Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
Allâh Azze ve Celle’ye ne kader hamd ve şükür etsek azdır.
Bizleri en güzel bir yaratılışla yarattı ve rızıklandırıyor. İnsânların koyu bir câhiliyyeyi yaşadığı şu âhir zaman diliminde bizleri Müslümanlardan kıldı. Dîni’ni öğrenmekle şereflendirdi ve yaşamaya da muvaffak etti. Hamd olsun âlemlerin Rabbine. Şükürler olsun âlemleri Melikine…
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allâh’a mahsustur.” [En’âm: 6/1]
“Ey îmân edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O’na kulluk ediyorsanız, (sadece) Allâh’a şükredin.” [Bakara: 2/172]
Ve Rabbimiz Allâh Subhânehu ve Teâlâ bizlere nelerden râzı olduğunu ve de olmadığını âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed aleyhisselâm’a indirdiği Kur’ân ve Sünnet ile apaçık bir şekilde bildirmiştir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Helâk olacak kişi apaçık bir delîlden sonra helâk olsun, diri kalacak kişi apaçık bir delîlden sonra hayatta kalsın. Şüphesiz Allâh, gerçekten işitendir, bilendir.” [Enfâl: 8/42]
Bu sebeble menhec, Muhammed aleyhisselâm’ın yoludur. Düstur, Kur’ân ve Sünnet’tir. Hayat nizamı, şeriattır. Hedef, yeryüzünde dînin tamâmının Allâh’ın olmasıdır. İşte bunlar, İslâm’ın olmazsa olmazları ve sâbit ilkeleridir. Rabbimiz bizleri bunlardan ayırmasın. Canımızı Müslümanlardan olarak alsın. Allâhumme Âmîn.
Böyle bir giriş yaptıktan sonra:
Biliniz ve bildiriniz ki! Allanıp pullanan, ithal edilip ihraç edilmeye çalışılan demokrasi, çağımızın en büyük tâğûtudur. Çünkü çağdaş firavunlar hep bu sistemi kendilerine nizam kabul ederek Allâh’ın indirmediklerini düstur olarak karşımıza çıkarıyorlar. Demokrasi adına zehir saçarak konuşuyorlar. Demokrasinin güya sunduğu özgürlükler adına Müslüman coğrafyalarda nice zulümlere imza atıyorlar. Demokrasinin sözde getirisi olan çağdaşlık adına açılıp saçılıyorlar, fâizi ve kumarı yayıyorlar, zinâyı ve içkiyi ise “vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” diyerek başlarına taç ediyorlar… Allâh’ım rezalet üstüne rezalet. Sen şâhit ol ki bizler, biz Müslümanlar, onlardan ve yaptıklarından asla râzı değiliz.
Bugün demokrasinin havarileri ve belâmları, dün de yaptıkları gibi bu iğrenç sistemde rol alan sözde İslâmî partilerine kılıflar uydurmaya ve onu şirin göstermeye çalışıyorlar. Nasıl mı? “Kötünün iyisi” diyerek. Yani “ehven-i şer” diyorlar, demokrasiye tabi olarak seçime katılan ve iktidar olursa da demokrasi nizamı(!) ile yönetecek olan partileri için. Hasbunallah ve nî’mel vekîl…
Peki nedir bu ehven-i şer?
Ehven-i şer: “Tercih etmek mecburiyetinde kalınan zararlı iki şıktan birini seçmektir.”
Bu, fıkhî bir kuraldır. Kavâid olarak da bu toprakların adamlarından Cevdet Paşa ve yönetimindeki ekiple hazırlanan “Mecelle” kanunnâmesinde geçmektedir. Mecelle de geçen şu dört maddeyi mes’elenin anlaşılması için -inşeAllâh- açıklamak istiyorum:
Madde 21: “Zarûretler memnu olan şeyleri mubah kılar.”
Yani: Zarûretler/kendisinden başka çıkış yolu olmayan şeyler, dînimizde memnu/yasak ve haram olan şeyleri mubah/ruhsat/câiz kılar ve günahını düşürür.
