Ötme ! Ötünce Sıra Sana Daha Çabuk Geliyor.
Her ne kadar Mizah yazısı kategorisinde yazdıysam da bu yazı aynen yaşanmış bir
anıdır.
--------------------------------------------------------------------------------
Resim yukarıdaki resim.
Görüldüğü gibi bir tarafta insanlar kurban kesiyor, öte tarafta ise bir keçi
tepkisiz bir şekilde, saklanarak kendisini güvene alıyor.
Resmin altındaki mesaj şu: ‘’Sessiz kalıp saklandıkça güvende olduğunu düşünen
bir gün sıranın kendisine geleceğini de unutmasın’’
Bu resim ve bu mesaj bende yaklaşık elli beş sene önceye ait bir anıyı
canlandırdı.
Biz dört erkek kardeş , annemiz ve babamız, toplam altı nüfus o zamanlar
Erzurum’un en fakir ve gelişmemiş semtlerinden birisi olan Veyis Efendi
Mahallesinde yaşıyorduk. Lakin yine de bu mahalle bir önce yaşadığımız Çırçır
Mahallesine göre bir cennet sayılırdı. En azından her gün saç yolmalı kadın
kavgası yoktu bu mahallede. Üstelik henüz on bir -on iki yaşlarında olmama
rağmen manita bile yapmıştım kendime. Hem de mahalle imamının kızını. ( O da o
yaşlardaydı.)
Oturduğumuz ev iki katlı desem iki katlı değildi ama tek katlı da sayılmazdı.
Bir nevi bu günün dubleks dairesiydi ama tabii ki çok farklıydı. Mesela her
şeyden önce ahşap bir evdi. Evin hemen girişi tandır damıydı. Yani o bölümde
bir tandır ( gömme tandırlardan) ve pek çok tahta raf vardı. İçeriden
merdivenle çıkılan üst katta ise biz ikamet ediyorduk.
Tandır damı denilen bölümü kullanmıyorduk. O bölümde biz kardeşler oyun
oynardık genelde. Bizden önce oturanlar da hayvan beslerlermiş. Yani bildiğin
ahırdı o bölüm.
Evlerin alt katlarındaki bu ahırlar sayesinde kışın sıcacık olurdu Erzurum
evleri. Özellikle büyükbaş hayvan besleniyorsa mübarekler doğal kalorifer
görevi yaparlardı. Peki tezek kokusu? İnanın insan ona alışıyordu çok kısa
zamanda. Tuhaf gelecek ama arıyordu bile. Erzurum’dan İstanbul- Beykoz’a
geldiğimizde uzun süre tezek kokusu duyamamanın rahatsızlığını yaşadım.
Rahmetli babam hayvan aşığı bir insandı. Evin o bölümünün boş kalmasına gönlü
razı olmadı. O bölümü kısa sürede Nuh’un gemisine çevirdi adeta. Dört tane
keklik, Üç tane tavuk, bir tane horoz, iki tane hindi, iki tane tavşan ( Tavşan
babamın vazgeçilmeziydi ki seksen yaşında hayata gözlerini yumduğunda bize
bıraktığı tek mirası koynunda beslediği yavru tavşan oldu.)bir de oğlak ile
doldurdu tandır damını. Belki daha başka hayvanlar da alacaktı. Eğer o meş’um
olay olmasaydı.
Evet…O meş’um ( korkunç) olaya geçmeden önce hemen belirteyim rahmetli bu kadar
hayvan sevgisiyle lebaleb dolu olmasına rağmen oldukça asabi bir insandı.
Mesela ben daha ilk okul ikinci sınıftayken bana ‘’Dörder dörder yüze kadar say.’’
Demişti de ben bir yerde takılınca yumruğu koduğu gibi Apollo 11 misali
uçurmuştu oturduğum sandalyeden.Konduğum yer ay değildi elbette ama koskoca bir
‘’ vay’’ dı.
