İlahi bir düşün mecazi firarıdır
yüreğin düştüğü tuzak ve sözcüklerin boynuma eşlik eden eli elbet duyulmazlığın
hıçkırığı bir kesit ki ıssızlığı lime lime eden.
Düşünce ikliminde kambersiz sözcükler
saklı muhafaza ettiğim yeminlerimde çöreklenmiş dolunay ve mevsimin
iniltilerine şahidim artık hangi hükümse geç verilen hangi nida ise bir ağaca
tırmanan kedi gibi tırnaklarımı geçirdiğim beyaz ve pürüzsüz kâğıdın dokunulmazlığında
kah dokuyorum ilmek ilmek kah okunmanın verdiği haşmetli ayrıcalıkla adeta tüm
evreni boyuyorum baştan ayağa.
Şerit değiştiren rüzgâr.
Sökün eden ölü yapraklar.
Ve en ölüsünden bir dürtü…
Açlığımı b/astırmayı öğrendim bir
ömür ve susuzluk yemini ettim ben artık kaç asırsa susuz kaldığım iman gücümle
içtim ben kana kana o var olmayan çağlayana bir sorumluluk yükleyip de
disipline ettiğim iradem ve alt belleğimle tüm b/ölücü güçlere rest çektim…
Tabanları yanıyor şafağın.
Sözcükler taarruzda ve içimde salınan
binlerce teyakkuz ve ben gecenin ritmini tutuyorum ve düş dehlizinde gidip
geliyorum salkım söğütlere uğrayan bir kuş gibi.
Ürkek bir nidanın esaretindeyim
üstelik cesaret addedilen.
Ve cesedimi kimse bulamayacak elbet
akıllarına gelmezse masa üstündeki hangi ikon olduğumu tahmin dahi edemezler.
Ruhumdaki kavisler.
Yüreğimdeki çekmeceler.
Çekincelerimi de öldürdüm sonunda ve
idolüm iken aşk ve huzur üstelik ikisinin de bir arada barınamayacağını bilsem
bile iliklerime kadar aşk ile doluyorum ve iliklerime kadar huzursuzluğun
verdiği rehavetle boş kâğıda atıyorum içimde tükenmek bilmeyen ses bombalarını.
Derken altına imzamı atmadan parmak
basıyorum evrenin tüm cehaletini üstlenmiş olmanın verdiği ayrıcalıkla
doymuyorum asla da doymayacağım: bilgiye ve hüzne ve aşk ve set çektiğim hangi
duyguysa ve ördüğüm duvarlar.
Latife yapmaktan ziyade istişare
ediyorum Tanrı ile.
Allah katında kabul görmek ama
öncesinde daha da çok acıdan nasiplenmek ve sözcüklerimi doldurduğum o devasa
sürahide yüzmek adına boğulmanın verdiği coşku ile kendi ellerimle asılıyorum darağacına
ve Yalom iken sihirli ruhların doktoru biliyorum de Aşkın Celladının kimyasının
kimde saklı olduğunu…
Yıllarımı verdiğim amfiler.
Yol olmuşken okul döneminde
arşınladığım o devasa kampüs ve şakıyan bilgiler ve aşkın uzamında şerh
düştüğüm bir ıssızlık öncesinde dünyanın en sosyal insanı olmanın verdiği
ayrıcalıkla yeri geldiğinde bölümdeki hocalarıma ve profesörlere kafa tuttuğum…
Oysaki çelimsiz bir akademisyen olma
yolunda at koşturduğum.
Sözcükler iksirim.
Sözcükler zehrim.
Yüreğimse asla manda yüreği değilken
kalbim sadece tekil kişilik yüklemlerimde bir emir kipi olmanın verdiği
ayrıcalık ve haysiyet ile.
İmha etmişken yarınları.
Dünümde saklı iken günüm.
Şimdi her günü yarın ve her yarım
elmayı bir elma bahçesi gibi gördüğüm ve dualarım yükselirken gök kubbeye asla
da şerit değiştirmediğim bir yol ve İlahi sancının gelip nihayetinde beni
bulduğu benimse ruhumu ufka saldığım sonunda Rabbimle baş başa kaldığım her
anda saklı iken huzur ve mutluluk.
Lakin görünmezin mealidir yüreğimi
kolaçan eden.
Bilinmezliğin de sıra dışı ihbarı
elbet içimdeki sayaç bir anlık durup sonra da kaldığı yerden devam ederken.
Hangi mıntıkada saklı isem?
Ve mermim kalmamışken.
Elbet imtina ettiğim binlerce duygu
ve ikmali dünün ve ihbarı günün ve yarınının daha şimdiden idamı.
İdame ettiğim nasıl bir hayatsa.
İhmal ettiğim hangi canlı ise.
