Dünyanın her yerinde ortak söylem ve kavramlar vardır. İçeriği o ülkenin gelenek, din ve tarihiyle şekillenir. Japonya’da çıplak ve halka açık banyo edilirken, ülkemizde cinsiyete göre ayrım yapılır ve kişilerin mahrem yerleri kapatılarak banyo edilir. Banyo etmek geneldir, temizlik gereklidir ama içeriği farklıdır. Bizde hamam kültürü gelişmişken bir çok ülkede sauna tesis edilmiştir. Kimse yaşadıkları ile, küçümsenemez, aşağılanamaz ve tercihine saygısızlık yapamaz. Kişi hangi ülkeye gittiyse, bu tür adetlerini öğrenmek, onlara göre yaşamak zorundadır. Kimse başka kültürü rencide edemez, ayrıştıramaz da.
Doğruluk da böyledir. İnsan dinsel neye inanmışsa, kabul etmişse bunun üzerinde yaşamalıdır. Her tercih ve zorlama isyandır. Özgürlük kavramı işte doğruluğu direkt etkileyen alandır. İnsan eğer doğruluğu kabul etmişse, onun dışında yaşamayı istiyorsa bunun adı özgürlük değil, isyandır. Baş kaldırıdır. Ancak, doğruluğun tanımı dinseldir toplumumuzda ve dinini öğrenip okumayan kişiler doğruluğu yanlış tanımlıyorlar. Hani kişi dese ki, 4 kadınla din evlenmeye izin veriyor, bunu duyan kişi sanıyor ki durum böyle… Kur’anı açıp okumayan, işin aslı nedir öğrenmeyen kişi, eğer dine karşıysa, İslam’ı yerden yere vuruyor, eğer inanç sahibiyse, birden fazla kadınla evlenip, eşlerine zülüm ediyor. Nitekim, Mevla kadınlar arasında adaletin mümkün olamayacağını ve tek eşliliği tavsiye eder.
Doğruluk, şekilde değil işin ruhundadır. Kaynağından beslenmedikçe, kişiden kişiye göre değişen, tanımı olmayan ve yanlışın yapılmasında mahsuru olmayan, tövbe ile temizleneceğine inanan, bir nevi ciddiyetsiz alan haline gelir. Kişi zina eder tövbe eder, kişi yalan söyler tövbe eder, kişi çalar tövbe eder, kişi namaz kılmaz, oruç tutmaz tövbe eder, ancak bunların aynı yolundan yine gitmeye devam eder gider… Kaynağında ki ruhunu yitirmiş ve sonucunda ceza ya da sıkıntı görmemiştir. Herkes yapıyor ya o da yapmalıdır sonuçta. İnanç kendini bozdukça kişi ışığın kaynağından uzaklaştıkça, ışık yitirilir ve karanlığa boğar o kişileri… Işıksız ve loş yerlerde yaşamaya alışır. Artık doğruluk dinsel değil, rastgele bir deyim olur. Zalimleri doğurur, kim güçlüyse onun efelik tasladığı çeteler doğar.
Dilde, yanlış yapana, Allah seni çarpar diyene… Hani Allah nerede haşa diyecek kadar isyan yolu açar. Herkesin doğrusu kendisini bağlar ve o toplumda anarşi ve terör zirve yapar.
Doğruluk dilde değil, kalpte yeşermeli, ruhu olmalıdır. Kur’an ve sünnetten beslenmelidir. Doğruluk içinde ne kadar yanlış ve fitne-bozulma varsa, onları tek tek o toplum yaşantısından silmelidir. Diyanet demelidir, dört kez evlenme ayetini… Kimse artık bu konuda fikir yürütmemelidir. Katolikler gibi, dinen boşanamayan kişilerin metres tutmaları gibi bir evlenmenin dinde olmadığını da söylemelidir. Toplum için din ne diyorsa o doğrunun esas alındığı hüküm verilmelidir. Kan davası yerine, kişinin razı olduğu can karşılığında para ya da kısasa kısas uygulanmalıdır. Müslüman ülkede bu durum anayasa dayanmadıkça, kişiler hangi doğruyu yaşar ki? Kişiler kendi doğrusunu uygular, kendisi idam eder, çocuklar babasız büyürler.
Müslüman ülkede Kur’ana uygun doğru tanımı yapılmalı, anayasaya bu şekilde girmeli ve uygulanmalıdır. Kişiler okumuyor, cahilliği kabul ediyorlar. Bu ancak, devletin kabul ettiği, meclisten tartışılarak geçen ve doğru bir gelecek, doğru nesil için olmazsa olmazdır. Yoksa, sokağa çıkma yasağı ilan edildiği gün, fırına koşanlar gibi, virüsü hiçe sayan bir toplum olmaya ve yaşamaya devam ederiz. İslam tedbir alın diyor, doğrusu bu…
Dosdoğru yaşamak dileğiyle.
Saffet Kuramaz