Mutluluğa posta koyan bir mektup
yazmalıyım ve adımın baş harfine gizlenmeliyim: sadece bir harf: ne aldatı ne
yanılsama ne düş kırığı ne de düşünsel bir hıçkırık hem rüyalarımda ağladığımı
kim söyledi?
Peki, düş gördüğümü nasıl
kanıtlayacağım? Hem sonra boyumu geçen Kaf dağında özlem yüklü bulutlarımın
nasıl emin olacağım evrendeki en büyük kalbin bende olduğuna?
Siz ne derseniz deyin, bayanlar
baylar ve dilediğiniz kadar da çekiştirin eteklerini şiirlerimin yetmedi
tezahürat yapsın tüm gerçekler ve asla mani olmayacaksınız gözüm açıkken hayal
görmeme yoksa nasıl dayanırdım bunca dayatma ile bir yere varamadığımı bile
bile yaşamın bir ayrıcalık olduğuna dair bir engelleme ile karşı karşıya
olduğuma?
Süt liman değilim işte hem ağzı süt
kokan bir çiçek de değilim ve çocukluğumun yansıması olan bir anda attığım
kahkahalar aslında acıların sürtünmesi ile kıvılcımların eşliğinde bir havai
fişek gösterinde başkahraman olduğumun da ta kendisidir. Daha da açmak
gerekirse…
Buz tutan yüreklerden olmadım,
bayanlar baylar hem ayılıp bayılmadım da yalanların arkasına gizlenip rolümü
çalanlara da tek laf etmedim çünkü hayat denen senaryonun başrolündeyim gerçi
zaman zaman bir figüran kadar kısa oluyor repliklerim ama kundaklanmasına asla
izin vermiyorum iç sesimin.
Boyumu aşan çok şey var ve
yaralarımın yarılanmadığı.
Boyum da uzamıyor üstelik birilerine
öykündüğümde hele ki hayat boyu öykündüğüm bir Allah’ın kulu yok iken ve işte
anahtar sözcük:
Mademki bir yaratıyım ve kanlı canlı
bir kul elbet kölesi olacağım doğruların ve sevginin asla da kin tutmadım hem
ben ve arkamdan söylenenler illa ki kapsama alanıma giriyor.
Beylik hüzünler sınıfında değilim
çünkü hüzün adımdan sonra gelen ve içine saklandığım ismimin baş harfi elbet
cüret eden kimse yanına üç beş sıfat ekleyen…
Devamı olamaz çünkü gün bitti mi
miadı doluyor o 24 saatin ve yeni bir başlangıç yapıyorum günün ilk dakikasında
doğum sancıları tutuyor kalemin elbet bir de kulağıma küpe yaptığım hele ki
öğretiler ve öğütler ışığında düşmüşken yola.
Bazen kaplumbağa adımlarıyla yürüyüp
de aşamadığım dağ tepe.
Bazen bir Anka kuşu olup ölümü dahi
sevebilirken en çok da içimdeki yangın sönmüyor gerçi zaman zaman küle dönüyor
ama…
Latife yapmayı çok isterdim bu
anlamda lütfedilen ne ise iç cebimde ve dış cebimde sadece kalemim var bir de
evimin anahtarları ve alarmı da kurup çıkıyorum ve arkada kalmıyor gözüm gelin
görün ki sırtımdaki üçüncü göz ile kolluyorum da sırtımı: sanırım kalp gözünün
bir türevi.
Omuzlarım da dik ve apoleti olmayan
şiirleri iliştiriyorum iki yakama da gerçi asla bu iki yaka bir araya gelmiyor
ama. Olsun da hele ki öykündüğüm tek gerçek İstanbul ile olan benzerliğim iken.
Martıların kanatlarına doğuyorum kimi
zaman ve hangi akla hizmetse şehrin ortasında sayısız martı var bizim sokağı
mesken tutan yetmedi onları beslemenin verdiği mutlulukla İstanbul ile
cilveleşiyor yüreğimdeki martılar sanırım içimdeki çocuğun mutluluğu ve huzuru
adına uçmakla oyalanıyorum hem de trafik lambalarına aldırmadan ve görüş
alanıma girerken kocaman sevdalı şehir.
