Gerilim,dehşet, Vahşet, Hüzün, Aşk Ve Komedi. 5. Bölüm.

GERİLİM,DEHŞET, VAHŞET, HÜZÜN, AŞK VE KOMEDİ. 5. BÖLÜM.
Yine böyle bol güneşli bir gündü.
Şayeste, önce İlkay Buharalı'ya, sonra Zahide Yetiş'e, sonra Didem Aslan'a, daha da sonra Esra Erol'a ve en son olarak Müge Anlı'nın programına çıkarak kendisine '' Ne olur dön bana '' diye yalvarmalarım ve Müge Anlı'nın '' Ablacığım ! Allah rızası için şu herifle son bir kez buluş. Adam programı Ağlama Duvarına çevirdi. Diye yalvarması üzerine insafa gelmiş ve son bir kez görüşmek üzere bizim mahalle camiinin çay ocağında buluşmuştuk.
Tabii merak eden olur '' Neden bir kafede değil de caminin çay ocağında?
Bunun üç sebebi vardı? 1- Bizim caminin çay ocağını işleten Hüseyin abi o kadar güzel ''Çaylarrrr'' Diyordu ki. O sesi duymak için Avrupa yakasından bile bizim caminin çay ocağına çay içmeye gelen oluyordu. 2- Bizim caminin çay ocağında karbonatsız çay içmek mümkündü. 3- Devir hesap devriydi. Kafelerde bir çaya 20 Tl bayılacağıma burada 2 Tl'ye mis gibi çay içmek mümkündü.
Beklenen saatte Şayeste çay ocağına geldi. Onun gelmesiyle birlikte de bir anda caminin önce çay ocağı, sonra bahçesi, caminin içi, kubbeleri, minarelerin şerefeleri, hınca hınç insan doldu. Öyle ki musalla taşındaki tabut bile caminin bitişiğindeki oto yıkamacıya bırakıldı emaneten, musalla taşının üstünden Şayeste ve beni seyretmek isteyen meraklılar tarafından.
''Belim agrir'' diye Cuma namazlarına dahi gelmeyen 80'lik Durmuş Dede bile koşa koşa gelmişti her Allah'ın günü televizyonda gördükleri ve mahallelerinin kızı olan Şayeste'yi görmek için.
Şayeste aslında gurur duyulacak bir şey yapmamıştı. Netice itibariyle '' Bu yoksul hayattan bıktım Sami. Gel ayrılalım. Belki birimiz kurtuluruz.'' demişti ama herkes ona tezahürat yapıyordu '' Türkiye seninle gurur duyuyor.'' Diye
O zaman merakla sormuştum.
-Sami kim? Bana niçin Sami dedin?
- Ah pardon, dilim sürçtü. Talat diyecektim.
-Hayatında Sami diye biri mi var?
Şayeste daha var ya da yok demeden Mahallemizin haber ajansı Zarife Kadın atılmıştı.
-Kız ne korkuyorsun? Varsa var de. Talat sana hiç bir şey yapamaz korkma. Arkanda biz varız.
Terk edilen ben olduğum halde mahalleli komple Şayeste'yi destekliyor hatta '' Şayeste sen bizim her şeyimizsin'' Diye alkışlıyorlardı.
Bu arada çaycı Hüseyin '' Ulan keşke her gün gelse bu Şayeste. Birkaç gün böyle hasılat yapsam en fazla bir haftada Kuşadası'nda bir yazlık alırım kendime'' diye düşünüyordu.
İkindi ezanı okununcaya kadar dil döktüm Şayeste'ye fakat nafileydi. Nuh diyordu da Nuh'un Ankara Makarnası demiyordu. Neymiş efendim İtalyan Spagettisi De Cecco Gnocchi varken kim bakarmış Nuh'un Ankara makarnasına.
Yok yok, çok değişmişti Şayeste. Artık ne yerliydi ne de Milli. Ama? Ama hâlâ onu manyakça bir aşkla seviyordum. Bu öylesine bir aşktı ki o uzun konuşmamızda ayrıca Afyon sucuğuna, Kayseri cıvıklısına, Yozgat Arabaşısına, Erzurum ketesine, Elazığ etsiz çiğ köftesine, Urfa etli çiğ köftesine hatta Kars kaşarına bile dil uzattığı halde cılız bir iki itiraz dışında itiraz edememiştim. Oysa başkası olsa kesin dilini kökünden koparırdım.
Şayeste, mahallelinin kendisine gösterdiği ilgiden memnundu ama bu uzun konuşmadan sıkılmıştı artık. Çünkü dön dolaş aynı şeyleri konuşuyorduk: Ben ısrarla '' Misafir ol gel bana / Börekler açayım sana.'' Diyordum o ise '' Formumu korumam gerekiyor. Ben artık un, şeker ve tuzdan uzak duruyorum'' diyordu. Yani tamamen ayrı dünyaların insanları olmuştuk. Ama yine de ona aşıktım.
Onu tekrar eski günlerimize döndürmek için son bir hamle olarak '' Tamam Şayeste. Senin dediğin gibi olsun. Menemene soğan katılmayacağını bile kabul ediyorum. Yeter ki tekrar bana dön'' demem bile bir işe yaramamıştı.
Şayeste onuncu bardak çayını da içtikten sonra yavaşça kalktı yerinden.
