Ya Nasip

ÖYKÜNÜN ÖYKÜSÜ: Yukarıdaki resmi bir öğrencim olan Emine Çakır
Altın’ın Face book sayfasında gördüm. Kızım ( Tüm öğrencilerim ya oğlum ya
kızımdır) Şöyle yazmıştı: MEZAR TAŞINDA BİLE ADIMIZIN YAZMASI NASİP
MESELESİ!!!) Yüreğim cız etti. Sonrasında işte böyle bir öyküye dönüştü bu
resim.
---------------------------------------------------
Şermin Hanım o gün yatağından oldukça keyifsiz bir şekilde kalktı.
Oğullarına ve kızlarına defalarca çok hasta olduğunu söylese de gerek
damatları, gerekse gelinleri ‘’ Naz yapıyorsun, sen hepimizi gömersin’’ Diyerek
aldırış etmiyorlardı onun hastalığına. O değil de üç beş kuruş birikimi olmasa
bu hayırsızlar ona doğru dürüst bir mezar bile yaptırmazlardı. Oysa Şermin
Hanım oldukça zengindi ve elbette ki mezarı da çok görkemli olmalıydı.
Evet..Zengin ve yaşlı bir kadın olan Şermin Hanım oflaya puflaya
telefonun yanına kadar gidip taksi durağının numarasını çevirdi.
Beş dakika bile sürmemişti taksinin gelmesi. ‘’ Nereye?’’ Diye soran
şoföre.’’ Mezarlıklar Müdürlüğüne’’ Diye cevap verdiğinde şoför gülmemek için
zor tuttu kendisini. İçinden ‘’ Gideceği yeri ne de güzel biliyor. Başka bir
yer paklamaz zaten bu moruğu.’’ Diye düşündü. Öte taraftan Mezarlıklar
Müdürlüğü bayağı uzak olduğuna göre nereden bakarsan bak en az elli kağıt
cukkadaydı. (Bugünün bin beş yüz- iki bin
lirası)
Keyifle gaz pedalına abandı.
Şermin Hanım telaşlandı.
-Yavaş evlat. Az yavaş lütfen. Kendime bir mezar yeri satın almadan
öldürme beni.
Şoför pek umursamasa da laf olsun diye sordu.
-Kendinize mezar yeri mi alacaksınız hanım teyze?
Şermin Hanım cevap verdi:
-Evet. Hem mezar yeri alacağım, hem de mezarımın nasıl olması gerektiği
konusunda talimat vereceğim.
Çok da uzun sürmeyen bir yolculuktan sonra Mezarlıklar Müdürlüğüne
geldiler. Şermin Hanım Şoföre ‘’Sen bekle. Ücretin neyse ödeyeceğim merak etme.
Dönüşte buradan taksi bulmak zor olur.’’ Deyince şoför kelepir bulmuş Yahudi
gibi ellerini ovuşturarak ‘’ Emrin olur hanım teyze ‘’ dedi.
Şermin Hanım içeri girdi ve yetkili vatandaşa isteğini açıkladı. Yetkili
şahıs karşısındakinin yağlı bir kuyruk olduğunu anlamakta gecikmedi. İşte böyle
yağlı kuyruklar her zaman için yolunmaya aday kaz gibi görünürdü yetkilinin
gözüne.
-Ah hanım ablam ah. Öyle istediğiniz gibi ağaçların gölgesinde, kuş
sesleri ve çiçek rayihalarının insanı mest ettiği bir mezar yeri bulmak o kadar
zor ki. Üstelik de siz ayrıca bayağı bayağı geniş ve lüks bir mezarlık
istiyorsunuz. Mümkün değil. Bu mezarlık tıklım tıklım dolu. Haa şehrin
dışındaki mezarlık derseniz bir şeyler ayarlarım ama bahsettiğiniz bu
mezarlıkta nâ mümkün.
Şermin Hanım düşündü. Şehrin içindeki bu mezarlığa bile o hayırsız
evlatlar ya gelir ya gelmezdi. Şehrin dışındaki mezarlığa gömülse kesinlikle
uğrayan olmazdı. Oysa oldukça bol Fatiha’ya ihtiyacı vardı. Hele de az sonra
yapacağı şeyden sonra...
Yapabileceği tek bir şey vardı o da paranın ucunu göstermek. İçinden ‘’
Allah’ım günah yazma’’ dedikten sonra yetkiliye:
-Bakın ne diyeceğim efendi oğlum. Şimdi sen benim şu minik hediyemi
kabul buyuruyorsun, sonra da bana şehrin göbeğindeki mezarlıktan, tam da benim
tarif ettiğim gibi bir mezar yeri ayarlıyorsun. Ha, bunu bir başka mezarı
kaldırarak mı yaparsın yoksa mezarlığın duvarını yıkıp ana caddeden benim mezar
yerim kadarını mezarlığa mı katarsın orası senin marifetine kalmış. Ama bana
mutlaka buradan bir yer ayarlıyorsun tamam mı?
