GERİLİM,DEHŞET, VAHŞET, HÜZÜN, AŞK VE KOMEDİ. 6. BÖLÜM.
Başkomiser Sipahi de lafa girdi.
-Demek Şayeste Hanımı sen öldürmedin? O zaman söyle bakalım, üç ay önce Prof Dr. Sevinç Hanımla, Şayesteyi kusursuz bir cinayetle öldüreceğine dair iddiaya giren kimdi?
Hayretten küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Bu iddiayı nereden bilebilirlerdi ki?
-Siz... Siz bunu nereden biliyorsunuz? Bu da mı gizli kamera?
-Yok, bu gizli kamera filan değil. Başsavcım İlhan Kemal Beyle kafede neskafe yudumlarken televizyonda gördük.
-Ne gördünüz?
-Adlî Tıp uzmanı Prof Dr. Sevinç Dedesoy, senin ikiniz arasında cereyan eden bir iddialaşmanın neticesinde Şayeste Hanım'ı kusursuz bir cinayetle öteki aleme gönderdiğini anlattı. Yaklaşık üç ay önceye ait bir tv programının tekrarıymış seyrettiğimiz ama biz daha yeni gördük, duyduk.
-Hay Allah. O bile cinayeti benim işlediğimi düşünmüş ha? Öyle düşündüğü için de verdiği sözü yerine getirmiş ve benim kusursuz bir cinayet işlediğimi tüm dünyaya ilan etmiş.
-Aynen öyle. Şimdi yapılacak tek şey, senin de işlediğin cinayeti itiraf etmen. İtiraf et de dosyayı kapatalım.
-İyi de cinayeti ben işlemedim ki?
Başsavcı İlhan Kemal İzmir gevreği gibi gevrek gevrek güldü.
-İnkarın faydası yok Talat Efendi. Tüm deliller aleyhine..
Allah Allah... Daha biraz önce canciğer kuzu sarması olduğum hatta acılı Adana ve künefe ısmarladığım Sezai tekrar mısır koçanını eline aldı ve bana pis pis bakarken başsavcı İlhan Kemal'e sordu:
-Başsavcım ! Gayrı mısır koçanının vakti gelmedi mi sizce de? Bana kalırsa klasik yöntemler her zaman kesin sonuca ulaştırır.
Başsavcı İlhan Kemal kafasını salladı.
-Evet Sezai. Öyle görünüyor. O mısır koçanını kafasına indir bu serserinin de aklı başına gelsin.
Sezai yine dehşet kahkahalarından birini saldı.
-Kafasına indirmek mi? Ha haa haaaa. Çok şakacısınız başsavcım.
-Ne şakası yahu? Başka ne şekilde kullanabilirsin ki bir mısır koçanını?
-Geç aynanın arkasına seyret o zaman. Ha ha haaa.
Eyvah ki eyvah... Başsavcı ve Sipahi, aynanın arkasına geçerken Sezai, elinde mısır koçanı olmak üzere bana iyice yaklaştı. Bir şeyler yapmalıydım. Hem de acilen bir şeyler yapmalıydım zira vaziyet vahimdi.
Can havliyle konuştum.
-Bir dakika. Çok önemli bir detayı atlıyorsunuz. Bu kusursuz cinayeti ben işlemiş olsam tüm mafya babaları, tüm gizli servisler bana iş vermek için kapımı aşındırırlardı değil mi? Oysa bakın siz cesedi daha yeni bulsanız da olayın üzerinden üç ay geçmiş olmasına rağmen ben hâlâ açlıktan nefesi kokan basit bir emekliyim.
Sezai, işaret parmağını dudaklarına değdirip sus işareti yaptıktan sonra konuştu.
-Burada siyaset yapılmaz beyefendi. Hem insan biraz şükretmeli değil mi? Ne demek açlıktan nefesi kokmak? Tanrımıza hamd olsun, Milletimiz var olsun. Afiyet olsun.
-Of be Sezai. Konumuz bu mu şimdi?
-Hakket konumuz neydi? Adamda kafa bırakmıyorsun ki.
-Diyorum ki eğer Şayeste'yi ben öldürmüş olsaydım şu anda benim de Los Angeles'teki villam yanmış kül olmuş olurdu. Oysa ben o şerefsiz, fırsat düşkünü ev sahibime hâlâ her ay 20.000 Tl kira ödüyorum. Hem de 1+1 bir daire için.
-Evet, olaya böyle baktığımızda haklı gibi görünüyorsun. İyi de sen değilsen kim olabilir ki? Neticede Şayeste Hanımı birileri öldürdü. Üstelik sizin iddianızı Sen ve Sevinç Hanım dışında bilen yoktu.
-Burayı anlayamadım komiserim. Bizim Sevinç Hanımla girdiğimiz iddiayı bilen bir başkası olsaydı ne olurdu ki?
-Sizin iddianızı bilen ve uzun zamandır Şayeste Hanım'ı öldürmeyi planlayan ama uygun zamanı ve zemini kollayan biri eğer sizin bu iddianızı duymuş olsaydı '' İşte tam sırası '' Diyerek Şayeste Hanım'ı öldürür, suçu da senin üzerine atardı.
