Bu diğer dostların adı fareymiş. Büyük çoğunluğu fındık cinsi olmakla beraber
tarla cinsi de var. Tarla Cinslerini sevemedim. Ama fındık cinsleri çok
sevimli. Boncuk gözleri, minicik burunları, titrek bıyıkları ve sevimli
kuyruklarıyla ’ Abi hoş geldin, nasılsın, peynir var mı peynir?’ dediler önce..(Ayyy
Canlarım benim. İnsan ’ Al da ye ’ diyor).... Ben de ’ Peynir size kurban olsun
ne demek’ diyerekten tel dolaptaki peynirden bir parça önlerine koydum. Kemal-i
afiyetle yediler.
Farelerle kısa sürede çok samimi olduk. Artık deliklerinden burunlarını çıkarıp
çıkarıp kaçmıyorlar.daha yakınıma sokuluyorlar...daha....daha...çok daha
Bir gece yatarken baktım yine tıpırdıyorlar.
- Heeeyyyy uyuyacağım. Sessiz olun bakayım
- Abi korkulu rüya gördüm bu gece senin koynunda yatabilir miyim?
- Olmaz. bak kocaman tarla faresi oldun neredeyse. Hadi yatağına bakalım.Korkacak
ne var? Bak ben de buradayım nasılsa.
Sesler kesildi. Uykuya dalmıştım ki önce elimin parmağını ısırdı usulca...
- Boncuuukkk abicim bak ayıp oluyor ama
Sonra saçlarımdan çekiştirdi dişleriyle
- Boncuk dedim di mi ama? Hadi yatağına. Kızacağım yoksa.
Yorganı Tamamen her tarafıma sardım. Artık hiç bir şekilde koynuma girmesi
mümkün değil. ’ sizi gidi sevimli yaramazlar siziiiii ’
Ertesi Güm Mehmet Abinin kapısın çaldım sabahın köründe. Onlar çiftçi oldukları
için çoktan uyanmışlardı.
- Oooo buyur hoca, gel içeri kahvaltı yapalım.
Hiç buyurmaz mıyım? Mehmet Abi’nin her ’ Buyur hoca’sı bir ziyafet.
Kahvaltı bittikten sonra:
- Abi ben aslında buraya hayırlı bir iş için gelmiştim
Mehmet abi ve Emine Abla birbirlerine baktılar. Bir oğulları vardı Mustafa ( Ki
o benim öğrencim ) Bir de Zeynep’leri vardı ki o da henüz kundakta 4 aylık...
- Abi ben sizin kıza talibim.
- Hoca bak seni severim ama bizim buralarda, sizin memleket gibi beşik kertmesi
adeti yoktur. Hem Zeynebi kimle kertmeyi düşündün?
- Ya abi Ne Zeynebi ben öteki kızınıza Allah’ın emri peygamberin kavliyle
talibim.
- Ya hoca ne kızı? Bizim başka kızımız var da bizim mi habarımız yok?
- Yav var ya şu sizin emektar Tekirin büyük kızı Sarman. İşte ona talibim.
Mehmet abi ve Emine abla gülmekten yerlerde yatıyorlar.
- Allah seni davul ede e mi hoca? Ben de ne sandım. Verdim gitti.
Hemen orada Mustafa, Zeynep ve Emine ablanın şahitliği Mehmet abinin memurluğu
ile Sarman’ı kendime eş olarak aldım ve pembe pancurlu olmasa da mes’ut ve
bahtiyar yuvamıza naklettim.
Boncuk ve diğer dostlarım, üzerlerine gelen bu kumadan hiç mi hoşlanmadılar. Kısa
süre içinde baktım ortalardan kayboldular. Adam akıllı küstüler galiba? Tek
anlayamadığım şey onlar azaldıkça Sarman’ın şişmanlamasıydı. Buna hiç anlam
veremedim. Hâla düşünür dururum fareler eksildikçe Sarman niçin şişmanlıyordu diye?
Ne alaka olabilirdi ki
(
Fareli Köyün Sami’si--- 2. Bölüm başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
7.02.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.