Ertelemekle mükellefim doğanın başkaldırışı
sözcüklerin yükseldiği ve işte gün dönümünde çatlayacak kozam sonramdan itibar
etmiyorum öncesizliğime yüz sürüp anımdan firar ediyorum ne de olsa ansızlığın
mukozasında derin bir tevazu yükleniyorum.
Gök gürültüsünde yankım.
Sözlüğümde yansızlığım.
Yükümlülüklerim elbette
yüksündüklerimle ters orantılı ve paçalarımdan akıyor ay ışığı az evvel tehir
ettim mutluluğu ve işte başkaldırım önsözünden yoksun hayat hikâyemin de ayağı
her çelmeye takıldığında son sözü söylemek isteyenin de ben olduğu.
Sancılı teyakkuz gün ışığı akıtıyor
gecenin rimelini.
Sanrılı hafta sonu devasa acıların
yükseldiği bir ay dönümü.
Çatlayan kaburgaları meşakkatli
yüreğimde ömürsüz bir hezeyan ölçeği kayıp bir heyecan ve muharebe başlıyor
ansızın.
Sağaltım eseri tümden gelen coşkum.
Sevecen yüzümde el feneri adeta sönük
feri ile ilhamın geceyi kundaklıyorum çünkü çökkün sözcükler çökeldikçe yüreğin
inzivası sonlanıyor ve pekişiyor rehavetim.
Balyalarca dayak yemişçesine.
Nabzını da alamıyorum gecenin ve
kırık kemikleri seherin azlık ve çokluk tezahürü bir orantı hesabı ve işte
dökümünde yüreğin bir veda öpücüğü konduruyorum haznemde nice yanılgı ve hazine
bildiğim kuş sezilerimde çırpınan deyişler.
Maviden saçları aşkın.
İltihaplı geçmişi fevri mevsimin.
Çökertme oynayan notalar ve noktalama
işaretleri.
Kırık dirayeti ve kuvvetimi ve
inancımı saklı tuttuğum yetmiyor lakin asla yetmedi mi, demenin meali elbet
kıpraşan iç sesime dokunan bir yıldızın kuyruğu.
Ay ışığından süzülen yaşlar.
Ay yüzlü kadın yıldız sesli adam.
Şiir yürekli mizaçlar.
Göğün konçertosu yoksa kâinatın
orkestrasında bir çalıntı esinti miyim de az evvel suskuları saldım boşluğa…
Boşluk illa ki.
Bildiğimse hoşluğun tezahürü.
İç sesim kıyamda çünkü dışa verdiğim
ses kıyımda ve yazdıkça yazasım geliyor ve söze dökemediklerimi kâğıda
döküyorum ve öpüyorum ekmeği.
Nimete duyduğum aşk ve anneme
kıyamadığım her yaşında mazimi sağalttığım her yasında içimi d/ağlayan kurşun
misali kuzgun avına çıkan avcıya dokundurduğum o kırbacı şahlanan imgelerde
sanrılı bir emel.
Ölümün dokusu.
Aşk denen illet.
Hüznün rehaveti.
Çöreklendi işte sözcükler ve şehveti
kindar nefsin asla da itibar etmediğim insan izlekleri.
Öğün atladığım bir ömür.
Kucaklardan kucağa fırlatılan bir
bebek belki de asker uğurlamasında havaya sıkılan kurşunlar ve işte yüreğime
saplanan bir karartı.
Nirengi noktası ise dünün.
Nihavent makamı ise dünün
şarkılarının.
Uğultular nemalanıyor ve sökülüyor
dikişleri yamalı aşkların.
Kepaze iblis.
Kör kurşun.
Sevecen iyi niyetim kolladıkça
sevdiklerimi.
Hüznün dokuduğu şiirler asılı
kaldığım göğün de karartma gecelerinde şahikanın ruhuna okuduğum dualar.
Bir önsezi.
Bir art niyetse sezinlediğim.
Söylemlerin hattında sipere saklanan
noktalama işaretlerinden çaldığım soru ekleri…
Yumuşadıkça hamur.
Çapağı aktıkça göğün.
Yer altı mahzeninde saklandığım
devasa ömrün.
Ve çöken o sevgi ocağı tıpkı bir
maden işçisinin helalinden kazandığı her kuruşu anasının ak sütü gibi helal
ettiği gerçeğine yakın bir duruş benimki…
Anamın ak sütü gibidir sevgim ve
varsa yaram gocunmaktan da geri kalmam hani lakin üstümü de örtebilirsiniz ne
zamanki sevgi ve hüzün göçüğünde ezilse yüreğim ve hislerim…