O kadar çok ayrıntı ile içli dışlıyım
ki bu yüzden sefasını sürüyorum gezgin ruhumun asla da ödün vermeden yaşadığım
hayattan gerçi kimi zaman yakınmadan da duramıyorum ve tam da pes edeceğim
sırada…
Pas vermiyorum işte olumsuzluklara ve
bunca olumsuzluk süregelirken hüznüme sahip çıkıyorum peşi sıra umut tarhında
volta atıyorum ve işte o devasa cennet bahçem hem de şehrin ve bunca gürültü
kirliliğinin ve inşaatın içerisinde kapana kısılmış olduğuma kani olsam da
içimdeki peri ile uçuşuyor saçlarım ve ben hala ismimin ilk harfinde seyyah
yüreğimin t/adını çıkarıyorum.
Okuduğum gazetenin sayfalarına
çevirirken elime bulaşan mürekkebi özlüyorum kimi zaman.
Kimi zaman ebediyete intikal eden
onca insanı hele ki kök salmışken İstanbul’a geride kalanlara bakıyorum da ama çıkış
noktam hâsıl oluyor elbet gökyüzüne dikip gözlerimi ve ruhumu, maneviyatın
doyumsuzluğunda hemhal oluyorum altıncı hissimle.
Ölü toprağı kimi zaman üstüme bulaşan
ve kimliğimle sorgulandığım ya da bana ait bir özelliğin kimi insanları
rahatsız edebildiği.
Kolay mı zor mu, siz karar verin en
çok da ağlarken kahkahalara boğuluyorum ya da tam tersi sanırım yazın ortasında
yağan kar gibi ve yapabileceğim başka bir şey de yok çünkü beyaz olmayı
seviyorum ve içtenliğimi kaptırmıyorum kimselere bu anlamda içim rahat ve işte
yazının başında vurguladığım üzere: ben mademki bir Allah kuluyum ne münasebet
birilerine hesap verip de doğrularımın peşinden gitmemek mi payıma düşen
üstelik kimse kendini bir diğerinden üstün sanmasın.
Edebiyatın güzelliği işte tam da bu
noktada gösteriyor kendini çünkü aynı dilden konuştuğum sayısız insan sayesinde
her gün yeniden öğrenci olmanın keyfini çıkarıyorum ve daha nice çıkarım en
güzeli de hissiyat yüklü varlığımla adımlamak iken hidayetin yolunu.
İsmimin ilk harfi ve gülümsemenin
tadını çıkarmak hele ki okuduğum herhangi bir yazıda ya da bana yapılan bir
yorumda nokta atışı yapmanın da mümkün olduğu elbet sevginin ve paylaşmanın
güzelliği.
Sevebileceğim sayısız insan var
üstelik tanımadığım ve ömrüm ne kadar uzun olursa olsun onları tanımanın mümkün
olamayacağı ama kalem üstüne düşen görevi fazlasıyla yapıyor ve işte ben
okuyucunun olsun ya da başka bir yazarın/şairin yazdıklarından çıkıp da yola
adeta dünyayı kucaklıyorum üstelik bir önceki hayatımda kim varsa tekmeleyen ya
da umurunda olmadığım…
Umurumda olan çok şey var ve de
sayısız insan kimi zaman beni bana düşman kılan çünkü nefretten beslenen
insanlar yüzünden zaman zaman kendime ters düşüyorum ve sevmekle varacağım
bunca istikamet varken kendimle olan sürtüşmemde ve hırçınlığımla kolaylıkla
içimdeki çocuğu incitebiliyorum üstelik yetişkin kimliğimle binlerce kez
incitilmenin verdiği yara ile yamalarken hayallerimi…
Hangi Allah’ın kulu ise mazhar
olmanın sevgiye eşsiz bir yetenek olduğu inancı çünkü sevmek için sebep bile
aramazken sevebilme yetisinin aslında doğurgan ve İlahi bir güç olduğunu
biliyorum artık ki çocukluğumda keşfettiğim ilk gizem iken yollarını arıyorum
elbette kendimi sevmenin aslında ne kadar basit olabileceğini görüyorum lakin
öncelikle Allah’a layık bir kul olmanın özlemi ile küllerimi de deli gibi
savuruyorum.
Ölmek kimi zaman cezbederken kimi
zaman korkutucu da olabiliyor hani üstelik kendimi sevmeye bu kadar
yaklaşmışken en azından gün bitiminde ölüp yeniden doğmama da vesiledir
yazdıklarım ve güç aldığım en çok da siz, okuyuculardan bana yansıyan ışık
sayesinde.