Kim olduğumun ya da olduğunun bir
önemi yok asla aslında her önemsiz detay tüme varım için var olmaya devam
edecek ve yokluğu olmayan her şiir ve her hikâye bir şekilde hayata mal
edilecek.
Renkleri önemsemiyorum ya da havanın
nemini, isini.
Sözcüklerse rehavet yükleniyor gün
boyu tıpkı bir ömrüm imla hatası ile geçtiği için yanlış yapmama gayreti ile
güç sarf ediyorum ama dünde kalan sarf edilmiş harcanmış hayatın yanında ne ki
tüm olup biten?
Bir yükümlülüğüm de yok aslında belki
de yokluğun analizini yapıyorum var olduğuma dair geliştirdiğim inançla ve işte
adeta bir su doku gibi sözcüklerle deşiyorum zemini aslında zemin ayağımın
altından kayarken sözcükleri kat belliyorum ve tam da dokunacakken…
Kaybolmam an meselesi.
Anda saklı bir histeri ise kimi zalimin
de gücünü aldığı ve her nedense sapkınlıkların pek bir revaçta olduğu
zamanlardan geçiyoruz.
Bir ön söz koymam gerekirse hayata.
Oysaki ben son sözü söylemek adına
koştura koştura yaşıyor ve yazıyorum ve hızdan nefesim kesilip ansızın da bir
nokta koyma ihtiyacı hissedip…
Ama içim elvermiyor işte çünkü ben
noktaya küsüm aslında bana küsen birileri var ki asıl benim küskün olmam
gerekirken…
Hiyerarşi elbet bazen önümü kesen ama
hep de saygı duyduğum en azından kendime olan saygımı korumak adına içinden
geldiği üzere hele ki kendimi en arka sıraya yerleştirirken bazen de insanların
kafasındaki şablonu tahayyül etmek adına deli gibi beyin fırtınası yaptığım
nihayetinde pestilimin çıkıp adımı dâhil her şeyi unuttuğum en başta hatta
sadece kendimden şüphe ettiğim.
Bir konu arayışında değilim asla
çünkü bir sözcükten yola çıkıyorum ve yol beni zaten konumlandırıyor nerede
olmam gerektiğine dair buna rağmen son zamanlarda bana yaşatılan
olumsuzluklardan dolayı mıdır ne kendimsiz bir dünyanın çizimini yapmış bulundum
uzun bir süre ve sınandığıma vakıf bir o kadar sinmem gerektiği hissine
kapılmışken ansızın bir şimşek çaktı ve değerimi hissettim gaipten gelen bir
enerji ve coşkuyla ve ivme kazandıkça inancım ve içimdeki varyant ve işte
kendimi keşfetmenin verdiği şaşkınlık ve heves ile anladım ki bu dünyada fazla
bir yer kapladığıma dair geliştirdiğim inanç tamamıyla zırvalık.
Hecelerse öğüttüğüm.
Aslında öğütülen benken hayatın
ambarında bazen kendimi aç bir tavuk gibi hissedip biteviye ruhumu gagaladığım
ve bir ömür biriken ne ise elbet ruhumda elbet alt bilincimde en çok da
yüreğimde.
Sezilerim bazen ezildiğime dair.
Sızılarımsa kimseyi incitmemek adına.
Bir sezaryenle dünyaya gelen bir şiir
de değil çünkü kalem de insan da sevgi de ve de umut ve inanç illa ki normal
yollardan can bulmalı ve açmalı gözünü dünyaya.
Bir dünya mademki bize bahşedilen
bizler de bir üst versiyonu değil miyiz yaşlı dünyanın ve yaslı yüreklerimizle
yana yakıla yaşarken deli gibi sevebilmeyi de m/eziyet eylediğimiz…
Bir hikâye okuyup da yeni bir hikâye
yazabilmenin özlemi ve işte biten bir günün son çığlığında saklı iken ilk
nefesi yeni günün ve gecelerden ördüğümüz saçları evrenin aslında her bir örgü
bir şiire ya da bir hikâyeye denk düşerken…
Yalpalayan sözcüklerden yolum artık
nereye veya hangi yazara denk düşüyorsa ve son zamanlarda zihnimi meşgul eden
bir arayış daha doğrusu varmam gereken yerin neresi olduğunu bilemezken ve
okuduğum yazıların/kitapların beni ulaştırdığı ilgili yazarın ruh hali belki de
müşküle her düştüğümde sığındığım empati gücü ile aslında kendimi aralıksız
sorguladığıma dair geliştirdiğim o inanç.
Ne peçesi var hayatın ne de dışarı
düzgün açılan bir penceresi bu yüzden soyut pencereler inşa etme ihtiyacı
duyuyorum hayata aslında kısılmış olduğum daracık mekândan bir kaçış olarak
algıladığım bu yüzden sayısız yazarın haletiruhiyesini teftiş etmek bana ayrı
bir coşku ve heyecan katmakta.
Yolluğum illa ki duygularım bazen
kendime ve her şeye küsebildiğim belki de bir ömür küskün kalmayı sürdürebilme
ihtimali.
