İhtiyar kadın gözen kaybolan
sevdiğini aramakla meşgul iken, çok değerli ve hassas olan hayatı sanki ölümle
pençeleşiyordu, canından çok sevdiği neden niçin kaybolmuştu birden bire, bir
anlam veremiyordu. O an sevdiğinin öldüğünü düşünmeye cesaret edemiyordu. Zaten
yıllardır gözleri yollarda gelmesini bekliyordu. Gözleri önünde yüz hatları bir
gölge gibi gidip geliyordu, koştu ulaşmak için, kadın koştukça gölgelerde ondan
uzaklaşıyordu. Geri dönüşü olmayan bir yola koştuğunu fark ettiği anda yere
yığılırcasına düştü. Gözlerinde yaşlar toprağa damlarken içine düştüğü düşten
uyandı. Etrafına baktı, derin derin nefesler alarak, pencerenin yanındaki
kanepeye oturdu, dudağının kenarındaki gülümsemeler kaybolurken yerini, hasret
ve özlemin derin izleri belirdi.
Kalktı karşı dolabın çekmecesinde
duran eski yırtılmaya yüz tutmuş mavi günlük defterini hassas bir dokunuşla
eline aldı. Defterin sayfalarını okşayarak açmaya başladı. Eline aldığı
günlüğün her bir sayfasında gözyaşlarının izleri mevcuttu. Her sayfasını
açtıkça kalbinin sevinçle daha sonrasında hüzünle hatırlarken hatırlayamadığı
aşk dolu satırlarla doluydu. Hayatının son nefeslerini yaşadığı bu günlerde,
nefes alarak huzur bulduğu elleriyle gönlünü teslim ettiği sevdiğine karşı
hissettiği duyguların raks ettiği o gençlik günlerinden izler taşıyordu.
Okudukça gençliğinin taze çiçekler açan bahçesinde sevdiği ile gezinirken, bir
anda kayboluşuyla solan çiçeklerin dikenlerin kapladığı, bedenine batarak
acılar verdiği bahçesinde gezinirken, kendisine acı veren sayfaları elleriyle
yırtmak için elleri binlerce defa uzanmış, bunu yapamamış hüzün sevinçlerin
adresidir diyerek yırtmaya kıyamamıştı. Nasıl yırtsın ki, yaşadığı hayattan
izler taşıyordu. Tutkuyla sevdiği ile mutlulukla süslemiş olduğu sayfasında
haliyle hüzün gözyaşı da olacaktı buna gönülden inanmış, her okuduğunda bu
sayfalara gözyaşları damlayarak, yazıların silinerek yavaş yavaş silinmesine
sebep olmuştu.
Bütün hayatı sevdiği adamı gördüğü
gün başlamıştı adeta. O günü aradan altmış yıl geçmesine rağmen hala kalbinde
canlılığını koruyordu. Gençlik günlerinde hayatla insanlarla anne babası daha
doğrusu herkesle kavga ederken, hayatın çekilmez olduğunu hissederek nefret
duyardı. Hayatta onu canlı diri tutacak, kalbini yerinden oynatacak bir mucize
arıyordu. Bu mucizeyi bulmak için sabahın karanlığından sokağa çıkarak, akşama
kadar gezerek bu saygın olacak saygı duyarak önünde selama duracağı, esintisi
ile raks edeceği bu yoğunlaşmanın sıcaklığın gülümsemesini arıyordu.
Mehmet Aluç