Sessizliğin perçeminde saklı soluk
sözcükler ve günü büyüten bir mevsim, öncesi yorgun ve kimsesize tek sahip
çıkana kavuşma arzusu en çok da nidalar uçuşurken geceye sitem yüklü bir
özlemle kavuşmanın ertesi ve işte balık gibi oltaya gelen her sözcükle ruhun
firarına delalet bir şiirin doğum sancısında şairin kayıp öznesine sadece O
iken sahip çıkan ve sıra dışı bir hüznün boyutsuzluğunda kaybolmak gibisi
yokken en çok da içmeye doyamadığı su gibi kırık notalarda saklı hayatın
bitimsiz şarkısı elbet duyulmazlığın güftesine sinen bir ko(r)ku gibi…
Bataryası tükenen solgun yüzünde
saklı üç beş hece:
Ne kırık ne kırıcı
Ne yalan ne isyan yüklü
Serzenişi olsa olsa kendine
Kayıp zamanın acısını çıkarmak belki
İçlendiği ne ki?
İçemediği hayatın neyedir özlemi?
Günü kavuran bir güneş
Oysaki Şubat’ın ayazına denk
düşmeliydi
Gülüşü saklı
Sevinci kayıp
Sözcükleri belli belirsiz
Ne çok şey saklı üstelik
Hala anlatamadığı.
Gün yitik
Gece çoktan kırdı putlarını
Ne çiçek yüklü bir sandık
Ne yalnızlığın sonlandığı
Devasa bir evrende kabuk tutmayan
şiirler
Yüzü gözü açılmamış hangi acıysa
Sabrıyla diktiği yılları
Geçiştiren bir kalemden
Sızan duman ve tını.
Rahmetin orağı
Biçmekse mevsimi
Sinmekse bir kuş gibi
Uçuşan
Benliğin rüzgârı
Çoktan üşütmedi mi mehtabı?
Yıldıza özenen hangi Zühre’dir ki
Bunca sessizliğin içinde sakladığı
zümre;
Ne hicabı sonlanan
Ne hitabı yarılanan
Aslında başlamadığı bir masalı
Bir şiire sığdırmak adına
Şevki kırılsa da zaman zaman
Madem kırmamak adına çıktı yola
ansızın.
Belki sezileri sıkan ruhunu
Esef yüklü sesi kâbusların
Firar ederken dalamadığı uyku
Ne nuru yitik güneşin
Ne de nutku tutuldu umudun.
Sancılı bir eksen devinen
Rengi ne solgun ne kara
Rüyaları sindiren bir cihanda saklı
Nazı niyazı dinmeyen
Sızıların tüttüğü o minval ki
Kör bir kurşun gibi
Hedefi tutturan hangi acıysa.