İnsanın Doyumsuzluğu
Firigya
Kralı Midas ( MÖ 738- MÖ 696), efsaneye göre Şarap Tanrısı Dioysos, kendisine
yaptığı hizmetten memnun kaldığı Kral Midas’a, “Benden bir dilek dile” der.
Kral Midas altın ister. Tanrı Dioysos; “Tutuğun altın olsun” der. Kral
Midas’ın, yatağı yoganı, yediği içtiği, elinin değdiği her nesne altın olur.
Kral Midas yaptığı yanlışı anlar ve Tanrı Diysos’ yalvarır “Kurtar beni bu
zenginlikten!”
Bu efsane ile açalım konuyu…
İnsan kral da olsa, sıradan bir kişi
de olsa doyumsuz. İsteklerinin,
tutkularının ve hayallerinin, sınırı da sonu da yoktur.
Doğduğu gün ölmeye başladığını
düşünmeden, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaktadır. Beklemediği bir zamanda, her
faniye gülen ölüm, ona da sürpriz yapacaktır.
İnsan, bu sonucu öncelleri tek, tek
toprakla örtülürken görür ama yine de açgözlülükten, cimrilikten, aldatmaktan,
hatta zor alımdan geri durmaz.
Michel
de Montaigne (Fransız yazar 1533- 1592) “İnsan ve ötesi”
deneme yazısında, “Biz öteki yaratıkların ne üstünde, ne de altındayız”
diyerek, devamla; “Bilge der ki, Göklerin altındaki her şey aynı yasanın ve
yazgının boyunduruğundadır” der. Çev.
Sabahattin Eyuboğlu
Her canlıda açlık duygusu doğuştan
vardır. Bu duygu midesi doyana kadardır. Bu anlamda, çocuklar için de açlık
duygusu sütünü içene kadardır. Yani insandaki doyumsuzluk doğuştan
gelmemektedir.
Bu konuda çalışma yürütenlerin ortak
kanısı, insanların doyumsuzluğunun başta gelen sebebi gelecek korkusudur.
Gelecek korkusu taşımayan, doğarken zengin doğanların doyumsuzluğu ise daha
çoğuna sahip olama tutkusudur.
Az gelişmiş ya da gelişmekte olan
ülkelerde özellikle ücret karşılığı çalışan memurlar, işçiler, işini kaybetme,
iş bulamama endişesi ve küçük esnafın tezgâhını kapatma kaygısı gelecek
korkusunu büyütmektedir. Bu korku
giderilemediği için de rüşvet başta olmak üzere, ahlaksızlık, yolsuzluk,
hırsızlık gözü açıklık, aç gözlülük, doyumsuzluk yaşam biçimi haline gelerek
toplumsal yozlaşmaya sebep olmaktadır.
“Yoksulluk yolsuzluğun, yolsuzluk
yoksulluğun sebebidir. Birini yok etmeden diğerini yok edemezsiniz.”
Az gelişmiş ya da gelişmekte
olan ülkelerin zenginleri ise gelişmiş ülke şirketlerinin ortakları ya da
uluslar üstü tekellerin yerli işbirlikçileridir. Gelişmiş ülkelerin ve uluslar
üstü tekellerin kendilerine sundukları ayrıcalıkları kaybetmemek adına içeride,
kendi çalışanlarına; ücret söz konusu olduğunda ya da halkın ürettiği, tahıl,
pamuk, soya, narenciye ve diğer mallara fiyat verirken cimridirler. Kendileri
adına mal edinip, servetlerine servet katarken acımasız ve doyumsuzdurlar.
“Hele şimdi siz toplayın ne
varsa / Ev araba, tarla, toprak hem arsa
Yüklesinler salınıza sığarsa / Kazıcılar mezarını deşiyor
Dünya malı dünyanındır taşınmaz /
Gerçek baki, yalan ile aşınmaz
Yaralarım göz, göz olmuş kaşınmaz / Vebaliniz boyunuzu aşıyor.”
Alt ve orta sınıfların ahlak
bakımından çürümesinin, giderek toplumun yozlaşmasının sebebi de zenginlerin aç
gözlülüğü ve doyumsuzluğudur. “Balık baştan kokar” deyimi belki de bu
kapitalist burjuvalar için söylenmiştir.
Kapitalizm, toplumların ihtiyaçları
üzerinden üretmez, pazar üzerinden üretir ve pazarlama yöntemiyle de ürettiği
malı satarken; insanları, satılan mala ihtiyacı olduğuna inandırır.
Kapitalist zenginler ve onların adına
pazarlama yapanlar, elektriksiz köye buzdolabı satabilirler mı? Bence satarlar.
Abarttığımı düşünüyorsanız, kendimizi sorgulayalım. Evimize ne kadar gereksiz
şeyler almış olduğumuzu görebiliriz. Bu gereksiz şeyleri bize nasıl
satabildilerse, Elektriksiz köye buzdolabı da satarlar.
Ellere çuvaldızı batırmadan kendime
iğneyi batırayım. Benim iki odalı evim de şu anda, çalışır durumda üç adet
elektrik süpürgesi var. Tabi ki birini kullanıyorum.
