Sizi var eden anneniz ve babanız,
kardeşleriniz ve ana diliniz, ait olduğunuz ırk, ulus ve etnik köken
kaderinizdir. Bu her çocuk için de böyledir. Bu kader büyüyüp birey olduğunuz
ve kendi yolunuzun taşlarını döşerken de değişmeyecektir.
Doğduğunuz (köy, kasaba, şehir,
devlet) yani, coğrafyada sizin seçiminiz değildir. Ama kaderiniz de değildir.
Zaman içinde işinizin peşinden ya da kendi istencinizle coğrafyanız değişebilir
fakat; aileden, okuldan, ait olduğunuz toplumdan öğrenip içselleştirdiğiniz,
toplumsal ve evrensel değerleriniz, inanç ve kanaatleriniz açık, gizli sizinle
beraberdir. Seçtiğiniz yeni coğrafyada bu değerler, inanç ve kanaatlerin
bazıları aşınabilir. Zaman içinde de değişebilir diyerek konuya dönelim.
George
Orwell (İngiliz.Yazar. 1903
Hindistan 1950 ingiltere) “İnsan üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt vermez,
yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşan yakalayacak kadar hızlı
koşamaz. Yine de, tüm hayvanların efendisidir.” (Hayvan Çiftliği)
George Orwell’e hak vermemek elde değil. Eğer, doğuşta var olan
biyolojik aklı, beşeri akılla besleyerek; aklını kullanma, olay ve olgulardan
düşünerek çıkarsama yapma, üretip yaratma, öğrenip öğretme gibi yeteneklerle
desteklenmeseydi; Yok olan birçok canlı gibi belki, insan soyu da yok
olabilirdi.
İnsan soyu bu yetenekleriyle, doğanın yasalarını yavaş ama karalı bir şekilde,
çivi yazısı söker gibi okuyarak, ayrıcalıklı varlığını sürdürmektedir..
“Kuşlar
gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, fakat bu arada çok basit bir
sanatı unuttuk. İnsan gibi yaşamak.” Martin
Luther King (Baptis ‘Protestanlık Mezhebi’ Papaz. ABD 1929- 1968 Suikast
kurbanı)
Evet konumuz, insan gibi yaşamak.
“Bir damla sudan insan suretinde doğmanız
doğanın mucizesi ise; İnsan olabilmekte sizin mucizeniz olacaktır.”
Bu insan olabilme mucizesini
yaratıp, yaşamak için öncelikle,
kendinizin hem diğer canlılardan hem de yakından uzağa ilişki kurduğunuz
insanlardan farklı olduğunuzu bilmelisiniz. Bu farklılığınızın bilinciyle diğer
insanlarla uyum içinde yaşamak zorunda olduğunuzu da anlamalı, hoşgörünüzün
sınırlarını zorlamalısınız. Bu konuda, duygudaşlık (Empati) yapabilme
yeteneğiniz sizin yolunuzu açacaktır.
Sizi yaratanın, doğadaki diğer canlıları da yarattığını,
bunların da sizin gibi doğanın farklı, farklı parçası olduğunu, birçoğunun
sizin yararınıza var olduğunu, bazılarının da sizin zararınıza olduğunu,
yaşayarak öğreneceksiniz.
Sizin zararınıza olanlardan sakınacak,,
gerekirse mücadele edeceksiniz. Ama hoyrat olmayacaksınız. Katliam
yapmayacaksınız. Sizin zararınıza olanın, bir başka canlının yararına
olabileceğini düşüneceksiniz.
Özetle,
Yunus Emre (Sivrihisar doğumlu Türk. Tasavvuf şairi 1238- 1320)’nin “Yaratılmışı
severim yaratandan ötürü.” dediği gibi, doğadaki bütün farklı canlıları ve
bütün bir doğayı Yunus Emre’nin gözüyle görüp
doğa ile dost olmalı, doğayı korumak adına; doğaya zarar verenlerle
mücadele etmelisiniz.
Bu mücadele, kendinizi koruma,
geleceğinizi kurma mücadelesidir.
“Yaşam hakkı, en temel insan
hakkıdır.”
Doğayı koruma mücadelesi, bir bakıma yaşam
hakkınızı koruma mücadelesidir. Ondan sebep yasalar ne derse desin, bu konuda
verilen her mücadele meşru müdafaadır.
İnsan olabilmek yolunda, öncelikle
insanca yaşayabileceğin asgari koşulların var olması da gereklidir. Bu anlamda,
eğitim sürecinizden sonra severek yaptığınız işiniz, zamanı geldiğinde, sevgiye
bulanmış eşiniz ve doğumdan ölüme midenizi tok tutacak aşınız (Burada aştan
kastımız her türlü yiyeceklerdir.) ve başınızı sokacak sıcak, huzurlu damınız
(ev) olmalıdır.
Bu koşullar her insan için asgari
koşullardır. Bu koşullara ulaşmak adına;
“Ya iş üretirsiniz ya da bahane üretirsiniz.