Misâlen: İçki ve domuz bilindiği üzere haramdır. Ancak açlıktan dolayı ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalındığında başka bir içecek ve yiyecek de yoksa bunları yemenin günahı düşer. Çünkü böyle bir durumda kişi zarûretle yani kendisinden başka çıkış yolu olmayan bir şeyle karşı karşıya gelmiştir. Yemese ölecektir, yediğinde ise yaşayacaktır. Yemekten başka bir çaresi yoktur.
Madde 22: “Zarûretler kendi miktarlarınca takdir olunur.”
Yani: Zarûretler/kendisinden başka çıkış yolu olmayan şeyler, kendi miktarınca/zarûret olduğu kadar takdir/ruhsat olunur ve günahı kalkar.
Misâlen: Kadınların yabancı erkekler yanında tesettürsüz olmaları bilindiği üzere haramdır. Ancak zarûreten beyin ameliyatı olacak bir bayanın başını kadın cerrah bulmadığında erkek olan cerrahın yanında açması ve o cerrahın da bakması ruhsat olup, câizdir. Çünkü böyle bir durumda her iki taraf da zarûretle yani kendisinden başka çıkış yolu olmayan bir şeyle karşı karşıya gelmişlerdir. Ancak o bayanın zarûrî olmayan başından başka bir yerini kendisini ameliyat edecek cerraha göstermesi; o cerrahın da bakması câiz değildir. Buradaki zarûret, miktarınca sadece baş ile takdir olunur, onun dışına çıkamaz. Çıkması durumda ruhsat kalkar ve hüküm de aslına döner.
Madde 28: “İki fesâd tearuz ettikde ehaffı irtikâb ile azâmının çaresine bakılır.”
Yani: İki fesâd/bozuk olan ya da şerli şey tearuz ettikde/karşı karşıya geldiğinde ehaffı/daha hafif olanı irtikâb ile/işlenerek azâmının/büyük olanının çaresine bakılır.
Misâlen: Farz olan namazlarda kıyâmda durmak bilindiği üzere farzdır. Ancak ayakta durunca yarası açılarak çokça kanması olan bir hastanın oturarak namaz kılması câizdir. Çünkü böyle bir durumda kişi iki şer ile karşı karşıyadır. Ya kıyâm edip hayati bir tehlikeye sebebiyyet verecek ya da oturarak namaz kılacak ve farz olan kıyâmı terk edecektir. Böyle bir durumda kişinin farz olan kıyâmı terk etmesi, İslâm’ın koruduğu beş maslahattan bir olan hayatını ciddi bir şekilde tehlikeye atmasından daha hafiftir. Kişinin kıyâm etmesi tehlikeli olmaktan çıkıncaya kadar oturarak namaz kılması câiz olur.
Madde 29: “Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur.”
Yani: Ehven-i şerreyn/kurtulma imkânı olmayan iki şerden daha zararsız olanı ihtiyar/seçilir, tercih olunur.
Misâlen: Kişinin bedeni emanet olup, herhangi bir uzvunu kestirmesi yahut zarar vermesi bilindiği üzere haramdır. Ancak ayak parmakları kangren olmuş bir kimsenin hayatını yahut ayağını kurtarmak için ayak parmaklarını kestirmesi câiz olur. Çünkü böyle bir durumda kişi iki şer ile karşı karşıyadır. Ya kesilmesi haram olan parmaklarını kestirecek ayakla birlikte hayatını da kurtaracaktır. Ya da parmaklarını kestirmeyecek kangren yayılacak ve bir hafta kadar bir süre içinde ölüm gerçekleşecektir. Kişinin böyle bir durumda zararın ve şerrin azını tercih ederek parmaklarını kestirerek hayatını kurtarması ruhsat olup, câizdir ve günah işlemiş de sayılmaz.