Büyük şehirlerin meydanlarında geçmişten
kalan saat kuleleri var ya… Şehrin insanları zamanı bilsin diye yapılmışlardır.
Bu kulelerdeki saatlerin birçoğu hala çalışır. Günümüzde insanlar zamanı
öğrenmek için kulelere bakmazlar. Çünkü saatler küçülmüş, kola, yelek cebine
girmiş, evlerin duvarlarında masalarda yer edinmişler, daha da gelişerek dijital cep telefonlarının ekranından
okunmaktadır.
Bu gün orta sınıf dediğimiz küçük
burjuvaların İki oda ya da üç oda evlerinde en az iki bilgisayar, her çocukta
cep telefonu var. Odalar, koltuklarla dolaplarla dolu. Evin içi o kadar dolu ki
çoğunun ana baba gibi yaşlılarına yer kalmamış; o sebepten yaşlılar, ya
köylerinde yalnız ya da huzur evlerinde çocuklarına, torunlarına hasret
yaşıyorlar.
“Kapitalizm,
her ülkede milyonlarca kandırılmış, korkutulmuş salak ve onların sırtında
yüzlerce asalak ile varlığını sürdürür.”
Sonuçta kapitalist zengin, üretim
aşamasında düşük ücretle çalışmaya zorladığı emekçilerin emeğini sömürürken;
aynı zamanda tüketici kitlesi olan emekçilere verdiği düşük ücreti de mal ve
hizmet satarak, geri alır. Kır ve kentli emekçiler karınca misali çalışır,
üretir. Ama kazanmak şöyle dursun, elindekini de (Toprak, ev vs.) kaybederek
mülksüzleşir. Bu kısır döngü özellikle kriz dönemlerinde, bir insanlık dramına
dönüşür.
John Siteinbeck (ABD. yazar 1902- 1968) kapitalizmin 1930’lu
yıllardaki krizinde yaşanan bu insanlık dramını, 1939 da yayınlanan Gazap Üzümleri romanında yalın bir
dille anlatır.
Yaratılış kitap’ında (kutsal
kitap ‘Tevrat’ 26) Tanrı "İnsanı
kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki
balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne
egemen olsun."
Yaratılış kitap’ının bu bölümü
için Milan Kundera (Çek, Fransız
asıllı yazar) “Kutsal Kitap’ın yazarı insandı elbette, at değil.” Der.
Kuran (Sebe
suresi, 36.ayet): “De ki: Şüphesiz benim Rabbim rızkı ‘Servet’
dilediğine genişletir-yayar ‘dolu dolu verir’ ve kısar da. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar."
Hz. Muhammed'in (s.a.v.) bir hadisine göre
Allah'ın “ilmi isteyene, zenginliği
istediğime veririm” dediği ifade edilir.
Mü’minin evi kamıştandır. Yemeği bir parça ekmektir. Elbisesi
yırtıktır. Başı tozlanmıştır. Kalbi huşû içindedir. Hülasa, doğru ve hak yoldan
hiç ayrılmaz. (Ahmed Ziyâüddîn / Gümüşhânevî tekkesinin kurucusu)
Benim buraya aldığım ayet, hadis ve
bir tekke şeyhinin “mümin” açıklamasını Milan
Kundera okusaydı, ne derdi? Sorunun
cevabını, okurların ferasetine bırakarak, konuya dönelim.
Buraya kadar İnsanın, doyumsuzluğunun
doğuştan gelen bir içgüdü olmadığını, sonradan kazanılan bir davranış biçimi
olduğunu ve bulaşıcı bir hastalık gibi bütün resmi, özel kurumları sarıp
sarstığını, giderek tüm toplumu yozlaştırdığını ifade ettik.
Bana göre toplumsal çürümeye sebep
olan ve insanları doyumsuzluğa, aç gözlülüğü ahlaksızlığa sürükleyen “gelecek korkuları” ortadan kaldırabilir kaldırmalıda…
Bunun için, tüm çalışanların iş güvencesi sağlanmalı,
sevdiği işi yapmasının olanakları yaratılmalı, eşit işe, eşit ve insanca
yaşanacak bir ücret belirlenmeli. Çalışmayacak durumda olan vatandaşlara, günümüzde
çalışana reva görülen asgari ücret verilmelidir.
Dilencilik, sadaka gibi insanı
aşağılayan uygulamalar yasaklanmalıdır.
Eğitim ve sağlık hizmetleri bütün
yurttaşlara ücretsiz sağlanmalıdır.
Kapitalizm koşullarında bu mümkün
görünmüyorsa eğer, beyler! Kapitalizm zorunluluk değil bir seçimdir. Bu seçimi
dayatanlar yukarıdaki talepleri de yerine getirmek zorundadır diyerek, yazımı
şöyle sonlandırayım.
“Kapitalizm ve Emperyalizm yer kürenin
kanseridir. Yerin altını ve üstünü talan ederken, İnsani değerleri de yok
eder.”
------------------------------------------------- Tahir Eker 9.1.2021
(
İnsanın Doyumsuzluğu başlıklı yazı
yolcu9901 tarafından
10.01.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.