Elbette ki tamamdı. Tamam olmasına tamamdı ama öyle üç beş yüz liraya
olacak iş değildi bu. Eh zaten Şermin Hanım da üç beş yüz lira gibi rakamları
telaffuz bile etmezdi.
Al takke ver külah derken hem mezarlığın yeri, hem de o yere nasıl bir
mezar kondurulacağı tespit edilmişti. Yapılacak mezar kesinlikle dört sütun
üstünde kubbesi olan ve kan renkli Elazığ mermerinden yapılacaktı.
Mezarlıklar Müdürlüğündeki etkili ve yetkili şahıs. Kapısında ‘’ Her
nefs mutlaka ölümü tadacaktır.’’ Yazılı kapıdan Şermin Hanım’ı uğurlarken asla
ve asla öteki aleme götüremeyeceği paralar cebinde bir hayli büyük bir kabartı
oluşturmuştu.
Aynı kapı önünde bekleyen taksi şoförü de ‘’ Morukta çarık sağlam. İki
misli fiyat çekeyim şuna. Böylelerine komaz’’ın hesabını yapmaktaydı. Ayrıca bu
moruk daha çok gelip giderdi buraya. O halde bu yağlı işi başkalarına
kaptırmamalıydı. Hemen atıldı.
- İşlerinizi hallettiniz mi muhterem efendim?
Paranın kokusu şoförü de tellak kesesinden geçmiş kalem efendisi gibi
yumuşacık biri yapıvermişti.
Şermin Hanım şofördeki bu ani değişimi fark etse de üzerinde durmadı.
Nezaketle cevap verdi.
-Hallettim evladım. Teşekkür ederim.
Şoför devam etti:
-Muhterem efendim. Müsaade buyurursanız bir teklifim olacak size.
Sanırım siz bu mezarı yaptırmak ve yapım işlerini denetlemek için buraya sık
sık geleceksiniz. Diyorum ki, size telefonumu vereyim. Direkt beni arayın.
İnanın o an yolcum olsa bile bırakıp anında emrinize amade olurum. Böylece
vakit kaybetmemiş olursunuz. Ha, ne dersiniz?
Şermin Hanım ‘’ Olur’’ dedi ve adı Fırtına Tayfun olan şoförün telefon
numarasını kendi akıllı telefonuna kaydetti.
Fırtına Tayfun bir kez daha ovuşturdu ellerini.
Daha sonraki günlerde Fırtına Tayfun o mezarlığa bir hayli sefer yaptı
Şermin Hanımla birlikte.
*****
Şermin Hanım’ın neredeyse Tac Mahal ile yarışacak görkemdeki kabrinin
inşasının bitmek üzere olduğu günlerde şehrin dışındaki mezarlıkta da hummalı
bir çalışma ve aynı zamanda tartışma vardı.
Yetmiş beş yaşında olmasına karşın oldukça sağlıklı bir insan olan Hacı
Sıtkı Efendi kendi mezarını yaptırıyordu. Oğulları, kızları, damatları,
gelinleri ise onunla tartışıyorlardı. ‘’ Niye biz ölmüş müyüz? Allah geçinden
versin, sen ölürsen bir mezar yaptıramıyor muyuz da sen hayattayken kendi
mezarını yaptırıyorsun?’’ Diye Hacı Sıtkı Efendi’ye sitem ediyorlardı.
Hacı Sıtkı Efendi oldukça ince düşünceli bir insandı. Kendi öz
evlatlarına bile sıkıntı olmak istemezdi. O bakımdan ölmeden önce mezar yerini
almış, mezarının hazırlığı işlerine başlamıştı.
Evlatlarının sitemleri üzerine şöyle dedi:
‘’ Evlatlarım! Ben sadece bir mezar yaptırıyorum. İçinde kimin yatacağı
belli olmaz. Ya Nasip. O bakımdan mezar taşına isim yazdırmıyorum. Her hangi
bir tarih de yazdırmıyorum. Sadece ‘’ Hüvelbaki’’ Yazdıracağım. İçimizden kim
herkesten önce ölürse onu buraya defnedersiniz. Allahu alem ben hepinizden önce
giderim. Yine de ya nasip.
Mezar taşının üzerine herhangi bir isim yazılmadığı için Hacı Sıtkı
Efendinin evlatları, gelin ve damatları fazla itiraz etmediler. Yani neticede
hiç kimse ‘’ Hacı Sıtkı, evlatlarına güvenmediği için kendi mezarını kendi
yaptırmış’’ Diye dedikodu yapamayacaktı. Çünkü mezar taşında bir isim yoktu.