Öyleyse şu üç madde, bu kuralın şartlarıdır:
1. Zarûrurî bir durumun olması: Buna göre, kişinin yapmazsa helâk olacağı ve başka bir çıkış yolu bulamadığı bir şeyle karşı karşıya gelmesi şarttır.
2. Şer olan iki seçenekten başkasının olmaması: Buna göre, kişinin karşı karşıya geldiği iki şerli ya da zararlı olan seçenekten başka bir seçeneğin veya çözüm yolunun veyahut kaçıp kurtulma imkânın olmaması şarttır.
3. Seçilen şeyin daha az zararlı olması: Buna göre, kişinin seçmek mecburiyetinde olduğu iki seçenekten, seçilecek olanın daha az şerli olması şarttır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, kişinin mecbur kaldığı, içinden çıkamadığı ve üçüncü bir tercihinin de olmadığı durumlarda zararlı ve şerli olan iki şıktan, diğerine göre daha az şerli ve zararlı olanını tercih ederek onunla amel etmesi câizdir. Yani bu durum kısaca: Kişinin mecbur olduğu iki seçenekten zararı az olanı alıp, çok olanı ise terk etmesi olarak özetlenebilir.
Ehven-i şerrin ne demek olduğu ve şartları anlaşılmış olduktan sonra, gelelim durumumuza:
Bilindiği üzere demokratik sistemlerde halkın güya sesi ve temsilcisi olsun diye partiler kurulur. Bu partiler belirli dönemlerde yapılan seçimlere katılırlar. Yeterli oyu aldıklarında da iktidara gelip, demokrasiyle yönetirler. Seçilen partiler zamansal olarak toplumun değer yargılarıyla değişkenliğe uğrayabilir. Bu seçimde “x”, gelecek seçimde ise “y” partisi kazanabilir. Ancak iktidar olduklarında yönetecekleri sistem hiç değişmez. Demokrasi sabittir. İktidarlar değişkendir. Yani yol kalıcıdır, yolcuları o yolda taşıyan otobüsler ve şoförler değişkendir. O yolda gittiniz sürece hangi otobüs ve şoförle yola devam ettiğinizin bir önemi yoktur aslında. Çünkü hepsi aynı yolun yolcusudur…
Tevhîdin ne demek olduğunu anlayan Müslümanlar, demokrasi yolunun İslâmî olmadığını ve şirk yolu olduğunu bilirler. Bu sebeble de demokrasi yolunda götüren otobüsleri yani partileri reddederler. Bu otobüs şoförlerine yani partilerin başkanlarına da kendilerini demokrasi yolunda taşıma vekâleti vermezler.
Tevhîdin ne demek olduğunu anlamayan sözde Müslümanlar ise çok değişik inançlara sâhibtirler. Kimileri demokrasinin İslâmî bir yol olmadığını kabul ederek bu siteme “küfür sitemi” derler. Kimileri bunu dahi kabul etmez. Demokrasiyi zamanın gereği olarak görürler… Ancak hepsinin ortak kanaati demokratik bir istemde parti kurulabilir ve iktidar olunabilir. Buna kılıf olarak da “düşmanın silâhı ile silahlanmak lazım” ve “meydanı boş bırakmamak gerekir” gibi söylemleri ileri sürerler.
Seçim zamanı gelince de İslâmî olduğunu ileri sürdükleri x partiyi desteklemeye çağırırlar. Kendilerine “hepsi demokrasi yolunun yolsudur…” dendiğinde yazımıza konu olan ehven-i şer kâidesini söyleyerek “daha az zararlı olanı seçmek gerekir”, ve “amacımız İslâm’ı getirmek” gibi aslı olmayan söylemleri ağızlarına dolarlar. Bu sebeble ehven-i şerle alakalı olarak yukarıda zikredilen şartların demokrasi düzeninde sözde İslâmî x partisinin seçilmesinde bulunup bulunmadığına bakalım.