Bahane üretenler bahaneleriyle toprak
olur. İş üretenlerin bedenleri toprak olsa da Kendileri, Ürettiği işlerde,
fikirlerde yaşamaya devam eder”
Sevdiğiniz işi yapıyorsanız
huzur sizin yoldaşınızdır. Yaptığınız iş, elinize hem yakışır hem de yapışır.
İşinizi seçme şansınız yoksa
(Çoğunluğun, böyle şansı hiç olmamaktadır) yaptığınız işi seveceksiniz.
Özetle, ya sevdiğiniz işi yapacaksınız ya da
yaptığınız işi seveceksiniz.
“Hangi işi yaparsanız yapın, ona
yüreğinizden bir tutam katın.
O iş, yoldan gideni yolundan eyler, sizi de mutlu eyler.”
Biz de söylene gelen bir
deyiş vardır. Çoğumuz da biliriz…
“Eşin güzel ise ne işin var düğün
evinde.
Düğün senin evinde, gir oyna, çık
oyna
Eşin çirkin ise ne işin var ölü
evinde
Ölü senin evinde gir ağla, çık ağla.”
“Güzellik tende değil tindedir.”
Tabii ki burada sözü edilen
“güzellik” ve “çirkinlik” sözlerinden,
kişinin içindeki iyilik ve kötülüğü anlamak gerekir. En azından ben öyle
anlıyorum.
İyi, iyi olduğu için güzel, sevgiye
bulanmış bir eş insana enerji, güç ve yaşama sevinci verir. Bu, erkek için ne
kadar gerekli ve gerçekse; kadın için de gerekli ve gerçektir. Böyle bir ailede
erkek kendisiyle barışık olduğu kadar, kadında kendisiyle barışıktır.
Kendisiyle barışık insan, en başta
eşiyle çocuklarıyla, giderek dostlarıyla, ilişki içinde olduğu insanlarla ve
doğa ile de barışıktır. Kendisiyle barışık olanın yüreğinde sevgi, merhamet
büyür.
“İnsan, yüreğindeki sevginin büyüklüğü kadar
büyüktür.”
Hayata sarılmamızın sebebi, hayatı anlamlı
kılmak içindir. Bizleri hayata bağlayan zorunluluk, hayatın, anlamsız olduğu düşüncesine
kapılarak, “anlamsızlık” çukuruna düşmememiz içindir.
“Bir hayatımız, iki
seçeneğimiz var. Ya yaşarsınız ya da nasıl telef ettiğinize şaşarsınız.”
Geleceği planlamak elbette önemli. Ne var
ki geleceğimiz var mı işte onu bilmiyoruz.
Bu durumda da iki seçeneğimiz var. Yaşamın anlamsızlığı çukuruna düşüp
çıkamamak, korkunun, kaygının, darbeleri altında ezilmek, uyuşmak, uyurgezer
olmak. Tabii ki bu bir hastalık halidir.
İkinci seçeneğimiz, irademizi zorlayarak
yaşamın anlamsızlığı düşüncesiyle mücadele etmektir. Bunun yolu, nefes aldığın her an yaşamı anlamlı kılmaya,
üretmeye, yaratmaya yönelmektir.
“İnsan ürettiği sürece yaşar.”
Eğer bir iş, bir düşünce, bir değer
üretiyorsanız yaşıyorsunuz demektir.
Sağlığınız bozulabilir. Bir kazaya
kurban gidebilirsiniz bu tür endişelerin de ilacıdır üretim.
Çalıştığınız kurumunuzdan emekli
olabilirsiniz. Yaşamdan emekli olamazsınız. Yemekten içmekten nasıl ki
vazgeçemiyorsanız, üretmekten de vazgeçemezsiniz. Aylak, aylak yan gelip
yatamazsınız. İş üreteceksiniz. Bilmiyorsanız, yeniden öğreneceksiniz. Bu
düşünce olabilir, sanat çalışması, bağ bahçe işi, vs. her türden iş olabilir.
İşi bitirmeyeceksiniz.
“İş biterse, işin biter.”
Yazımı bir şiirimle sonlandırmak istiyorum.
İNSAN OLMALI
İnsan, biraz da şair olmalı / Ne yazarsa yazsın, içinde bir tutam şiir olmalı / Söylediği, hüzünlü bir şarkı olsa da / Hoş bir manzara seyreder gibi…/ Hayatı sevmeli/ Coşkulu bir türkü eşliğinde / Ya da / Gümbür, gümbür davul sesinde / Halay başında diz kırar gibi yaşamalı! / İnsan, biraz âşık olmalı / Biraz sevdalı / Düşleri, karanlığa ışık / Hayalleri uçuk olmalı / “Deli” demeli birileri /Çekiştirip, yermeli/ Birileri, “Ne adam ya!” diyerek / Ayakta, alkış tutar gibi sevmeli / İnsan, dostunun değerini bilmeli /Düşmanına yaman olmalı, yaman! / Zalime karşı durmalı / Zulme boyun eğmemeli /Sevdiğini katıksız sevmeli / İnsan / İnsan olmalı!
-------------------------------------------------------------Tahir Eker
26.3.2021