Neticede şehrin tamamen dışındaki bir mezarlıkta da henüz hayatta olan
bir insan, öncelikle kendisi için bir mezar yaptırmıştı. Tabii ki Şermin
Hanım’ın yaptırdığı mezar yanında Hacı Sıtkı Efendininki gökdelen yanındaki
gecekondu gibi bir şeydi.
Şermin Hanım ve Hacı Sıtkı Efendi mezarlarını yaptıralı bir kaç ay
olmuştu. İlle velakin bırakın ölmeyi sanki her ikisi de gençlik iksiri almışlar
gibi daha diri, daha enerjik, daha ağrısız sızısız insanlar haline geldiler.
Şermin Hanım’ın mezar taşında ismi yazılı olduğu için o mezara sülaleden bir
başkasının gömülmesi mümkün olmasa da sülaleden de ölen filan yoktu. Hacı Sıtkı
ailesinden de ölen yoktu. Boş mezar, isimsiz mezar taşıyla birlikte içinde
yatacak olan Hacı Sıtkı ya da ailesinden birini bekliyordu.
Bir kaç ay daha geçti.
Ağustos ayının en sıcak günleri yaşanmaktaydı. Aslında o yöre için
Ağustos ayı bolluk ve bereket ayıydı. Ancak aynı zamanda felaket ayıydı. Çünkü
her sene mutlaka bir kaç çocuk, bazen küçükbaş hayvanlar, hatta büyükbaş
hayvanlar bile derin sulama kanallarına düşerler ve maalesef çoğu
kurtarılamadan bu dünyayı terk ederdi. O bakımdan özellikle küçük çocukları
olup sulama kanalları çevresinde oturanlar yaz aylarında devamlı teyakkuz
durumundaydılar.
Ah...Ah... O yörelerde ( Özellikle Adana, Mersin, Antalya, Muğla vb.)
yaşayan bilir. Bazen sıcaklık ve nem o derece yükselir, o anda kanaldaki su
size öylesine bir ‘’ Haydi atla, ne duruyorsun’’ der ki, tepenize tepenize
çakılmış olan güneşin artık hiç bir şey düşünemeyecek hale getirdiği beyniniz
otomatik olarak kendini kanalın soğuk sularına bırakır.
Sonrası?
İyi bir yüzücüyseniz ne âla, değilseniz müstakbel bir rahmetli adayı
olursunuz. Hatta bazen iyi bir yüzücü olmak da yetmez.
Evet..Sıcak ve nem delirtir insanları. Çocuklar dinlemez anayı babayı.
Gençler zaten o kanallarda olgunlaşır hep. Kızlar ve kadınlar gündüzleri
girmeseler de akşamları onlar da kaçamak yaparlar tüm uyarılara rağmen.
İşte o Ağustos ayı da öylesine sıcak ve nemliydi.
Akşam namazı için hazırlanan Hacı Sıtkı Efendi bahçede ekmek pişirme
işlerinin sonuna gelmiş olan gelinlerine sevgi ile baktı. Bahçe kapısı
sürgülenmiş, tüm çocuklar içeri alınmıştı. Gözleri ile saymaya başladı: Hasan,
Sait, Süleyman, Mehmet, Furkan, Rıza, Asiye, Meryem, Hatice, Rukiye.... Rıdvan?
Rıdvan yoktu. Heyecanla bağırdı:
-Rıdvan nerede?
Gelini Sümeyra kafasını kaldırdı. Etrafına baktı. Rıdvan yoktu
ortalıkta. Bir hayli seslendiler ‘’Rıdvan, Rıdvan’’ Diye ama yoktu Rıdvan.
Hacı Sıtkı, oğulları ve gelinlerine verdi veriştirdi. Herkesi bir telaş
sarmıştı. Konu komşuya soruldu, onların da bir haberi yoktu Rıdvan’dan.
Sümeyra ağlamaya başladı. Çünkü Rıdvan’ın olabileceği tek yer kanalın
dibiydi.
Hacı Sıtkı daha bir şey demeden oğullarının hepsi kanala daldılar.
Ellerinde uzun sırıklarla kanalın yosunları arasında Rıdvan’ın cesedini aramaya
başladılar. Her nedense hiç kimsenin aklına Rıdvan’ın o kanalda olmayabileceği
ihtimali gelmiyordu. Çünkü özellikle bu aylarda ne zaman bir çocuk ya da
herhangi bir canlı kaybolsa mutlaka kanalın dibinden çıkıyordu.
On beş dakikalık bir arayıştan sonra Hacı Sıtkı’nın oğullarından Ömer
Faruk heyecanla bağırdı.
-Baba burada galiba. Sırığım bir şeylere değdi.
Sümeyra bayıldı. Hacı Sıtkı ‘’ Vay benim ceylan gözlü Rıdvan’ım’’ Diye
ağlamaya başladı.’ Ya nasip’’ dediği mezara ailenin en küçüğünü mü yatıracaktı?