Hiç orucunu kaçırmazdı rahmetli ama iftara yakın saatlerde onun ceza sahasına girmek
resmen intihar etmek gibi bir şeydi. Bu huyumu sanırım babamdan almışım. Ben de
öyleyimdir. Lakin ben ne kadar sinirli olursam olayım tam karşımızdaki caminin
imamı titrek bir sesle ezan okurken ‘’ Titretme lan gavat.’’ Diye
bağırmamışımdır imama. Anlayacağınız işte böylesine hem sevgi dolu, hem de
barut fıçısı gibi bir adamdı babam.
Babam hakkında bu bilgiyi verdikten sonra tekrar dönelim tandır damına.
Bir gün tandır bacasından içeri süzülen iki kedi, sen gel dal bizim hayvanların
içine. Tabii ki özellikle kekliklere saldır. Kekliklerden birini ham yap,
ötekileri de tam ham yapmak üzereyken babam tandır damından içeri girsin.
Rahmetlinin ’’Kâni, Sami, Raci, Naciiii. Ula Eşşeoğlu eşekler. Nerdesiz? Hele
gelin buraya.’’ Diye ünlemesi üzerine abim Kâni( Şimdiki Hacı Kâni Efendi –
İstanbul İski emeklisi ) artık hangi kızın peşinde koşuyor idiyse derhal
bırakıp koştu. Ben( Yani henüz Yogi Sami’liğe terfi etmemişim. O günlerde her
nedense Hain Samici olarak nam salmışım alemde.) Raci ( Yani Bu günün İstanbul
Defterdarlığının emektar saymanı, o günün ‘’Şer ‘’ lakaplı bir yaş küçüğüm.)
Naci ( Yani bu günün Plastik ustası Hacısı, o günün ise ‘’ Cındo’’ lakaplı
küçük kardeşimiz.) Kim bilir hangi komşunun çatısından çinko koparmaktaydık
eskicilere satmak için. ( O derece belaydık yani. )
Bizler için İsrafil’in Sur’u mesabesinde olan babamın sesi üzerine sırtına
Süleyman Akdi binmiş yarış beygiri gibi o sese doğru koşmaya başladık. Bir kaç
saniye içinde babamın karşısında içtimaya çıkmış erat misali dikilmekteydik.
Abdesthane ibriği gibi sıralanmıştık peder beyin karşısında vesselam.
Babam alt dudağını içeri çekmiş, İspanya’da arenaya çıkmış boğa misali
burnundan soluyordu. Bu, feci bir dayağın ilk alametleriydi. Dudak içeri doğru
çekilmişse kesin bir hicaz faslı vardı artık.
‘’ Ulan yine kim ne b.k yedi ki bu böyle kırmızı şalgam rengi aldı?’’ Diye
düşünmeye başladım. Zira babam hiç bir zaman tek evlada dayak atmazdı. Hak
geçmesin diye birimiz bir suç işlersek hepimizi sıradan geçirirdi.
Babam öfkeyle soludu elindeki yaralı kekliği göstererek.
-Ula bu nedir ha deyin bana. Bu nedir?
Kardeşlerin içinde en salağı ben olmalıyım ki ötekiler susarken ben saf saf
cevap verdim:
-Kekliktir baba.
Öf anam öffff. Babamın en gıcık olduğu şey böyle saçma cevaplardı. ‘’ Seni
guzlayanın ‘’ Diye başladığı küfürü müteakip artık tandır damı resmen Austrich
kampına döndü. Bana koduğu yumrukla birlikte ben evrendeki tüm yıldız ve
galaksileri yakından görürken, diğer kardeşlerin kimine yıldırım düştü, kiminde
şimşekler çaktı.
Tandır damı resmen dehşet odasına dönüşmüştü. Öyle ki tavşanlar korkularından
kazdıkları tünellere girdiler, tavukların çıkarmak üzere oldukları yumurtalar
kıçlarında dondu kaldı, bir kaç dakika önce ‘’ Bu damın kralı biziz.’’ Edasıyla
kabarıp duran hindiler minicik civcivlere döndü. Zavallı oğlağın çenesindeki üç
tel sakal dökülüp yerlere düştü.
Tüm hayvanlar bu afet karşısında artık kıyametin geldiğini düşünüyorlardı. Biri
hariç. ( O birinden az sonra bahsedeceğim.)