Nihayetinde firar ettim kozamdan ve
ipek ellerinde gölgelerin aslında bir gölgemin de olmadığını fark etmişken…
Sıra dışı imlerim sıra dışı sefil
benliğim ve sıradan insanlara bile sıra dışılığımı yansıtırken aslında sırıtan
bir gök ikonu aslında ayaklarım yere basarken uçmanın meali elbet konduğum bir
duygudan bir yüreğe sektiğim aslında duran yüreğimden şimdilerde yazarak
intikamımı aldığım.
Uyumak ya da uymak.
Bir harfin ihlali iken sıradanlaşmak.
Ve kimse kulp takan belki de kupa
kızı asla haz etmediğim yine de çocukken açtığım fallarda kendimi daha o
zamandan kandırdığım ve dik bir acı iken dik başlı martavallardan uzak kalıp
dik açıda şekillenen benliğim.
Disipline ettiğim kimliğim ve kimi
zaman radara yakalandığım ve duygu aşımından ceza yiyip tüm ömrü parmaklıklar
altında geçirdiğim şimdilerde hücre hapsine dönen yaşantım ve üç kural:
Temizlik.
Maske.
Mesafe.
Biri dışında tüm ömre yaydığım adeta
bir ibadet.
Temiz kalmaksa o mesafe ve maske
takmaksa işte tek yapamadığım belki de bu yüzden tiyatro sahnesinden
indirildiğim ve hayatın her sahnesinde aynı insan olmanın verdiği kâh öz güven kâh
kiminin de ön yargısı derken hayatın en öndeki koltuğuna oturup içimi
dikizlediğim.
Randıman kaybettiğim elbet.
İhtiva eden binlerce hayali de uzay
çöplüğüne bıraktığım…
Belki de idolüm iken Yalom ve
psikanalizin duayeni iken endamlı bir yolculuk iken içimde damga vurduğum.
Bir danışman olmanın hayali ile uçuşa
geçtiğim psikoloji ve ayrıcalıklı bildiğim tüm uzman psikologların iç yüzünü
gördüğüm okulun soğuk ve uzun koridorlarında bilfiil uzman bir psikolog olmanın
hayali ile kaç yılımı adamışken bu bilim dalına.
Ve ben dalımda henüz olgunlaşmamışken
yerçekimine yenik düşüp de aslında başıma atılan taşın isabet edip de beni yere
düşürdüğü ve ham bir elma olmanın verdiği acıyla kendimi doyurmaktan ve
mutluluktan men ettiğim…
O gösterge.
Şehla gözleri bilginin.
Bense kaptan köşkünde işinin erbabı
bir kaptan olma özlemiyle gemimi terk etmeyeceğimin sinyallerini versem de
gemiyi ilk terk edenin ben olduğu gerçeğini de korkusuzca dile getirirken
defalarca.
Sırça köşküm yıkılmışken.
Gemimse defalarca batıp sulara
karışmışken.
Ve ben hala bin bir dereden su
getirip içimdeki yel değirmeninde öğütürken ömrümü.
Farkındalık geliştirmek adına.
Hizaya sokmaksa ruhumu…
Ve işte asker adımlarında bu
disiplinin en çok hatta sadece kendimin emir eri olmanın verdiği ayrıcalığa
rağmen emir aldığım hangi makamsa batıl bir rotada değil atıl bir yürekle rüzgâra
kapıldığım nihayetinde ruhumu azat etmenin verdiği huzurla kapılmış giderken rüzgâra
ve o rüzgâr sayesinde ferahladığım ve yazmanın müridi bir kelamla içli dışlı
kendime olan yolculuğumda da yavaş yavaş yol alırken…
İmla özürlü bir gezegen madem.
Sevme özürlü bir insanlık iken
aklımın almadığı.
Ve sözcüklerle ördüğüm bir kafes ve
özgür kalmanın adı iken en çok hatta sadece kendime sitem edip sirenleri susmak
bilmeyen duygularım elbet acil çıkış kapısı iken bir boş kâğıda kapaklanıp suni
teneffüs ile hayata döndürdüğüm sözcükler belki de ölü iklimden düşen payıma ve
ben köküme sımsıkı bağlı iken…
Bir ardıç kuşu misal.
Ya da Zümrüdüanka.
Yalın gözüken bir ömrün de devasa
dalgaları ve günümü değil ömrümü sonlandırma ihtimali ile yüz yüze gelip bir de
yüz göz olmuşken ölümle…
Bir hiçliği sonlandıran o içlik.
Dış ses ve de dış faktörler iken
etki-tepki mekanizmasında ben hala dünde kalan özlemimle bir psikolog edası ile
yaptığım o içerik analizi ve normal ile anormal arasındaki o ince çizgide
yürürken her birimiz bağlı olduğum bir hürmet ve de asalet elbet öykündüğüm
bilginin iz düşümünde bilmekle bildirmek arasında gidip geldiğim ve huzura
dönük yüzü ile yazma ediminde yürüdüğüm o yıldızlı ve yaldızlı yol…