‘’Düşlerini ertele.’’
İlahi bir ç/ağrının tam da
merkezindeyim ve nereye bakacağımı şaşırıyorum.
İçimdeki şaşkın ünlemle bir başıma
kalmışlığım belki de lanet üfüren kâhin elbet zılgıt yiyen gerçekler ve tohuma
kaçmış hayaller…
Miskin rüyaların üstünü örtüyorum ama
engel olamıyorum içimden geçenleri yansıtmaya oysaki ben gerçeğim ve tüm
hayaletlerin de gerçek olduğuna kani ve esefle sıvışıyorum bulunduğum mekândan.
Bir aidiyet duygusu iken örtüşmek
istediğim diğer yandan asi/l bir yalnızlık beni bağrına b/asıyor.
Bir hegemonya ise bunca kıvılcımın
hala bir yangına dönüştüremediği ya da bir firar, hücresini mezar bilen bir
canlı cenaze.
Üşüşen duygular hatıra yüklü.
Hatırıma gelen ne var ne yoksa.
Sineklerin tanrısı adeta yüreğimde uçuşan
miskin gölgeler ve mezarı olmayan duygulardan yeni bir dünya yaratmanın
peşindeyim.
Göğe konuşlu bir isyan gibi.
İfrata kaçan bir aşk belki de
özümsediğim ama asla özlemini çekmediğim.
Hayat akıp giderken gözlerimden ben
ise gözlerden düşerken asla bir inilti ya da fısıltı değil bilakis gürültülü
bir sağanak sadece benim yakalandığım belki de kuşağımda asılı taytay duygular.
Bir bebek gibi emeklerken.
Bir tanrı gibi pervasız.
Masumiyet gibi katıksız ve ihbar
ediyorum kimse dolduruşa getiren ve ifa ediyorum ne var ne yok aklıma takılan.
Tanısı olmayan bir hastalık asla var
olmamış bir canlı asla yüzümü dönmeyeceğim bir dünya ama hedefteyim ve heder
olmuş duygularım.
Bir yanılgıyım belki de en çok alıntı
yaptığım şairlerden çaldığımı inşa eden ve duaların gücüne sığındığım hele ki
kat izi olmayan inancım ve sadık olduğum sadece benim Rabbim.
Hüsrana uğrayan bir güneşin arka
penceresindeki karanlığın ve aydınlık bildiğim her gün ve her insan geride
kaldı.
Bir rüyanın tam ortasındayım.
Bir de Huda’nın yarattığı varlığımla
uzak olduğum mutluluk en çok da ç/engel bulmacalar gibi odaklandığım her şey
çok yakınımda bir o kadar uzak kılındığım.
Matematiksel bir denklem olmanın da
izini sürmüyorum hani ve kehanetler ileri sürmüyorum ama son hızla sürüyorum
direksiyonu ilk günden beri bende olsa da yeni yeni kullanıyorum bu külüstür
arabayı en çok da dikiz aynasında gözüm ve içimdekileri inceliyorum bir yandan
da önüme bakıp.
Elbet ikisi bir arada olmuyor derken
tosluyorum önüme çıkan ağaca ve camdan fırlıyor ruhum ve her nasılsa vücudumdaki
acıyı duyumsamıyorum.
Ölümse beni bekleyen oysaki bir ödül
gibi görüyorum muhtemel sonu hele ki içimde asla sonlanmayan o şarkı yok mu…
Üstünü örtmeliyim vücudumun ve
gizemin peçesi ile salınmalıyım ama her şey için çok geç.
Ruhum mu misafir yoksa vücudum mu?
Altına takoz koyduğum duygular hücum
ediyor bir bir.
Duyduğum sesler ve nerede olduğumu
bilmeyecek kadar acizim en çok da yazmadığım mektupların telaşını duyuyorum ve
okumadığım romanların ya da yazmaya başlayıp da bitiremediğim hikâyem elbet
tahayyül etmek için geleceği önce yaşamam lazım ama ölmek de kaçınılmaz ve
ölümsüz olmayı filan dilemiyorum ya da ölümsüz bir aşkın kahramanı olmayı…
Gözümün önünden film şeridi gibi
geçiyor kıyısında yürümediğim sahillerde avuç avuç deniz kabuğu topluyorum ve
yosunlara değmeden ilerliyorum denizin enginliği beni çağırırken sabit gözlerle
bakıyorum ufka.
Beni çağıran ne ise.
Benim çağırmadığım kimse.
İnancım ağır basıyor ve ant içtiğim
dünlere gidiyorum artık neyin uğruna savaş verdimse.
Rengi olmayan bir düş gücü asılı
kaldığım ya da hayatın bir izbesi belki de metruk evlerin karanlık odasında
paspas yaptığım kirli zemin.
Emin olamıyorum da yaşayıp
yaşamadığıma ve tevekkül yüklendiğim günleri özlüyorum: ya, şimdi?
İhanet ettiğim insanlar elbet kendimi
kandırdığım yetmiyormuş gibi katıksız hezimet yüklüyüm ve reddettiğim ne çok
şey elbet yalnızlığın katili olmakla övündüğüm yetmedi kalabalıklara yaylım
ateşi açtığım.
Öyle bir muamma ki hem neyi
örteceğimi daha neyi saklayacağımı da bilemediğim ve bildiğim her şey benden
ben de bildiklerimden elimi eteğimi çekmişken…
Çekingen mizacımla yetinmeyip çekirge
misali zıpladığım bir dünya hararetle yudumladığım bir bardak soğuk su gibi
içimi üşüten bir o kadar ter içinde kaldığım ve ayaklarım sıcak kumundan
yanarken çölün.
Hörgücü olmayan bir deve gibi ya da
başını kuma sokmuş bir devekuşu en çok da çölde açmayı dilediğim ve bir çöl
çiçeği olmak adına itiraz da edemediğim.
Hala acıyan vücudum ve sızlayan
kemiklerim üstelik Araf’ta kalmanın ne derece zorlayacağı olduğunu yaşarken de
ispatladığım bu anlamda gidip geliyorum aklımın koridorlarında ve tutunmak
adına çevremi el yordamı inceliyorum.
Gözlerim yok ve duyduğum sesler de
sonunda sırra kadem bastı.
Bir rüyanın tam da ortasındayım ve
eşlik eden kimseler yok.
Saklandığım kuytular.
Sakındığım neyse sahip olduğum.
Sarmalında hayatın ince bir çizgide
yürürken bu anlamda neyin normal neyin anormal olduğunu kestiremiyorum belki de
azıcık kestirip oyalamalıyım Tanrıyı elbet reddettiğim zamanlardan anıma ulaşan
o ihanet en çok da düşmanlarımla cebelleşirken önce kendimi sonra Yaratanı
reddettiğim.
Bir oyuksa içine gizlendim.
Katıksız bir matemse içimdeki taşkına
sebebiyet veren ve hala kararsızım ölüp ölmemekte bir o kadar inancıma
tutunmanın da zor olmadığını görüyorum.
Geç kalmışlığımla reddedeceğim daha
ne kaldı ki? Ya, beni reddeden bir evrenden hala ne bekliyorum?
Bir rüyanın tam da ortasındayım ve
sadece bekliyorum bilindik bir duyguya erişmek adına bilinmezin de t/adına
vakıf iken.