Anam, garip anam, dertli ve çileli anam da ‘’Ne oluyor yahu?’’ Diye tandır
damına seğirtti ve o da bu fasıldan nasibini aldı tabii ki.
Evet…Hayvanları bu kadar seven babam ‘’ Hayvan oğlu hayvanlar.’’ Dediği bizlere
karşı acımasızdı.
‘’Ula niye bakmadınız bu hayvanlara, niye kediye yedirdiniz benim kınalı
kekliğimi?’’ Diye sorunca yediği tımar az gelmiş olacak ki abim. ‘’ Ben bunlara
o kadar söyledim, babamın havyalarına bakın diye ama bunlarda abi sevgisi ve
saygısı, büyüğe itaat ne gezer.’’ Deyince babam yeni bir fasla başladı abimle
birlikte.
Şer Raci babamın öfkesini soğutmak için: ‘’Baba sen merak etme. Ben o kedileri
bulup kekliklerin intikamını almazsam bana da Yedi Bela Şer Raci demesinler.’’
( Nitekim aldı da. Daha sonra kedileri yakalayıp kuyruklarından tavana asarak
belindeki kayışla miyav diyemeyecek hale gelinceye kadar dövdü .) deyince babam
daha da dellendi. Ona da bir fasıl daha geçti.
En küçüğümüz Cındo Naci ise yediği darbelerin etkisiyle ‘’ Kekliğimi vurdular/
Kanadını kırdılar/ Daha ben ne idim ki/ Anamdan ayırdılar/ Gel gel yanıma
keklik/ Kastın canıma keklik/ Al kınalı parmakları/ Batır canıma keklik’’ Diye
saçma sapan bir türküye başlamıştı.Tabii ki saçma olan türkü değildi. Böyle bir
ortamda o türkünün söylenmesiydi saçma olan.
Babam öfkeyle bağırdı.
-Ula bana bıçağı getirin.
‘’ Yok artık…Adam öfkesini alamadı bizi mi kesecek?’’ Diye düşünürken annem,
babamın dizlerine yapıştı ‘’ Bey beyyy. Beni kes çocuklara kıyma.’’
Abim ‘’ Battı balık yan gider. Kessin de artık her gün dayak yemekten
kurtulalım.’’ Diye düşünmüş olacak ki bir koşu gitti bıçağı getirdi.
Babam anneme dönüp sanki iki saattir ortamı kana bulamamış gibi gayet munis ve
babacan bir tavır takınarak ‘’ Git pirinç ayıkla, akşama keklikli pilav
yiyeceğizi’’ Dedikten sonra yaralı kekliklerden birincisinin kanatlarına basıp
kafasını uçurdu.
Kekliğin kafası kesilirken horoz başladı ötmeye.
Babam öfkeyle baktı horoza: ‘’ Ula eceline mi susadın sen deyyus? ‘’
İkinci kekliğin kafasını uçurdu.
Horoz adeta ‘’ Katil herif. N’aapıyorsun sen?’’ Der gibi, babamın ne kadar
asabi bir adam olduğunu bilmiyormuşçasına olayı protesto ediyordu ‘’ Ü ürü
üüüüüüüü’’
Babam yine öfkeyle söylendi ‘’ Ula bana bak. Edebinle sus yoksa bu bıçağı…’’
Üçüncü kekliğe geçti…
Horoz hâla itirazda: ‘’ Ü ürü üüüüüüüü’’
Eeee bir hatır, iki hatır,üçüncüde vur yatır. Sen misin Kamil Ağayı protesto
eden? Sen misin bu kadar hayvan içinde anarşi çıkartan? Az sonra üç keklik
kafasının yanına bir horoz kafası daha ilave edildi.
İşte böyle…Her zaman ‘’ : ‘’Sessiz kalıp saklandıkça güvende olduğunu düşünen
bir gün sıranın kendisine geleceğini de unutmasın’’ Değil olay. Bazen de ‘’
Ötme, ötünce sıra sana çok daha çabuk geliyor.’’
(
Ötme ! Ötünce Sıra Sana Daha Çabuk Geliyor. başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
14.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.