Evet, Sezai bu sefer gerçekten oldukça mantıklı konuşuyordu. İyi de Sevinç Profesörle benim aramdaki iddiayı kim duymuş olabilirdi ki? Çay ocağı tamamen boşalmıştı onunla konuşurken. Tamamen baş başaydık.
Can havliyle içimden '' İyi düşün Talat. Yoksa bu Sezai'nin niyeti çok kötü'' dediğim anda beynimde bir şimşek çaktı adeta.
Evet yaaa. Sevinç Hanımla konuşurken çay ocağında biri daha vardı. Evet evet biri daha vardı ama?
İyi de o zavallı sinek öldürürken bile '' Bismillah '' diyen ardından da '' Estağfirullah, Estağfirullah, Estağfirullah, Estağfirullah ül azim ve etubu ileyh '' diyerek tövbe istiğfar eden dindar bir insandı. Üstelik de Şayeste'yi öldürmek için geçerli bir sebebi yoktu. Ya da öyle görünüyordu.
-Evet hatırladım. Biz iddiaya girerken Çaycı Hüseyin de oradaydı. Konuştuklarımızı duymuş olabilir.
-Lan oğlum, popon sıkıştıkça önümüze yepyeni ve tamamen alakasız katil adayları sürüp durma. Biz çaycı Hüseyin'i de sorguladık.
-Allah Allah. Demek ondan siz de şüphelendiniz?
-Evet, biz de şüphelendik. Çünkü sizin Şayeste'yle buluşmanızdan sonra birdenbire zengin bir adam olmuş bu Hüseyin.
-Hımmm. Mafya babaları ve gizli servisler Hüseyin'i kiralık katil olarak kullanmaya başlamışlar demek ki?
-Yok öyle değil. Hüseyin çay ocağının camlarına '' Şayeste bu çay ocağında on bardak çay içti.'' Diye yazınca artık Tekirdağ'dan Hakkari'ye kadar her yerden insanlarımız Hüseyin'in çay ocağına akın etmeye başlamışlar. Çaydan sadece 2 Tl alan Hüseyin çay ocağına giriş ücreti olarak 100 Tl almaya başlayınca bir anda köşeyi dönmüş.
-Allah Allah... Ulan bunu ben niye akıl etmedim ki? Neticede Şayeste benim eski eşimdi.
-Sende kafa olsa şimdi burada olmazdın zaten. Ha, bu arada Hüseyin'le ilgili bir şey daha öğrendik.
-Bak merak ettim şimdi. Ne öğrendiniz?
-Mahallenizde, hatta ilçede, Kurban Bayramlarında kurbanları hep bu Hüseyin kesermiş doğru mu?
-Evet komiserim, doğrudur. Yani adam kesme ve parçalama konusunda uzman.
-İyi de aynı zamanda adamı kan tutarmış. O sebeple de kurbanların gözlerini bağladıkları gibi Hüseyin'in de gözlerini bağlarlarmış kurbanı keserken ve parçalarken.
-Eeee?
-E si bir insan gözleri bağlı olarak bir başka insanı böyle parçalayamaz.
-Koskoca sığırı, tosunu gözleri bağlı parçalaması mantıklı ama Şayeste'yi parçalaması mantıksız yani.
-Aynen öyle. Hatta Prof. Rıfkı Parçapinçik de aynı şeyi söyledi.
-Parçapinçik... Aslında en büyük katil adayı o?
-Haydaaaa onu da nereden çıkarttın?
-Valla başlarda pek ihtimal vermiyordum ama meslektaşım ve branştaşım Aslan Hoca o kadar çok ısrar etti ki sonunda ben de inanmaya başladım.
-Bi dakka dur. Aslan mı dedin?
-Evet Aslan... Ormanda fazla telafat yaptığından Düzce İlimize sürmüşler. O gün bu gün Sürgün Adam diye dolaşıyor bu ilimizde.
Sezai, elindeki mısır koçanını masanın üzerine bırakarak yüzünü aynaya döndü ve ayna arkasındaki Sipahi ile İlhan Kemal'e seslendi.
-Sanırım gerçek katile iyice yaklaştık başsavcım, baş komiserim. Bir insanı bir aslandan başka kim böyle hiç bir kesici alet kullanmadan parçalayabilir ki?
Aynanın arkasından başsavcı İlhan Kemal adeta top gibi patladı.
-Sezai... Sezai... Görmüyor musun, o Sami denen yaşlı manyak seni manüple ediyor?
SAMİ- Manyak sana benzer.
İLHAN KEMAL- Gösteririm ben sana bir cumhuriyet başsavcısına manyak demeyi.
SAMİ- Caarrt kaba kağıt. Elinden geleni ardına koyma. Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın.
Başsavcı İlhan Kemal, daha sonra Sezai'yi sorgu odasından çıkarttı ve odaya başkomiser Sipahi girdi.
***
Sonra neler oldu?
Neler olmadı ki?
Gelecek son bölümde inşallah.