Birinci şart olarak: “Zarûrurî bir durumun olması: Buna göre, kişinin yapmazsa helâk olacağı ve başka bir çıkış yolu bulamadığı bir şeyle karşı karşıya gelmesi şarttır” demiştik. Şimdi demokrasi havarilerine soruyorum: Seçimlere katılmayıp partinize oy atmadığınızda helak mı olacaksınız? Öldürülmeniz ya da bir uzvunuzun telefi mi söz konusu? Yoksa ileriye dönük gayba dair haberler aldığınızdan elinizde bizim bilmediğimiz bir felaket senaryonuz mu var? Değilse bırakın örümcek ağından bahaneler içinde yaşamayı da âlemlerin Rabbine teslim olun.
İkinci şart olarak: “Şer olan iki seçenekten başkanının olmaması: Buna göre, kişinin karşı karşıya geldiği iki şerli ya da zararlı olan seçenekten başka bir seçeneğin veya çözüm yolunun veyahut kaçıp kurtulma imkânın olmaması şarttır” demiştik. Şimdi demokrasi havarilerine soruyorum: Kim ya da ne sizi x yahut y partisi arasında bıraktı da birini seçmek zorundasınız? Demokrasiden ve ona ait olan şeylerden yüz çevirerek Allâh’a temiz ve içten bir şekilde yönelmeye imkânınız yok mu? Değilse bırakın köpük kadar dahi kalıcı olmayan bahaneler içinde yaşamayı da âlemlerin Rabbine teslim olun.
Üçüncü şart olarak: “Seçilen şeyin daha az zararlı olması: Buna göre, kişinin seçmek mecburiyetinde olduğu iki seçenekten, seçilecek olanın daha az şerli olması şarttır” demiştik. Şimdi demokrasi havarilerine soruyorum: Seçmenlerin Müslüman zannederek oy attıkları münafıklar mı, yoksa zaten İslâmsız olarak bildikleri mi daha az şerli? “Yönetim sistemi lâik olabilir” deyip hakkı ketmedenlerin mi, yoksa şer’î bir sisteme açıktan karşıyız diyenlerin sözleri mi daha az zararlı? İslâm budur diyerek uyutup, demokrasiyle kâfirleştirenler mi, yoksa İslâmsızlığı alenen ortaya koyarak demokrasi küfrünün içindekileri kandırmayanlar mı? Hadi cevâb verin…
Vallâhî çözüm İslâm’dır. Allâh’ın ilkeleridir. O’nun kanun ve nizâmıdır. Demokrasi değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır. Demokrasi sisteminde parti kurarak “İslâm’ı hâkim kılacağız” söylemi büyük bir kandırmacadır. Neyi hâkim kılıyorlar? İslâmî olarak neyi başarmışlar? 28 Şubat’a kimin imza attığına bir bakın? İsrail terör örgütüyle sudan enerjiye, savunmadan gıdaya… kadar yapılan anlaşmalara bakın kimlerin eliyle gerçekleşmiş? İslâmı tebliğ etmekten başka amaçları olamayan mustazaflara bakın kimler militan olarak yaftalamış on yıllar boyunca? Tâğût, mustazaf, şura ve belâm gibi tevhîdî kavramları kimler yasakladı yahut içini boşaltarak körpe dimağları kirledi? Bakın kimler Yahudi ve Hristiyanlarla işbirliği yaparak şeriat düşmanlığı yapıyor şu yer kürede?…
Bakın ve Allâh aşkına uyanın artık! Lakin kalbiniz ölmüş ise anlayamazsınız. Hidâyet Allâh’tandır ve bizler ancak O’nun kullarıyız.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” [Araf: 7/179]
Allâh’ım saptıcıların yolundan, belâmların sihrinden ve tağûtların şerrinden sana sığındık. Sen her şeye kâdir olansın. Bizlere tevhîd üzere yaşayıp katına öylece ulaşabilmeyi nasib et. Allâhumme âmin.
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
KAYNAK :
Abdullâh Saîd el-Müderris.
1436 h. / 2015 m.