Bir ben benden dışarı
Çıksın candan dışarı
Baksın handan dışarı
Ana mahkum olmadan…
Göz görüyor, kulak dinliyor…Her kişi her şeyi biliyor. Ancak nedendir bilinmez özündeki kimlikten uzak oyun oynamak, belki başı vuracağını ve hepsini kazanacağı tutkusuyla, misketi sıralanmış misketlere doğru atıyor hani vuracağının garantisi de yok! Kim garanti ederde oyunu kurar ve hedefine ulaşabilir ki… Hani tilki olsa kümese girse, istediği tavukları öldürüp yemeyi düşünse sahibi her an onu vurmaya hazır! Güneş her sabah doğacak mı kim diyebilir! Ya gece gökyüzünü bulut sarsa… Yahut bulut varken yağmur yağacağını kim garanti eder ki…
Oyun kişiyi gizler, bambaşka gösterir… Oyunda kaybetmekte büyük olası. Üstelik bu kaybetmekle biriken frenler içeride saklandıkça, düşmanın bomba yağdırması gibi insanı içinde savurur durur… Ölen insan değildir belki ama sizi öldürür, siz öldüyseniz dünyanın bütün insanları da ölmüştür ya! Savaşa karşı, zulme karşı, zalime dik duran olabilirsin, bunu gösterebilirsin ama bunları kendi ruhuna yapıyorsun, kendini yok ediyorsun demektir…
İçinde, ruhunda ne varsa onu dışarı çıkarıp yaşamak gerekir. Her türlü başka kurgu ya da plan depremin verdiği zarardan, tayfunla yıkımın yaşandığı diyardan geri değildir. Aldatmak aslında aldanmaktır.
İnsan kendi fıtratı üzeri yaşamıyorsa, başkasının istediği gibi hayatı çevresine sergiliyorsa… Bunu da garanti varmış gibi yapmak! Hani mistik bir yaklaşım vardır, ölmeden ölmek, yaşarken mezarda kalmak…Ölmeden ölmek konusunda hemfikirim ama o mistikten uzak bu plan ve oyun şekli. Bu sadece bedeni olan ve ruhunu ölüme mahkum etmiş gibi yaşamaktan başka bir şey değil. Ruhunu görmezden gelmek cehennemde yanmaktan daha zor…
Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, ölüler şehri halkı… İçinden dışarı çıkmayan, kaç yüzü olan insanlar! Bütün kötülükler, bu oyunların mahsulü. Cenneti cehenneme çeviren oyunlar. Bencil, kibirli, acı çekmediğini iddia eden, duygularına zincir vuran, aşkı para gibi gördüğünü sanan, kendini inkara kalkışan olmak… Yaydığı zehire inanmak ve yaşadığı hayatını mahvedenler…
Evden dışları çıkar gibi çıkmak gerek içimizden. Yanlışını, kusurunu kabul ederek… Tekrar evine dönmesinin mümkün olmadığı bilerek… Ne yaşarsa o an yaşadığını sergileyerek. Ya yarın olmazsa kuşkusu ile ölüme sarılarak… Ölmenin dışarıda değil içimizde yaşadığının kabulü… Dünya mapushanesine demir parmaklık olmak için değil de, onları açan olmak! Adam gibi adam olmak… Kişinin kendisini değil insanlığın yaşamasını sağlamak. Yoksa oyunlar sürdüğü müddetçe Koronadan daha yaygın hastalık bu insanlığın kıyameti olacak. Haydi, çıkın bedenden dışarı, neyseniz o olun ve yaşayın, yaşatın şu eskimiş dünyayı… Doğsun Nisan yağmurlarıyla, baharı ama hep baharı yaşasın.
Saffet Kuramaz