- Benim çişim geldi. Şimdi tuvalete gidiyorum, sonra da buradan gideceğim.
-Yani beni burada sap gibi bırakıp gideceksin ha? Bir şans daha vermeyeceksin yani?
--Boşandık artık Sami. Pardon, Talat diyecektim…Bunu senin o eşek kafana daha nasıl sokayım? Bırak artık beni. Git kendi hayatını yaşa. Kendine başka sevebileceğin kadınlar bul.
Bana bir kez daha Sami demesinden fena halde gıcık kapsam da son bir umutla haykırdım:
-Ama Şayesteciğim.
Öfkeyle ayağını yere vurdu.
-Ben nereden senin Şayesteciğin oluyorum manyak herif.
Mahallelinin '' Fincanı taştan oyarlar, Talat'a böyle kıyarlar '' tezarühatlarıyla birlikte tepemden aşağı kaynar sular boşalırken Şayeste artık gözüme Korku Tanrıçası Medusa gibi görünüyordu. Böyle bir varlığın bu dünyada işi yoktu. Ölümü çoktan hakkediyordu.
Şayeste'nin kalkmasıyla birlikte cami yavaş yavaş boşalmaya başladı. Oysa Müeezzin yırtınıp duruyordu '' Hayyaelasselah' yani ''Haydi namaza'' diye.
Az önce cami avlusunu dolduran onca insandan sadece beşi namaz kılmak üzere camiye yönelirken diğerleri evlerinin ya da mahalle kahvesinin yolunu tutmuşlardı. Çünkü her birisinin yapılacak çok işi vardı: Sosyal medyada önce bu olayı tüm takipçilerine duyurmak, ardından yorumlar yapmak ve yapılan yorumlara cevap vermek.
Beş dakika demedi çay ocağı da tamamen boşaldı. Koskoca ocakta Çaycı Hüseyin, ben ve sarışın bir kadın kalmıştık.
Sarışın kadın yavaşça yanıma yaklaştı ve kulağıma eğildi.
-Aklını başına topla! Kusursuz cinayet yoktur.
Kadına dikkatle bakınca tanıdım. Yanıt adlı dizi filmde her bölümde tekrarlardı bu sözü Sevinç Dedesoy adlı adlî tıp profesörü.
- Kusursuz cinayet yok mudur? Cinayet işleyeceğimi de nereden çıkardınız?
-Ben anlarım. Bu saçları kuaförde sarartmadım ben.
-Demek kusursuz cinayet yoktur ha?
-Aynen. Caninin feriştahı olsan da mutlaka bir açık verirsin.
-O kadar iddialısınız yani. O halde var mısınız iddiaya?
-Varım tabii ki.
-Nesine?
- Kusursuz bir cinayet işleyebilirsiniz müteveffanın tüm cenaze masrafları, defni, taziye yemeği, hatta Afyon kırmızı mermerinden mezarı benden.
-Eee bundan benim kazancım ne olacak?
-Hımmm. Önemli bir soru. Eğer böyle bir cinayet işleyebilirseniz televizyonda '' Kusursuz cinayet yoktur deyip duruyordum ama varmış. Talat Berberoğulları adlı vatandaşımız, eski eşi Şayeste Değirmenci'yi kusursuz bir cinayetle öteki aleme gönderdi'' Diye reklamını yapacağım. Böylece dünyanın bir numaralı katili olacaksınız ve tüm mafya babaları, hatta gizli servisleri sizin kapınızı aşındıracaklar '' Gel bize çalış'' diye. Böylece paraya para demezsiniz.
-İyi de siz benim kusursuz bir cinayet işlediğimi televizyondan tüm dünyaya ilan ederseniz beni yakalayıp hapse atmazlar mı?
-Aman be Talat Bey. Düşündüğünüz şeye bakın. En fazla iki gün yatarsınız. Sonra adlı kontrol şartıyla serbest bırakılırsınız. Şimdilerde hep böyle olmuyor mu?
-Çok doğru. Valla aklıma yattı bu iş. Peki bu cinayeti kusursuz bir şekilde işleyemezsem? O takdirde siz ne istiyorsunuz?
-Taksim Meydanında ''Sevinç Hoca haklıymış, kusursuz cinayet yokmuş. Kadın boşuna konuşmuyor.'' Diye üç kez bağıracaksınız.
-Tamam anlaştık.
***
Bu sefer Başsavcı İlhan Kemal'in bağırmasıyla kendime geldim.
-Hoop, daldın gittin. Hayırdır?
-Hiç sorma birader.
-Hiç sorma olur mu? Burası sorgu odası. Soracağım elbette. Cinayeti üzerine yıkacağın bir başka başsavcı kalmadıysa konuş bakalım. Şayeste Hanımı niçin ve nasıl öldürdün?
-Sizlere kaç defa söyleyeceğim sayın başsavcım? Şayeste'yi ben öldürmedim.
Şimdi siz '' Kesin Talat öldürmüştür. Baksana adam iddiaya bile girmiş '' Diye düşünüyorsunuzdur mutlaka.
O zaman biraz daha sabır. Bakalım o mu öldürmüş? Öldürmüşse nasıl öldürmüş?
(
Gerilim,dehşet, Vahşet, Hüzün, Aşk Ve Komedi. 5. Bölüm. başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
18.01.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.