Tüm hazırlıklar- farkında olmadan- Rıdvan için miydi yani? Bu nasıl acı bir
kaderdi böyle. Konu komşu, hısım, akraba ağıtlara, zılgıtlara başlarken Hacı
Sıtkı’nın tüm oğulları ile birlikte komşu gençler de kanala girip Ömer Faruk’un
işaret ettiği yere dalış yaptılar. Evet..Gerçekten de o noktada bir şey vardı.
Mahalle gençlerinden Salih ‘’ Hacı Amca ! Kolunu yakaladım’’ Dediği anda
minik bir el Hacı Sıtkı’nın omuzuna dokundu.
‘’ Dede ne olmuş. Suya düşen mi var?’’
Gerek Hacı Sıtkı Efendi, gerekse Kanaldaki insanlar hayretle Hacı Sıtkı
Efendinin yanındakine baktılar. Bu Rıdvan’ın ta kendisiydi.
Babası Ömer Faruk öfkeyle bağırdı.
-Ulan piç kurusu. Neredeydin sen? Yüreğimiz ağzımıza geldi.
Korku ve paniğin yerini sevinç almıştı. Herkes yavaş yavaş sudan çıkmaya
başladı. Salih hariç.
Salih heyecanla bağırdı.
-Heeeeyyy.Nereye gidiyorsunuz? Burada biri var. Şu anda elini yakalamış
vaziyetteyim.
Kanaldan çıkanlar tekrar kanala girdiler ve suya daldılar.
Beş dakika sonra Hacı Sıtkı Efendinin oğulları ve mahallenin diğer
gençleri kanaldan yaşlı bir kadının cesedini çıkardılar.
Jandarma gelene kadar tüm mahalle kanaldan çıkan kadın cesedinin kim
olduğunu sordu birbirine. O mahalleden ya da o çevreden olmadığı besbelliydi.
Herkes onu hayatında ilk kez görüyordu.
Kıyafetlerinden sosyetik bir kadın
olduğu belliydi. İyi de
sosyetik bir kadının bu
varoş semtte ne
işi vardı?
Sonra ceset morga, oradan da otopsiye gönderildi. Kanala nasıl düştüğü
asla tespit edilemediği gibi şehrin bu kesimine niçin geldiği de asla
öğrenilemedi.. Dahası kim olduğu hakkında da bir fikri yoktu hiç kimsenin. Uzun
süre cenazeyi almaya gelen olmadı. Hacı Sıtkı Efendi sık sık gerek hastaneye,
gerek adliyeye ‘’ Kadının sahibi bulundu mu?’’ Diye sorsa da her seferinde ‘’
Hayır cevabını aldı. Sonunda kadını kimsesizler mezarlığına gömmeye karar
verdiler. Ancak Hacı Sıtkı ‘’ madem buralarda öldü o halde bizim mezarlığa
gömülmeli. O artık bizden biri’’ dedi. Belediyenin de canına minnetti zaten.
Neticede Hacı Sıtkı kendisi için yaptırdığı kabre Şermin Hanım’ı yatırdı.
-Şermin Hanım’ın kabri ne oldu peki?
+ Yıllar sonra kızı Nermin’i yatırdılar o mezara. Şermin Hanım’ın izine
asla rastlayamadılar.
-Dur şimdi dur...Bu kadar zengin ve ünlü birini bir tek tanıyan çıkmadı
mı yani?
+Ben zengin dedim. Ünlü olduğunu söylemedim ki.
-Oğlu,kızı, konusu, komşusu, hiç mi merak eden, arayan, soranı olmamış?
Kusura bakma ama fena sallamışsın Sami Hoca.
+Valla hikaye belki de böyle değil ama neticede bir kadın, bir kanala
düşmüş ve boğularak ölmüş mü? Ölmüş. Bu kadının adı soyadı, kimliği tespit
edilmiş mi? Edilememiş. Kanalda bulunan bu kadın için vatandaşın biri bir mezar
yaptırıp mezar taşına da ‘’ Su kanalında bulunan bayan- Ruhuna Fatiha ‘’
yazdırmış mı? Yazdırmış. Gerisi teferruat. Hem konumuz neydi?
-Neydi?
‘’Ya Nasip’’ di değil mi? O suda bulunan kadın kim bilir kimdi? Ama
sanırım yaşarken aklının ucundan bile geçmezdi bir gün mezar taşında ismi bile
olmayan ve kendisi ile hiç alakası olmayan bir kişi ya da kişiler tarafından
mezarının yaptırılacağı. Yani senaryonun aslı ne olursa olsun değişmeyen bir
şey var: Mezar taşınıza isminizin yazılabilmesi bile nasip işi.
(
Ya Nasip başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
21.02.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.