En çok da belli bir yaştan sonra
uğratıldığım hezimet ve sayısız hayal kırıklığı en çok da eğitim hayatımın
farklı dönemeçlerinde karşılaştığım kimi insan ki bana verdikleri ruhsal zararı
asla yok sayamam üstelik buna en yakınlarım da dâhil iken ve ne yazık ki bir
ömür asla şüphe etmezken hiç kimseden en çok da dostlarımdan onlarca sene sonra
onların gerçek yüzünü görmeme vesile olan sıkıntılı zamanlar…
Mizacı dostluğun ve insanlığın da
şerh düştüğü değil mi ki dürüstlük ve doğruluk ve siz ne kadar doğru ve düzgün
bir insan olsanız bile nihayetinde vardığınız o şaşırtıcı nokta: elbet
kendinizden şüpheye düştüğünüz ve güven duygunuzu da yıkan onca insan ve işte
hala güvenebilmeyi başarıyorsam bunda payı olan elbet karşıma çıkan düzgün
insanlar ki ümidimi kesmiş olsam bile insan kendinden başka birilerine
güvenmeyi hep ama hep tercih ediyor.
Gün yüzlü bir dönemeçte güleç bir
yüz.
Dostluğun edası ve şiarı ile
inancınızı katlayan ve daha da farkındalık kazanmanıza vesile olan hatta sizin
ilk kez farkındalık kazanmanıza vesile olan az sayıda da olsa iyi ve doğru
insanların varlığını ispatlamanın size verdiği huzur.
Bir yol ayırımı da değil hani ömrümü
bölen: nicesi.
Bu dönemeçlerden geçtiğimi sanıp
kendimi defalarca uçurumun en dibinde bulduğum.
Ölüm elbet telaffuz etmek
istemeyeceğiniz bir düşünce ya da ihtimal iken ölümü çok yakın hissettiğiniz
üstelik sağlığınız da yerinde iken.
Elbet ihtimaller ile örtüşen.
İmkânsızlığın seyrinde seçenek
bulamadığınız ve boş bıraktığınız bir imtihan kâğıdı gibi.
Ne de olsa sınandığımız aşikâr gelin
görün ki bu sınavın kalıcı ve de ezelden süregeldiğin fark etmem için haddinden
fazla acı ve sıkıntı yaşadım bu anlamda dersimi illa ki iyi çalışmış olsam da
bir ömür boyu, ansızın gördüm ki; hayat denen okulda sınıfta kalan az sayıda
öğrencinin başında geliyorum.
Bir Oğuz Atay kitabında kaybolmuşken
ve son sözünü okurken kitabım ister istemez bu sefer merhum yazarla empati
yapma ihtiyacı hissettim ve kim bilir daha söyleyeceği ve yazacağı ne çok şey
vardır, diye düşünmeden de edemediğim.
Herkesin üstünde her elbise illa ki
şık duracak diye bir şık da yokken kalemin en yakıştığı yazarlardan biri
Atay’dır, şüphesiz hele ki her şeyden en çok da kendinizden şüphe duyduğunuz
bir dönemeçte karşılaştığınız bu ihtimaller ve de imkânsızlık gelişmişken bol
bol da sorguluyor insan kendini ki…
Nasıl cüret edebilirim ki Atay’ın iç
dünyasını tahayyül etmek adına?
Çok basit hele ki yanılgı ve yenilgi
dolu harcadığınız bir hayat dururken arkanızda ve hala umut etmeyi de elden
bırakmamışken…
Bazen habis düşünceler ve de
ihtimaller zihnini istila edebilmekte tıpkı ruhunuzu ve benliğinizi terk
etmeyen sıkıntılara ve zulme maruz kalırken.
Açılandırılamıyor kimi acı kimi şey
hatta kimi insan hatta adını bile koyamıyorsunuz hissettiklerinizin ve canınız
her yandığında illa ki sebebini soruyorsunuz ve buna vakıf tek Güç sayesinde
dik durmaya çalışıp mücadeleyi de elden bırakmıyorsunuz.
Kimlik taramamda geriye dönersem
sayısız sıfatla iştigal oldum: kartvizitime yazılma ihtimali olan birkaç meslek
sonrasında uzun süren bir küskünlük dönemim nerede ise tüm hayata ve kendime ve
işte yazmaya başladıktan sonra yavaş yavaş çözülen dilim ve hala da ifa
edebildiğim net bir şeyler yok ve önümde de uzun bir yol uzanmakta bir şeyleri
gerçek ve canlı kılmak adına.
Ama ilk payıma düşen kendimi daha çok
sevmek ve kabullenmek belki de bu yüzden yazmaya ve siz, değerli okuyucuma
fazlasıyla ihtiyacım var.
Ve yazımın başında da vurguladığım
üzere: kim olduğum ya da olduğunuz çok da önemli değil ve sevgili Atay’a da
rahmet okuyarak bir cümlesi ile bitirmek istiyorum yazımı:
‘’Ben buradayım sevgili okuyucum, sen
neredesin acaba?’’(O. Atay)
Mekânın cennet olsun, değerli
yazarım.