Ne olduğunu adlandıramadığım bir his,
beni sana çeken yoksa sen misin fısıldayan içimdeki dervişe? Ne maytap
geçiyorum gök cisimleri ile ne de gözyaşı doğurmak istiyorum hepsini geçip
kocaman bir göz oluyorum ve yutuyorum kara deliği.
Aşkın hicreti, Nilgün belki de asla
var olmamış ve gerçekleşmeyecek bir dostluğun kılcal damarları ve işte
büyüyorum ve işte büyütüyorum seni yüreğimde ama gözümdeki devasa ışıkla da
biliyorum ki ruhuna okuduğum rahmeti es geçmiyor Yaratan.
Adı olmayan bir duayım belki de
insanlık tarihine asla geçmeyecek soytarı bir hayat hikâyesi.
Ben sen olamam.
Sen ise çoktan bana ışınlandın ve
geceyi aydınlık kılan saklı durduğun o buluttan beni çağıran sesin…
‘’Defterler.’’
Kitabını karıştırıyorum, Nilgün ve
inanılmaz bir diyalog gelişiyor içimde ve içinden geçenlerle yüzleşiyorum
aslında aşağı yukarı on yılımı alan bir arayış adını konumlandırdığım elbet
çıkmayı arzuladığım kariyer basamakları ve şimdi sen neredesin, ben nerede?
Unutmaya çalışıyorum dünü.
Uyutmaya çalışıyorum hırçın rüzgârı.
Dikleniyor kalemim ve diretiyor:
‘’Yaz, sadece yaz’’ diye.
Neye denk düştüğümü biliyorum.
Neye düşmediğimi ise insanlar iddia
ediyor.
Tanımadığım kim varsa tanıdık bakışlı
kimi zaman bir adam kimi zaman yorgun bir kadın bazense üçüncü cins diye lanse
edilen ait olduğu dünyayı dillendiremediğim.
Geçiyorum her şeyi ama her şeyi
geçiyorum.
Sihirli bir pencere ışıl ışıl bazense
karanlık bir alt geçit.
Recim edildiğim; resmedildiğim.
Rücu ettiğim bir aşk ve de.
Rükû ettiğim maneviyat ve üstü örtülü
olmayan dağınık bir masa gibi aklımın çekmeceleri ve içleri hınca hınç kağıt
dolu.
Gözlerim arıyor yıllar evvel yazdığım
onlarca hatta yüzlerce cv’yi.
Kimi Türkçe kimi İngilizce ve işte
yeniden sana d/üşüyorum, Nilgün ve gözüm kapalı okulumun bahçesini tavaf ediyorum
hele ki mezun olduktan on sene sonra bir proje çalışması adına düşüyor yolum
okuluma/okulumuza.
Sonra unutuyorum ve seni henüz
tanımıyorum.
Sonra uyuyorum ve uyuyorum takriben
bir asır.
Derken uyanıyorum bir de ne göreyim?
Hiçliğimi deştiğim sayfalar ve sözüm
ona şiir yazıyorum sonra bir öykü derken bir masal ve sana rastlıyorum.
Sana yazdığım onca mektup sadece
senin okumanı dilediğim ve sayısız sen okuyorsunuz mektuplarımı ve cevabın
geliyor da defalarca.
Susuyorum sonra tıpkı bir ömür
öğretildiği üzere ama olmuyor, Nilgün bil ki olmuyor.
Sen ve Kağan düşüyorsunuz aklıma.
Ne aptalım.
Aslında siz yoksunuz.
Ne aptalım.
Ben olduğuma dair bir belge de yok
elimde ve her şey kayıp her şey ayıp.
Bir izdihama denk düşüyorum ki ve
seni unutuyorum derken günler geçiyor bir mektup daha postalıyorum Cennet
Postanesine.
Son bellediğim bir mektup.
Ben yalancısıyım söylediklerimin çünkü
yeniden yazıyorum sondan sonraki en sonuncu mektubu ve kocaman bir nokta
koyuyorum sözüm ona.
Ve kitabının(Defterler) sayfaları
arasında kendime rastlıyorum ve söylediğin şu cümle:
‘’Bitirdiğim liseye öğretmen olarak
girecekmişim ve bir curriculum vitae yazmam gerekiyor. Ne renk olduğunu
hatırlamadığım bir kâğıda yazıyorum ve…’’
Bunu yazan sensin.
Oysaki o liseye öğretmen olarak
girmek isteyen ben.
Yine kesişiyor yolumuz ve kendi
okulumda öğretmen olarak çalışma şerefine tam da nail olacakken…
Öncesinde MEB’na başvurmam gerekiyor
elbet atamamın yapılması için ve işte geçiştiriyorum ve kanundaki küçük bir
değişiklik ile atamam yapılmıyor.
Öğrenci miyim?
Hayır.
Öğretmen miyim?
Mademki elimde diplomalarım ve
evraklarım var gel gör ki ücretli çalışacağım bir döneme giriyorum.
Bir yıl derken üç derken…
Asırlık uykum beni çağırıyor ve
atıyorum havluyu ama yaşlarım çağlıyor çünkü aidiyet duygum sallantıda.
Ait olmadığım ne varsa oysaki ait
olmak için elimden gelen her şeyi yaptığım.
Bir asır daha uyuyorum arada gözümü
açıp şişe şişe kola içiyorum ve yeniden uyuyorum sonra bir açıyorum ki…
Hiç mi hiç ait olmadığım bir yüzyıl
ve uçuşan kelebeklerin yerini dronlar almışken.
Sen ise hiç gelmedin bu yüzyıla ve
biliyorum ki ikimizin de doğduğu aynı yüzyıldan bana sesleniyorsun ve sesini
duyuyorum, Nilgün aslında ben de Tanrı’ya seslenirken seninle kesişiyor
yollarımız.
Sen bir çölün ortasında.
Bense bir çağ yangını.
Hangimiz ölüyüz hangimiz diri,
Nilgün?
Mademki nedenlerin vardı bir şeyler
için senin…
Benim de sebeplerim var Nilgün en çok
da direnmek ve mutlu olmak adına…
Seninle arkadaşlığıma gıpta ile
bakıyor içimdeki çocuk ve hiç doğurmadığım yüzlerce çocuk.
Hangimiz başaracağız Nilgün daha da
çok ölü olmayı hele ki koca evren çoktan reddetmişken bizi?